Arap Kaymakam

Arap Kaymakam

Arap Kaymakam olarak bilinen Sadullah Koloğlu‘nun hayat hikayesini anlatan eser, ilginç bir yaşam öyküsünün okuyucuya aktarıyor. Arap Kaymakam’ın öz oğlu olan tarihçi Orhan Koloğlu tarafından kaleme alınan kitabın Aykırı Yayıncılık tarafından piyasaya sürülen 2. baskısı elimde bulunuyor. İlk baskısını 2001 yılında yapan eserin 2. baskısı 2011 yılında yapılmış. Yaklaşık 208 sayfa olan eserin son kısmında siyah beyaz fotoğraflara da yer verilmiş. Araştırma – İnceleme ve Tarih türünde nitelendirebileceğimiz eserin tamamen gerçek olaylara dayanması da bir başka ilginç yönü. Kitap hali hazırda kitap sitelerinde yaklaşık 35 TL’den alıcı buluyor.

Arap Kaymakam adlı eser yukarıda belirttiğim gibi gerçek olaylara dayansa da yazar Orhan Koloğlu’nun tarihçi kimliğini de ön plana çıkartarak bu ilginç yaşam öyküsünü roman havasında, sürükleyici bir şekilde okuyucuya aktarması, kitabı bir çırpıda bitirip düşüncelere dalmanıza neden oluyor (özellikle meslektaşlarının okuması lazım). Tarihsel bir romandan farkı anlatılan olayların gerçek olması: bu da ortaya bir otobiyografi tarzını çıkartıyor ancak okurken sizi sıkmıyor. Kitabı okurken Arap Kaymakam kimdir? Bu ismi nasıl almıştır? Toplumda bıraktığı izlenim nasıl? Görev yaptığı yerler nereler? gibi soruların cevaplarını bulabiliyorsunuz. Bu açıdan eserin genel kültür olarak da okuyucuya bilgi aktardığını söylemek mümkün.

Arap Kaymakam Kitap Özeti

Sadullah Koloğlu, kaymakamlık tarihinin karanlık sayfalarında kalmış, enteresan isimlerden biri aslında. Yazar Orhan Koloğlu, kitabın ilk sayfalarında önsöz niteliğindeki “Osmanlı’nın Son Kuşağı” başlıklı yazısında kitabı yazma serüveninden bahsederken, dönemin şartlarının da okurken aklımızın bir köşesinde kalmasını ve buna dikkat ederek okunması gerektiği uyarısında bulunuyor. Daha sonrasında hikayeyi Arap Kaymakam’ın ağzından bizlere aktarıyor. Ben Sadullah… Derne’de doğdum.” (s.7) cümlesi ile başlıyor hikaye (Ki Libyalı olması nedeniyle Arap Kaymakam deniyor). Daha sonrasında başlık başlık Sadullah Bey’in başından geçen olayları, yorumlarını, tespitlerini, kendine yönelik eleştirilerini okuyarak takip ediyoruz (Bu arada kitabın bir içindekiler kısmı yok). Ayrıca Arap Kaymakam’ın anlattıklarının yanında konuyu aktarma – okuyucunun kafasında canlandırması için bazı sayfalarda siyah beyaz resimlerinde olduğunu ekleyeyim.

Her başlık altında farklı bilgiler okuyucuya aktarılıyor: Arap Kaymakam’ın görev yaptığı bölgelerin yanında bu bölgelerin coğrafyası, kültürü, yaşam tarzı, ekonomisi, o dönem şartlarında devletin bulunduğu siyasi yönetim, ülkeler arası ilişki, haberleşme ağı ve yapılan faaliyetler gibi ayrıntılara yer veriliyor. Arap Kaymakam’ın Trabzon’da yaşadıkları ve valilik yaptığı Hakkari bölgesindeki faaliyetler hayranlıkla okuyacağınız bölümler: ki bu bölümlerde yaptığı faaliyetlerden noktası virgülüne kadar bahsetmesi, kendisini eleştirmesi, mal mülk peşinde koşmadan öldüğünde sadece 45 sterlini olması gibi ayrıntılar gerçekten ilginç bilgiler olarak göze çarpıyor.

Bu arada kitabın tam ismi şu şekilde: Arap Kaymakam – Libya’ya Başbakan olan Türk Kaymakamın Öyküsü.

Aslında eser; yazarın babası olan Arap Kaymakam Sadullah Bey ile dedesi telgrafçı Sakallı Eşref’in anılarını bir roman akıcılığıyla tarihi bir perspektif içinde okuyucuya aktarmasından oluşuyor. Sakallı Eşref İstanbullu bir beyefendi iken oğlu Sadullah Derne doğumlu: ülkemizin çeşitli illerinde görev yaptıktan sonra Libya’ya bir dönem başbakanlık yapmış ilginç bir sima. Cumhuriyetin kuruluşuna giden dönemin canlı tanıklarının başından geçenlerin, yaptıkları fedakar mücadelenin öyküsü diye özetleyebiliriz kitabı.

Sadullah Bey, İstanbul’da eğitimini tamamlarken, mülkiyeden “aliyyülâlâ” yani pekiyi derecesi” (s.31) ile mezun olmuş önemli bir isim. İkinci görev yeri olan Denizli’nin Buldan ilçesi, hayatı için bir dönüm noktasıydı: “Denizli’nin Buldan ilçesine atanmam bütün yaşamımı değiştirdi. Bölgenin zengin tarımsal üretimi olması ve büyük şehirlerde sıkı bir bağlantı içinde olması…” (s.55) Daha sonrasında ise farklı şehirlerde görev yapmaya devam etti: “İttihatçılar beni, bugün Kırklareli ilinin bir ilçesi olan Pınarhisar’a kaymakam olarak atadılar. Pınarhisar’dan sonra Vize ve Saray’ da da kaymakamlık yaparak Trakya kasabalarını dolaşacaktım. … Kişiliğimin burada, Pınarhisar’da belirginleştiğini ve ‘Arap Kaymakam’ diye ünümün öncelikle burada pekiştiğini söyleyebilirim. Bu lakabın esmerliğimden ileri geldiğini sanırsanız yanılırsınız. Aksine inanılmayacak kadar beyaz bir tenim vardır.” (s.58 – 59). Tabii görev yaptığı yerler bunlarla sınırlı değildi.

Daha sonrasında Karadeniz macerası başladı ki Arap Kaymakam olarak anılmaya başlaması da bu döneme aittir: “1922 yılının son günlerinde, Trabzon iline bağlı Maçka ilçesinin kaymakamlığına atandım. Böylece Karadenizlilerin ‘Arap Kaymakam’ı olarak ün yapacağım dönem başladı. … Maçka, Of ve Sürmene’de 1928’e kadar altı yıl süren kaymakamlıklarımda en büyük sorunum halkı yerleşik yaşama döndürmek oldu.” (s.101 – 102). Bir dönem Kadınhan’da görev yaptıktan sonra yeniden Of ilçesine ataması yapıldı: “1929 yılında beni alelacele tekrar Of’a atadılar.” (s.111). Bir dönem de Konya’da vali yardımcılığı yaptığını öğreniyoruz: “Yaşamamın en mutlu dönemlerinden birini Konya’da Vali Muavinliği yaparken geçirdim.” (s.113). Artık belirli bir kıdeme ulaşmıştı, sıra valilikteydi ki Hakkari Valisi olarak atandı: “Atatürk’ün son yılında, 1938 başında valiliğe atandım.” (s.114). Burada yaşadıkları gerçekten ibretlik.

Hakkari Valiliği döneminde yaşadıkları, bulunduğu il içerisinde şeyhlerin ve ağaların güçleri karşısındaki tutumu ve bu konudaki düşünceleri her Mülkiyeliye referans olacak sözlerdi. Makam araçları konusunda başına gelen ilginç olayı özetlediği “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nde ‘Makam Atı’ ile işleri yöneten tek valiydim.” (s.124) sözleri, gerçekten hem gülümseten hem de devletin o dönem ki şartlarını bizlere gösteren bir örnekti. Bunun dışında “Devlete bağlılık ve saygının ilçelerde gösterişli hükümet konağı bulunmasından geçtiğini biliyordum.” (s.109) cümlesi (ki Sürmene’nin Hükümet Konağını imece usulü yapması olayı okunası), önemli bulduğum bir diğer düşüncesiydi. Buradaki görevinden sonra yeni görev yeri yine Doğu’da bir ilimiz olan Bingöl’dü: “Aralık 1940’ ta Bingöl Valiliğine tayin emrim geldi.” (s.132). Gazi Mustafa Kemal’in ölümü sonrası başa geçen İsmet İnönü’nün eski muhalifleri partide önemli yerlere getirmesi sonrası “Tasfiye edilenler arasında Şükrü Kaya da vardı ve tabii onun zamanında yüksek görevlere geçenler… Bende bunlardan biriydim!” sözleriyle, valilik görevinden el çektirilmesini olayını özetliyordu.

Arap Kaymakam kitapta anlatıldığı üzere kendini işine vermiş bir insan olarak gözüküyordu ve bunu şu sözlerle anlatıyordu: “Devlet çöküp dağılırken kendi dinamizmi ile kendini koruması, kurtarması gerekiyordu. Herkesten önce kalkıp herkesten sonra yatıyor, ortalıkta aylak dolaşan insan bırakmıyordum. Minnacık bir kasabaya gerçekten yapabileceğinin üstünde projeler önermiştim.” (s.68). Bu da vatandaş tarafından sevilmesine, gittiği yerde iz bırakmasına, ayrıldıktan sonra adının sokaklarda yaşatılmasına neden olmuştu. “Daima Allah’a inanan ama şekilci davranışlara hiç önem vermeyen biri oldum.” (s.120) gibi bir portresi vardı. Başarısını da “Oysa ben halkla, hele köylüyle daima doğrudan konuşmayı yeğlemişimdir, başarımı da buna borçlu olduğuma inanırım.” (s.126) sözleriyle özetliyordu. Görevden alınmasının nedeninin farkındaydı, bunu da “Halk için diye yaptığım hizmetler ve aldığım takdirnameler hiçbir şeye yaramamıştı.” (s.137) sözleriyle dile getiriyordu.

Kendisinin valilikten azledildiği dönem İsmet İnönü dönemi olmasına, kendisini görevden alanların İnönü’nün ekibi olmasına rağmen ona karşı direkt cümleler kurmaması da garibime gitti: asıl suçluyu biliyor ama ona dokunduramıyordu. Hatta 2. Dünya Savaşı konusunda İnönü’yü açıkça destekliyordu: “… bütün saldırıların İnönü’nün şahsına yöneltilmesi doğrusu hazmedemiyorum. Savaşın nasıl bir felaket olduğunu bilmeyen insanların İkinci Cihan Savaşına sokturmadı için onu ‘erkekliğimizi yitiren adam’ ilan etmesini kabul etmem olanaksızdı.” Ve yine kurucu parti olan CHP’ye olan bağlılığını “Ülke CHP’nin kontrolünden çıktıktan sonra artık eskisi gibi olamayacağımıza kesin inanıyordum.” sözleriyle özetliyordu. CHP’de yaşanan değişimi ise “Değişmenin kaçınılmazlığı asla reddetmedim, ama nerde yoğunlaşması gerektiğinde çok farklı düşünüyordum.” (s.143) sözleriyle yorumlamıştı.

Arap Kaymakam önce Vali oldu sonrasında Libya’nın Türk Başbakanı

Bu kısımdan sonra Libya’da yaşadıkları, Libya’ya başbakan olması (Türk vatandaşı olup başka ülkede Başbakanlık yapan ilk isim) anlatılıyordu: “Türkiye’de Arap Kaymakam idim, Libya’da da Türk Başbakan diye anılmaya başlandım.” (s.162). Buradaki görevi sırasında da “… tezim, Batı’ya boyun eğmemek, ama uygarlığın getirdiklerini bütün insanlığın malı sayıp reddetmemek gerektiğine davranıyordu… Tıpkı Türkiye’de yaptığımız gibi…” (s.157) mantığı ile hareket etmeyi yeğledi. Bir dönem Sağlık Bakanı olarak da görev yaptı. Burada yaşadıkları arasında özellikle İngiliz ajanları konusunda yaptığı “Ben ilk kez gerçek İngiliz ajanlarıyla karşılaşıyordum. Doğrusu isteseniz, bilgilerine ve örgütlerine hayran kaldım. Libya’da onları iş başında gördükten sonra Lavrens’in bir simge olarak ve kafa karıştırmak için kullanıldığında aklım yattı. Gerçek güç “Entelijans Servis” dediğimiz örgütteydi.” (s.164) yorumu dikkatimi çekmişti. Hatta “Bizim kuşağın kafası Lavrens öyküleriyle doludur. Pek çoğu da uydurmadır.” cümlesini de kurmuştu.

Kitap hakkında özet geçmek gerekirse; Sadullah Bey’in büyük dedesi Konya – Karaman kökenli olup yaşadığı dönemde Osmanlı’nın bir vilayeti olan Libya’nın Derne vilayetine gelip yerleşen ve burada evlenen bir yeniçeridir. Sadullah Bey Derne’de maiyet memuru olarak göreve başlarken Osmanlı döneminde Hassa, Buldan, Pınarhisar, Vize, Saray, Maçka ilçelerinde kaymakamlık yaptı. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise Of, Sürmene, Kadınhanı, İznik, Karacabey, Çatalca’da kaymakamlık yaptı. 1938’de Hakkâri, 1940’ta da Bingöl valisi oldu. 1941’de emekliye ayrıldı. Kitabın yazarı olan Orhan Koloğlu ise babasının kaymakamlık yaptığı Konya’nın Kadınhanı ilçesinde doğmuştu. Arap Kaymakam emekliyken 1949 yılında bağımsız olan Libya’nın – Türk hükümetinden izin alarak – ilk başbakanlık görevini 1952 yılına kadar yaptı.

Gerektiğinde 3 hafta at sırtında yeni görev yerine gitmek için yola düşen Sadullah Bey’in bu fedakârlıkları kendisini de üzmüş olacak ki “Memleketim ve Halkım için her fedakarlığı yapmış olmanın iç huzuruna karşılık, en yakınlarımı ihmal etmenin burukluğunu ihmal etmenin burukluğunu üzerimden atamıyorum.” (s.183) cümlesini kullandı. Yaşadığı dönem itibariyle yaptıkları halk nezdinde karşılık bulduğundan sevildi, adı Arap Kaymakam oldu, sonra Vali oldu, hatta Libya’nın ilk Türk Başbakanı oldu, görev yaptığı dönemlerde elinden geleni yaptı ancak yaşadığı dönemi şu sözlerle özetledi: “Biz içerden, başkaları dışardan Osmanlı’yı yaşayamaz duruma getirip parçalanma kaçınılmaz olunca, üzerlerine düşeni yaparken ölümü göze almaktan geri kalmadılar ve hiçbir çıkar hesabına kapılmadılar.” (s.188). 76 yaşında doğduğu ülke olan Libya / Bingazi’de hayata gözlerini kapatan bu örnek insana Allah’tan rahmet diliyorum.

Arap Kaymakam adlı kitaba, küçük yaşlardan itibaren eğitime yönlendirilen ve kısa zamanda kaymakamlık, valilik ile Libya başbakanlığına uzanan bir serüveni anlatan mükemmel bir eser diyebiliriz: “Arap Kaymakam ve Sakallı Eşref kuşağı kendisinden sonra gelen kuşaklar tarafından yeniden ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.” (s.190). Dili akıcı, cümleler ve diyaloglar güzel, tarihi siyah beyaz fotoğraflarla bezenmesi bir başka güzel. Okurken sıkılmayacağınız, gerçek olaylara dayanan, döneminin her açıdan fotoğrafını da iyi yansıtan, başarılı bir eser. Bu arada Arap Kaymakam hakkında başkaca eserler olduğunu da öğrendim, onları da en kısa zamanda temin edip okumaya çalışacağım.

İyi okumalar.

Arap Kaymakam adlı kitaptan altını çizdiğim önemli kısımlar

“Osmanlı devletinde çok sorun yaratmış kesin olan bedeviler ise beklenmedik bir şekilde, Sünusi şeyhinin de yönlendirmesiyle İttihatçı genç subayların kumanda ettikleri direnci güçlendirmekte en çok katkıda bulunanlar oldular. … İttihatçı subaylar gizlice sivil kıyafetle çölü aşıp cepheye ulaşmak için çabalarken bedevilere yakalandıklarında ilk önce Müslümanlıklarını ispatlamaya çalışıyorlardı. … incelemenin sünnetli olup olmadıkları araştırmasına kadar vardığını …” (s.56 – 57)

“Hürriyetçilerin büyük bir çoğunluğu eski ittihatçılardı, hatta aralarında Rıza Tevfik gibi en büyük propagandacılardan biri bile vardı.” (s.77)

“İttihatçı – Hürriyetçi düşmanlığı kadar toplumumuza zarar vermiş başka bir şey var mıdır, Bilemiyorum. Onlar bizi mimledirler, biz onları mimledik ve sadece kendi kendimizi zayıflattık.” (s.84)

“Türkiye’den Yunanlı diye çıkarılan Karamanlı Rumları, Yunanlılar da Türk diye benimsememiş ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmışlardı.” (s.92)

“Çarşaf giymişi peçemi takmış ve bir arabanın arkasında elime tutuşturulmuş bir çocuğu pışpışlamakla üç gün geçirdikten sonra İstanbul’a vardık.” (s.97)

“Benim çözümüm halka üretim araçları sağlamak (tarla gibi) ve tembelleri çalışmaya zorlamaktan ibaretti.” (s.107)

“Bütün bu aşırıklarıma rağmen halkın benden kopmaması kendi çıkarım için hiçbir şey yapmamam ve her davranışımda onlara yararlı olacak eserler kazandırmamdandı. Nitekim Sürmene’den Kadıhan’a atandığımda o kadar üzüldüler ki, kentin sokaklarında birine ismimi verdiler.”

“Bizim yörede Çatak ilçesi var ki vaktiyle oranın kaymakamı bulunan Selanikli Lütfü Efendi kendisine vilayetten hiçbir yardımda bulunulmadığı halde bir içinde sadece kendi çabası ve girişimi sayesinde yirmi saatlik bir yol yaptı. Sonradan Bayındırlık Bakanlığına arz olundu, hesaplar sonucunda metresinin dört kuruşa mal olduğu anlaşıldı. Oysa kurallara göre metresine yirmi kuruş sarf edilmezse şose sayılmazmış.” (s.122)

“… burada şeyhler ve ağalar mutlak bir güce sahiptiler. Onlarla diyalog kurmadan işleri yürütmek de mümkün görünmüyordu.” (s.123) – Hakkari’deki tespiti.

“Sadece ağaya ya da o düzeyde mali gücü olana dördüncüyü alması şartmış gibi bakılır, aksi halde adeta iktidarsızmış gibi görülür.” (s.128) – çok eşlilik hakkında Hakkari özelinde yorumu.

“Kişiler soyuna çeker, soyludan soylu çıkar.” (s.131)

“Anadolu’nun dört bir tarafında ben dolaşırken, evin dağılmamasını sağlayan eşimdi.” (s.139)

“Kuşak değişmeleriyle toplumsal bellekteki özlemlerin de değişmesinin kaçınılmazlığı oldu.”

“Dürüst ve insanların yararı için çalışmanın gerçek ibadet olduğuna hep inanmışımdır.” (s.166)

“Elimde değildi ‘idare-i maslahçı’ olamıyordum. Bunun Türkiye ya da Libya’da bulunmakla bir ilgisi yoktu. Genlerime işlemiş bir alışkanlıktı. Öyküsünü herhalde bilirsiniz. Osmanlı’nın son döneminde, yabancı konsolosunun her işine karışmasından pek sıkılmış ve bir yazıyla durumu Babıali’ye yansıtıp çözüm sormuş. Kısacık bir telgrafla yol göstermişler: ‘İdare-i maslahat ediniz.’ Bir süre daha dayandıktan sonra vali sonucu bildirmiş: ‘İdare konsolosta, maslahat bizde kaldı.’ Arapçı kökenli olan maslahat ‘iş’ anlamına gelir. Anlaşıldığına göre valinin bu yanıtından sonra erkeğin cinsel organı anlamında kullanılmaya başlamıştır.” (s.172)

“Haçlı Seferleri sırasında bir Hristiyan’la bir Müslüman Kudüs’te dost olmuşlar. Birbirlerini o kadar sevmişler ki, domuz hariç yedikleri, şarap hariç içtikleri ayrılmaz olmuş. Günün birinde haçlı dişlerinin dökülmesinden, diş etlerinin ağrılarından şikâyet etmiş. Müslüman, Limon yemeğe alışkın oldukları için Akdenizlilerin bu rahatsızlıkları duymadıklarını söylemiş ve bir denemesini öğütlemiş. Limonu o kadar övmüş ki, hiç görmediği bu meyveye adam adeta âşık olmuş ve elmaya benzetip dişlemiş. Ağzı acı bir sıvıyla dolunca, mutlaka beni zehirlemek için yaptı bunu, diye düşünmüş ve karşısında gülümseyerek duran dostunun, bir kafir daha eksilttim diye düşündüğüne inanarak kılıcını çekip öldürüvermiş zavallıyı.” (s.174)

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık