Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine

Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine

Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine adlı kitap, 19. yüzyılın en önemli entelektüellerinden biri olan John Stuart Mill tarafından 1860 yılında yayımlanan Özgürlük Üzerine adlı yapıtının ikinci bölümünün Türkçe’ye çevrilmiş hali olarak okuyucunun karşısına çıktı. Eserin farklı yayınevleri tarafından basımları mevcut ancak elimde bulunan Can Yayınları tarafından 11. baskısı yapılan (ilk baskısı 2019 yılında, elimdeki kitap 2021 tarihli) eser toplamda 64 sayfalık bir kısa klasik diyebiliriz. Kitabın ilk sayfalarında “bu kitap ilk kez 1859’da J.W.Parker and Son tarafından yayımlanmıştır. Bu baskıda kaynak alınan baskı: Bantham Books, Inc., 1965” notunu küçük puntolar şeklinde görüyoruz. “Kısa Klasikler 3” alt başlığa ve “On Liberty” orijinal adına sahip bu kült eserin çevirisi ise Cem AKAŞ’a ait.

Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi: bir kitabı elime aldığımda okumaya başlamadan önce kitabın yazarını küçük de olsa incelemek, araştırmak isterim. Bu tip klasik kitaplarda ise genelde yazarın hayat hikayesinden bahsedilir: bu da kısa araştırmama kitap kaynaklı başlamak demek benim için. Daha ilk sayfalarında kitabın yazarı hakkında bilgi verilmiş: “İngiliz sömürgesi Hindistan’ın tarihini yazan ve Bentham’ın yararcılık kuramının savunucularından biri olan James Mill’in oğludur. 19. Yüzyılın en önde gelen entelektüellerinden biri olan Mill felsefe, ekonomi, psikoloji ve sosyoloji alanlarında etkinlik gösterdi, yirmi yaşına basmadan Utilitarian Society’nin (Yararcılık Cemiyeti) lideri oldu.” (s. 7) Devamında ise kitabın çevirisi yapan Cem AKAŞ’ın kısa bir biyografisi var.

Sonrasında ise Önsöz kısmıyla devam ediyor eser: bu kısımda da kitabı çeviren arkadaşımızın öncelikle yazar hakkında yine kısa bir bilgi vermesi ile karşılaşıyoruz ki burada şu cümleler benim ilgimi çekti: “1828’de ciddi bir bunalım geçirdi, bunu aldığı eğitimin ağırlığına bağladı. Bunalımdan çıktığında yararcılık ilkesini temelde hala savunuyordu, ama görüşlerinin önemli bir bölümünü gözden geçirmiş ve değişiklikler yapmıştı. ” (s. 9) İfade özgürlüğü ve tartışma adabının günümüzde artık daha da sağlıksız bir şekilde karşımıza çıktığını düşündüğüm ortamda insanların düşüncelerinin değişebileceğinin en güzel örneğinin yazarın kendi hayatında birebir yaşaması, kitabı okumadan önce benim gülümseten bir ayrıntı oldu.

Çevirmen önsöz kısmında “Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üstüne J.S. Mill’in 1860’ta yayımladığı Özgürlük Üzerine yaptığının ikinci bölümünü oluşturuyor.” sözüyle ilk paragrafta verdiğim ayrıntıyı yineliyor ama peşi sıra kullandığı “Bu metinde de, düşünce özgürlüğünün on yıllardır tartışıldığı ama pek az ilerleme sağlanabildiği,
dinsel inancınsa hala tabu sayıldığı Türkiye için çok önemli bir kaynak niteliğinde.”
cümlesini hem de son cümlesinde kullanması çok yakışıksız bir hareket olarak gözüme çarptı diyebilirim. Çevirmenin öznel yorumunu önsözün final kısmına hem de son paragraf olarak eklemesi, bana göre acemilik. “Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üstüne” adlı bir eseri çeviriyorsun, önsöz kısmını da yazıyorsun ama son paragrafına aşırı öznel bir yorum ekliyorsun: sonra, ‘vay efendim tartışamıyoruz!’. Tartışamazsın tabii ki, tanıtımı yanlış yapıyorsun. Cesaretini taktir (!) etmekle birlikte, yanlış buluyorum. Bir de çevirmen olarak bu kadar derinlemesine yorum yapmaya gerek yok.

Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine

Kitaba dönelim, ben de olayı biraz kişileştirmeye başlamadan hem de Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine adlı eseri yorumlamaya devam edelim:

Yazar eserinde düşüncenin önemini anlatmak için tarihsel/dini örnekler vermekten geri kalmadı: “İlk din şehitlerini taşlayanların kendilerinden daha kötü insanlar olduğunu düşünen Ortodoks Hristiyanlar, taş atanlardan birinin Aziz Pavlus olduğunu anımsamalı.” (s. 23) ve “Sokrates öldürülmüştü, ama Sokratik felsefe gökyüzündeki güneş gibi yükseldi ve bütün entelektüel dünyayı ışınlarıyla aydınlattı. Hristiyanlar aslanlara atılmıştı ama Hıristiyan Kilisesi görkemli ve dal budak veren bir ağaç gibi büyüdü, daha eski ve daha cansız bitkileri bastırdı, gölgesiyle onların büyümesini durdurdu.” (s. 31) gibi cümleler buna örnek olarak verilebilir. Ancak bunlar bana göre çok uç örnekler. Kitapta bunun gibi Hristiyanlara yönelik ifadeler oldukça fazla, bazılarını aşağıya ekliyorum:

Ama Ortodoks sonuçlara ulaşmayan bütün araştırmaların yasaklanmasına en çok zarar gören, heretiklerin kafaları değildir. En büyük heretik olmayanlara verilir, çünkü heretik korkusuyla zihinsel gelişimleri engellenir ve mantıkları siner. Umut vaat eden bir yığın beynin ürkek karakterlerle birleşmesinden dolayı dünyanın neler kaybettiğini kim hesaplayabilir? Cesur, güçlü, bağımsız bir düşünceyi sonuna kadar götürmeye cesaret edemez bunlar, çünkü kendilerini dinsiz ya da ahlaksız bir duruma düşürmesinden çekinirler. (s. 32)

Bütün Hıristiyanlar; … paltolarını alana ceketlerini de vermeleri gerektiğine, … mükemmel olmak istiyorlarsa ellerindeki her şeyi satıp fakirlere vermeleri gerektiğine inanır. (s.42)

İnsanlığın ahlaki anlamda yenilenmesi içim, yalnızca Hristiyan kaynaklarından çıkarılabilecekler dışında kalan etik kuralların, Hristiyan etiğiyle yan yana var olması gerektiğine inanıyorum; Hristiyan sisteminin, insan zihnin şu anki kusursuzluktan uzak durumunda, doğruyu bulmak için görüş çeşitliliğinin gerekli olduğu kuralına bir istisna oluşturmadığında inanıyorum. (s.55)

Edebiyat tarihiyle en sıradan ilişkisi olanların bile bildiği gibi, en soylu ve en değerli ahlaki öğreti, Hristiyan inancını bilmeyenlerden değil, bilip de reddedenlerden gelmiştir, bu gerçeğin unutulmasının doğruya hiçbir yararı olmaz. (s.55)

Düşünce ve tartışma özgürlüğü üzerine adlı kitaptan

Düşünce Özgürlüğü ve Tartışmanın Sınırı Olmalı mı?

J.S.Mill filozof ve düşünür olmasının yanında ismini İktisat derslerinde de duyduğum, ekonomi – iktisat alanında yaptığı çalışmalar ile bilinen biri. Bunu neden söyledim? Çünkü kitap boyunca düşünce özgürlüğünün bir sınırının olamayacağını söyleyen bir yapısı var: tıpkı ekonomi kitaplarında söylendiği gibi hazzın ve mutluluğun insan için en büyük amaç olduğunun söylenmesi gibi. Fakat gerçek hayatta karşılığı tam olarak olmayan bu durumun aksi örneklerin olduğu da açık: yaşamak sadece haz alma olmayabilir ya da her insan her istediğini söylemeyebilir. Genellemekten ve genelleşmekten nefret eden tek ben miyim?

Örneğin “benim oyum çobanla bir mi?” cümlesi bir düşünce özgürlüğü olmamalı veya birine hakaret – küfür etmek ifade özgürlüğü olmamalı: bunun anlamı tabii ki herkes sussun da demek değil. “Görüş çeşitliliğinin aşamalı olarak daralması kelimenin iki anlamıyla da gerekliyse, yani kaçınılmaz hem de onsuz olmazsa, bu onun bütün sonuçlarının yararlı olacağı anlamına gelmez.” (s. 45) diyerek yazar bunun tam tersini düşünse de, bana göre ‘gerçeği’ kabullenemiyor. “Sınırsız özgürlüğü” bir nevi saplantı haline getirmiş olmalı. Buna rağmen kitabın sonuna doğru, hayatında yaşadığı değişimi de bir nevi yaşıyor ve biraz daha vitesi düşürüyor gibi oluyor.

Ben, J.S.Mill ile aşık atacak konumda, bilgide, tecrübede olmayabilirim: bu yazıyı yazmaktaki cesaretim, onun kitabında belirttiği ve savunduğu düşünce özgürlüğü konusu nedeniyledir. Tabii ki yazarla aşık atacak, ona cevap verecek yetkinlikte insanlar vardır, olmuştur, onları daha okuma şansı da elde etmemiş olabiliriz: ancak benim demek istediğim, yazar özellikle dini konularda (her ne kadar Hristiyanlığı daha çok öne çıkarsa da) verdiği örneklerde bile aşırı önyargılı davranıyor bana göre. Yorumlarına kattığı palto vs. gibi örnekler Hristiyanlık dininin tamamı değil ki? (Bana Hristiyanlığı savunduracak neredeyse :ı) Demek istediğim: dini öğretiler üzerinden eleştiri de bulunuyor ancak yaşadığı dönemdeki dini öğretiler dinin kendisi değil ki. Hele hele dinin ve dini öğretilerin eleştirdiği duruma gelmesinde herkesin istediği gibi din hakkında yorumda/değişiklikte bulunması önemli bir etken değil mi?

Özet geçmek gerekirse yazar, düşüncenin özgürce dile getirilmesini istiyor: çünkü her düşüncenin içerisinde az da olsa doğru barındırabileceği kanısında. Bu nedenle yazarın mottosu herhalde her düşünceyi dinle, yanlış olsa bile içindeki tek doğruyu al ve devam et. “Bu kadar basit” demek isterdim ama yazar kadar basit göremiyorum bu konuyu. Ancak yazara göre basit olan bu durum kitapta anlatılırken o kadar sarpa sardırılmış ki, ne demek istediğini aslında okuyucu olarak anlıyoruz ama yüzlerce cümleyi neden kurduğunu anlayamıyoruz. Bir de daha önemlisi dini öğretiler konusunda ne kadar olumsuz gördüğü varsa, hepsini almış, örnek olarak vermeye kalkmış: halbuki gözlemlerinden daha soyut şeylerden bahsetse, daha iyi olmaz mıydı? Bana göre evet.

Okurken altını çizdiğim cümleler, doğru tespitler, tam on ikiden vuran isabetli vuruşlar var ama eser o kadar da mükemmel değil. Bir blog yazısı gibi… (Burada kendimi eleştirdim aslında) Yine de Özgürlük Üzerine adlı yapıt hala günümüzde haklar ve özgürlükler konusunda adından söz ettiren bir baş yapıt olarak dikkati çekiyor ve bu eserin en önemli bölümlerinden biri olan Düşünce ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine kısmı da okunmaya değer. Özellikle tartışmayı bilmeyen, düşüncelere saygısı olmayanların mutlaka okuması gerekiyor. Kitabın tamamında yazar düşüncenin özgür bir ortamda tartışılabilmesinin toplum için ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaya çalışıyor, bizde peşinden koşuyoruz.

Bana göre sonuç şu: Sayın Mill, herkes her istediğini düşünmesin/yapmasın; insan olarak ona yakışan neyse, onu düşünsün, onu yapsın. Ancak bunu yaparken 140 karakterlik düşünerek hareket etmesin, dolu dolu olsun, bilsin, öğrensin. İnsanlık için bazı doğrularda net olsun, bu doğrular sorgulanmasın: çünkü düşünce özgürlüğünde ipin ucunu kaçırırsan, Hristiyanlık gibi dinlerdeki yozlaşmalar ortaya çıkabilir. Aslında fazla özgürlük, insanlığı yozlaştırır. Yoksa herkesin hür iradesiyle düşüncelerini temellendirerek ifade etmesine karşı boynumuz kıldan ince, saygımız sonsuz.

Kitaptan altını çizdiğim bazı kısımları da sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Muhakemesi gerçekten güven duyulmayı hak eden bir kişiyi ele alalım, bu duruma nasıl gelmiştir? Çünkü söz konusu kişi, görüşleri ve davranışlarıyla ilgili eleştirilere zihnini açık tutmuştur. Çünkü ona karşı söylenebilecek her şeyi dinleme alışkanlığı vardır; eleştiriden haklı olduğu ölçüde yararlanma ve hatanın hata olduğunu hem kendine hem de bazı durumlarda başkalarına açıkça anlatma alışkanlığı vardır. Çünkü bir insanın bir konun tamamını bilmeye yaklaşmasının tek yolunun, her türlü farklı görüşe sahip insanları dinlemek, her türden zihnin bu konuya bakış biçimlerinin tümünü incelemek olduğunu hissetmiştir. Hiçbir bilge, bunun dışında bir biçimde elde etmemiştir bilgeliğini; insan aklının başka bir şekilde bilgelik kazanması da doğasına aykırıdır.” (s. 16-17)

“Bir görüşün yalnızca yanlışlığı değil sonuçları açısından zararlılığı – yalnızca sonuçlarının zararlılığı da değil, görüşün kendisinin (benim tümüyle nefret ettiğim sözcükleri kullanmak gerekirse) ahlaksızlığı ve dine saygısızlığı konusunda herhangi birinin inancı ne kadar sağlam olursa olsun; ülkesinin halkının ya da çağdaşlarının ortak yargısını da arkasına alsa, onu destekleyecek görüşün dile getirilmesini engelliyorsa, hata yapmaz olduğunu var sayıyor demektir. Görüşün ahlaksız ya da dine saygısız olduğu söylendiği için bu varsayımın daha az karşı çıkılır ya da daha az tehlikeli olması şöyle dursun, en ölümcül olduğu durumdur bu. Bir kuşağın insanlarının, sonraki kuşakları şaşkınlığa ve dehşete düşüren o korkunç hatalar, tam da böyle durumlarda ortaya çıkar. Kanunların gücünün, en iyi insanları ve en onurlu öğretileri yok etmekte kullanıldığı unutulmaz tarihsel anlar bunların arasından çıkar; insanlar söz konusu olduğunda kanun gücü iğrenç bir başarıyla kullanılmıştır kullanılmasına; ama bu öğretilerden bazılarına, onlardan ya da onların genel geçer yorumlarından ayrılan insanlara karşı benzer davranışları savunmak için (alay edercesine) başvurulduğu da olmuştur.” (s.21)

“Bir düşünür olarak ilk görevinin, aklının gittiği yere gitmek olduğunu kavramayan hiç kimse büyük bir düşünür olamaz.” (s. 32)

“Cicero’nun mahkeme önünde başarı kazanmanın yolu olarak kullandığı yöntemi, gerçeğe ulaşmak için herhangi bir konuyu inceleyen herkesin taklit etmesi gerekir. Davanın yalnızca kendi tarafını bilen, davayı pek az biliyor demektir.” (s.36)

“Onlardan farklı düşünenlerin zihinsel konumuna kendilerini sokmamışlar, o insanların neler diyebileceklerini düşünmemişlerdir; dolayısıyla da benimsedikleri öğretiyi sözcüğün gerçek anlamıyla bilmezler.” (s.37)

“Canlı bir kavrayış ve yaşayan bir inanç yerine, ezberlenmiş birkaç söz kalır geriye; anlamdan geriye herhangi bir şey kalırsa, bu yalnızca kabuğudur, özü kaybolur. Bu gerçeğin insanlık tarihinde kapladığı ve doldurduğu bölümü ne kadar ciddiye alarak incelerseniz ve üzerinde düşünseniz azdır.” (s. 39)

“Burada inanç, zihin dışında kalıyor gibidir, yapımızın daha üst bölümlerine yönelen tüm diğer etkilere karşı zihni sertleştirir, kabuklaştırır; taze ve inandırıcı hiçbir düşüncenin içeri girmemesini sağlayarak gücünü gösterir, ama zihne ve kalbe, onları boş tutmak amacıyla bekçilik yapmak dışında hiçbir yararı olmaz.” (s.41)

“Herhangi bir konuda, dünyanın görünüşündeki oydaşmasına istisna oluşturan insanlar çıktığında, dünya haklı olsa bile, karşıt görüşte olanların dinlemeye değer bir şeyler söylemesi ve doğrunun da onların sessiz kalması sonucunda bir şeyler yitirmesi her zaman mümkündür.” (s.51)

“Topraklarında yaşayanlar arasında bir görev için daha uygun biri varken başkasını o göreve atayan hükümdar, Tanrı’ya Devlete karşı günah işler, ilkesi Yeni Ahit’te değil, Kuran’dadır.” (s.53)

“İnsanlar her iki tarafı da dinlemek zorunda bırakılıyorsa her zaman umut vardır; yalnızca bir tarafı dinlerlerse hatalar katılaşıp önyargıya dönüşür, doğru da artık doğruluk etkisi yaratmaz olur, çünkü abartılarak yanlış haline getirilmiştir.” (s. 56)

“Dolayısıyla doğru ve adalet adına, nefret dolu bir konuşma biçimin bu şekildeki kullanımını
engellemek, diğerin engellemekten çok daha önemlidir ve eğer seçmek gerekseydi, inançsızlığa saldırıları engellemekten çok daha gerekli olurdu. Yine de kanunların ve yetkililerin, ikisini de engellemekle uğraşmaması ve her halükarda kararın, tekil durumların koşullarına bakılarak verilmesi gerektiği açıktır; tartışmanın hangi tarafında olursa olsun, davranışlarında dürüstlük eksikliği, kötü niyet, önyargı ya da tahammülsüzlük görülen herkes kınanmalıdır.”
(s.59)

İyi okumalar…

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık