Hollywood sinema sektörünün, Amerikan hükümetini ve siyasetini ‘insancıl’ gösterme çabaları her zaman bana komik gelmiştir; başkanın normal bir vatandaş gibi hareket etmesi, başlarına her insanın başına gelecek felaketlerin gelebilmesi, kötü olaylar karşısındaki insancıl tepkileri… Göz boyamaktan başka ne işe yarar ki bunları sinema ekranında anlatmak? Bir nevi insanları kendi taraflarına çekme çabası gibi bir şey belki de. Ama ne kadar başarılı? Mesela ben sadece komik buldum.
Beyaz Saray‘ı kurtarma filmleri son zamanlarda sık sık yapılmaya başlandı; biliyorsunuz ‘ White House ‘ amerikan hükümetinin merkezi durumunda ve özgürlük anıtı manzaralı bir yerde, insanların etrafında rahatça (!) gezebildiği bir yer; özellikle amerikayı ziyaret eden turistlerinde uğrak yerlerinden biri aynı zamanda. İşte böyle bir mekanı sinemaya kazandırmak belki de başarı ama işin içinde Amerika’nın kendi kendini pohpohlaması olunca durum biraz karışıyor!
Kod Adı Olympus, aslında Amerikan halkı için kıyamet senaryolarından bir tanesini işliyor adeta: Amerika’nın kalbi ya düşmanlar tarafından ele geçirilirse ne olur? İşte bu sorunun cevabıyla beraber, amerikan halkının her savaşta nasıl bir araya gelip kenetleneceğini, nasıl bir olacaklarını ve ileriye dönük nasıl bir çaba içerisinde bulunmaları gerektiğini anlatıyor adeta. Bunu da genç kızların yeni sevgilisi Gerard Butler sayesinde gerçekleştiriyorlar: ünlü aktör, amerikan ajanlarından bir tanesini oynuyor. Yanlış aldığı bir karar neticesinde masa başı işine dönen ajan Mike ( Ki bu isimle yıllarca alay ederdik! ) bir an da kendini Beyaz Saray’da bulur ve tek umut kaynağı da o olur!
Film kendi içerisinde belki de Amerikan halkının ne kadar güçlü olduğunu gösterse de arka planda Amerikan’ın ne kadar güçsüz olduğunu da gözler önüne seriyor adeta! Koskoca Beyaz Saray’ı ele geçirmek, 13 dk mı sürecekti? Ki neden 13? Ki bir sahne de Amerikan bayraklarının yakıldığı ülkeler Kuzey Kore, Güney Kore, Hindistan, Rusya ve Çin olarak sayıldı ki bu ülkeler biliyorsunuz şuan da Amerika‘nın da en güçlü düşmanları arasında yer alıyor. Bir de bu var aslında… Ve senaryo diyaloglarının içine serpiştirilmiş bazı özeleştiri kokan cümlelerde vardı. ” Hep biz açlık çektik, siz de çekin ” gibisinden bir cümle mesela. Amerikan halkının aynaya bakıp bazı gerçekleri anlaması için serpiştirildi belki de ama bütün bunlar bol patlamalı sahnelerin içerisinde kaybettiriyor kendini. Amerikan milliyetçiliği sınırını çoktan geçiyor yani…
Film sıradanlıktan öteye gidemiyor; kadro bu kadar güçlü olmasaydı belki de bu kadar izlenmezdi de demek doğru olur. Amerika, filmdeki kadar masum değil asla.
Benim puanım 10 üzerinden 5,5. İyi seyirler.