1997 yılında 35 milyon dolar bütçe ile çekilen bu film içerisinde barındırdığı bir çok karakteri ile beraber ünlü ve şöhretler şehri Los Angeles sokaklarını arka planda yaşananları anlatmaya çalışırken başarılı ve bir o kadar da mükemmele yakın senaryo ve kurgusu ile sizlerin yaklaşık 2 saatten fazla ekran karşısına kitleyebiliyor: ve ortaya belki de bazılarının aşırı abartılı bulacağı ama bir çok sinema eleştirmeni tarafından beğenilen polisiye filmlerden biri çıkıyor.
50’lerin başında Los Angeles artık küçük bir çöl kasabası olmaktan çıkıp, ünlüler ve onların boy gösterdiği TV’ler, gazeteler aracılığıyla artık hayaller şehrine dönüşmeye başlamıştır. ( Bu dönüşümü anlatan ufak bir gazetecilik dokunuşu ile başlıyor film. ) Artık hayallerini gerçekleştirmek isteyen herkes Los Angeles yollarına düşmektedir. ( Tipik bir köyden indim şehire havası, İstanbul’a gurbete gitmek veya en ötesi Almanya’ya giden gurbetçilerimizin yaşadığı durumla birebir benzer ) Los Angeles yer altı dünyasını elinde tutan ve patronluğunu yapan Mickey Cohen’in yaşadıkları ve yaptığı işler Los Angeles’in yeni imajına uymadığı için artık yakalanma vakti gelmiştir: tabii onun bıraktığı boşluğu doldurmak isteyenler diğer suç örgütleri arasında liderlik savaşı da kaçınılmazdır. Bu sırada Cohen’in tüm adamları öldürülmeye başlanır. Öldürülenler arasında bir poliste vardır. Bir cafede işlenen bu cinayet aynı departmanda çalışan farklı karakterdeki polislerin farklı yollarla çözüme yaklaşmasını görüyoruz. Ed Exley, L.A. Polis Departmanının altın çocuğudur ve geleceği parlaktır. Kurallara bağlı ve her şeyi kanunlara göre yapmayı prensip haline getirmiştir. Doğru bildiğinden şaşmaz, ceza çekmesi gerekenleri savunmayan ve gerektiğinde departman arkadaşlarını da gammazlamayı göze alan yapısı onu sevilmeyen adam haline getirir: ama aklını kullanması ve siyaseti başarıyla gerçekleştirmesi, bir an da terfi almasına neden olur ve istediği rütbeyi alır. Bud White ise, çabuk sinirlenen, agresif, geçmişinde yaşanan sıkıntı nedeniyle kadınlara karşı farklı bir bakış açısı olan, gerçeğe ve doğruya ulaşmak için her türlü yola başvuran ve gerektiğinde adaleti kendi elleriyle sağlayan biridir. Üçüncü ve son polis Jack Vincennes ise; L.A. Polis Departmanını anlatan bir televizyon dizisine danışmanlık yapmakta, tanınmış ve gündemde olmayı seven, haşarı çocuk yapıda olan biridir. Bu üç kişi, bu yaşanan cinayet olayını soruşturmak için farklı yollardan ilerlerler ama şartlar onları bir araya gelirler. Ancak soruşturmanın çok çabuk sonuçlanması onları rahatsız eder. Ve araştırmaları onları çok güzel bir kadına kadar götürür.
Filmin en iyi özeti bu sanırım; yine de bu filmi izleyenlerin sanırım ortak görüşü harika bir senaryosu olduğudur. Bunun yanına filmin etkileyici kurgusu ile muhteşem oyuncu kadrosu, filmin İMDB puanını sonuna kadar hak ettiğinin göstergesi adeta. Ve para ve güç nedeniyle yöneticilerin ne kadar yozlaştığını gösterirken, bir kadının veya kadın bedeni nedeniyle bir şehirde neler yaşanabileceğinin göstergesi, iyi bir özet filmi var karşımızda: aynı zamanda, o dönem amerikasında yaşanan ‘hayaller şehri’ imajının nasıl da kötü sonuçlar doğurduğunun da kopyası niteliğinde bir film. Filmi izlerken 1950 li yıllar o kadar mükemmel yansıtılmış ki: kostümler, müzikler, arka planlar vs her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Filmin başlangıç kısmında ise, 50 li yılların renklendirilmiş görüntülerinden de faydalanıldı. Filmde bir çok karakter vardı ve bu da bir süre sonra ( filmin süresi de uzun ) isimleri karıştırmanıza neden olabilir: ama tüm karakterler en ince ayrıntısına kadar anlatılmış ve izleyiciye aktarılmış. Bu da kurguyu sağlamlaştıran sebeplerden biri. Senaryonun bu kadar geniş olmasını, yönetmen güzel bir şekilde bir araya getirip önümüze çıkartıyor.
Enterasan kurgusu, dönem şartlarını çok güzel bir şekilde aktarması, mükemmele yakın oyunculuk ve görsel olarak da tatmin edici bir izleme keyfi sürmesi ile beraber Kim Basinger, Russell Crowe, Guy Pearce, James Cromwell, Kevin Spacey gibi isimlerle donatılmış kadro ile beraber film zaten kendini izletmek için bas bas bağırıyor diyebilirim. Film Kim Basinger ve senaryosuyla iki Oscar kazandı. Polisiye filmler arasında bir baş yapıt olarak gösterilebilir. Kesinlikle izlenmeli ve ne kadar muhteşem bir senaryoya sahip olduğu görülmeli…
İyi seyirler…