Geçmişe Yolculuk, ünlü yazar Stefan Zweig tarafından kaleme alınan ancak ölümünden oldukça geç bir tarih olan 1970’li yıllarda gün ışığına çıkarılan bir eserdir. Orijinal adı Die Reise in die Vergangenheit olan eser, yaklaşık olarak 56 sayfa boyutundadır. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından ilk basımı 2018 yılında yapılan eserin elimdeki baskısı ise 2022 yılında yapılan 11. basıma aittir. Dünya klasikleri arasında yer alan eserin birçok yayınevi tarafından piyasaya sürüldüğünü de belirteyim. Halihazırda bu yazıyı yazarken piyasada 7 ila 15 TL arasında satıldığını da söyleyelim. Regaip Minareci tarafından Almanca aslından çevrilen eserin yazar tarafından 1920’li yıllarda kaleme alındığının tahmin edildiğini de ekleyelim.
Öykü türünde nitelendirebileceğimiz bu edebi eserde aşkın sınır tanımazlığının en yoğun olarak işlendiği bir olay anlatılıyor. Zaman, mekan ve koşullar değişse bile unutulmayan tutkulu bir yasak aşkın hikayesi, yazarın neredeyse her kitabında işlediği Birinci Dünya Savaşı döneminde geçiyor. Araya okyanuslar girse de, savaşlar olsa da bitmeyen bir tutkuyla birbirlerini sevmeye devam eden aşıkların yıllar sonra yeniden buluşmalarıyla yaşadıkları duygular okuyucuya başarıyla aktarılıyor. Geçmişe Yolculuk, konusu aşk olması hasebiyle mi bilinmez: daha çok kadın okurların okuduğu bir eser olduğunu da söylemek lazım: bir kitap / okur sitesinde kitabı okuyan yaklaşık 21 bin okuyucunun %75’inin kadın olması bu düşüncemi doğruluyor.
Geçmişe Yolculuk adlı eser aslında bir novella. Öykülerden daha uzun, romandan daha kısa, ancak öyküden daha karmaşık olan anlatı türü olarak tanımlanan novella, tıpkı roman (novel) gibi "yeni, taze, sıra dışı" gibi anlamlara gelen İtalyanca novella/novus sözcüğünden türemiştir ve bir bakıma romanın küçük kardeşidir. Elimdeki bu eseri de Novella olarak tanımlayabiliriz.
Geçmişe Yolculuk Kitap Özeti
Geçmişe Yolculuk, bir tren istasyonunda başlıyor. Kendi halinde, yoksulluk çekerek hayatına devam eden orta halli bir kimya öğrencisi, bir fabrikada işe başladıktan sonra fabrikanın yöneticisinin en yakın sırlarını paylaşabileceği biri haline gelir. Fabrika yöneticisi bu gencimizi evine davet eder. Burada karısına aşık olduğunu fark eden karakterimiz daha sonra işi gereği Amerika’ya gider ve o sırada Dünya Savaşı ortaya çıkar. 9 yıllık süreçte patronunun eşiyle aralarında mektuplaşma kesilir, genç karakterimiz Meksika’da evlenip çocukları olur, patronu ölür ve uzun bir süre sonra ancak ülkesine döner. Aşkı hala kalbindedir ama artık ikisi de 9 yıl önceki gibi değillerdir.
Her iki karakter için geçmişte yaşanılanların yanında yaşanamayanlar hep akıllarında soru işareti olarak kalmıştır. Yıllar sonra bir araya gelmelerine rağmen ikisi çok şey yaşamış, birbirlerini sevseler de artık benlikleri değişmiştir. Sözlerini tutmak için yola çıkarlar ama akıllarından onlarca varsayım geçmektedir. Değişmiş benlikleriyle geçmişteki hisler aynen yaşanır mı sorusu kafalarını kurcalamaktadır. İki ana karakterin arasında geçen diyaloglar ve ruhsal durumlar yine başarılı bir şekilde betimlenmiş diyebiliriz. İki karakterimiz arasındaki konuşulan ve konuşulmayanlar okuyucuya öyle güzel aktarıldı ki her iki karakteri de yaşarcasına anladığımızı söylemek mümkün herhalde. Bazı anlatımları o kadar yalın ve bir o kadar da mükemmel ki, örneğin: “Gelmekle ne iyi ettin! sesi nasıl içtiğini anımsadı” (s. 33).
Aslında kitap, çok klasik bir kurgu ile ilerliyor. Fakir genç, zengin kadın, yasak aşk… Bunlar artık Yeşilçam filmlerinde bile gördüğümüz sahneler değil mi? Ancak burada sorulması gereken sorular başkadır: Acaba adam döndüğünde aralarındaki aşk hala taze mi kalacaktır? İlk günkü hislerle birbirlerini sevecekler mi? Yoksa ikisi de birer yabancı mı olacak? Halbuki geçmiş artık geçmiştir, duygular zamanında yaşanmalıdır. İstekler ve hevesler dondurulup saklanamaz, zaman geçer ve insanlar değişir. İşte yazarın yeteneği burada ortaya çıkıyor: Stefan Zweig bu kısımda kaleminin ustalığını konuşturuyor ve hem betimlemeleri hem diyalogları hem de duyguları yansıtması ile okuyucuyu mest ediyor diyebiliriz. Kitapta yasak bir aşkın arasına; yıllar, dağlar, denizler ve savaş girerse “Ne mi olur?” sorusunun cevabını okuyoruz.
Stefan Zweig bize bu kitabında ne anlatıyor?
Geçmişe Yolculuk, yazarın geç gün yüzüne çıkmış ancak yine içerisinde savaşı barındıran, yalın anlatımıyla yine okuyucuyu içerisine çeken, betimlemeleriyle mest eden, klasik bir konu işlerken bile çokça şey düşündüren yapısıyla dikkat çeken bir eser. Dünya klasikleri ile Stefan Zweig hayranlarının zaten kaçırmadan okuyacağı bir kitap diyebiliriz. Yasak aşkın cazibesi, ayrılıklar ve kavuşma üzerine etkileyici bir novella diyebiliriz. Okuyucunun tahmin ettiği şekilde kitabın bitmemesi dikkati çeken bir diğer unsur. Bazı kaynaklarda eserin tamamıyla bitmediğini belirten yorumlar olduğunu da ekleyelim.
Öğrendiğim yeni kelimeler ve altını çizdiğim sözler:
“Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı” (s. 11).
“Adamın şimdi aldatılmış milyonlarca insan gibi tek tesellisi, bu çılgınlığın uzun sürmeyeceğine dair taşıdığı umuttu, çığırından çıkmış diplomatların ve generallerin yol açtığı bu budalaca oyun bir kaç hafta ya da birkaç ay içinde son bulurdu” (s. 27).
Brendi: Brendi, damıtılmış şaraptan üretilen yüksek dereceli alkollü içki. Üzümden yapılan şarabın yanı sıra mayalanmış başka meyvelerden, mesela elma ve kirazdan da üretilir. Genellikle yemek sonrası tüketilir. İyi kalite brendilerde rengi ve aromanın bir kısmını sağlayan, içerisinde bekletildikleri meşe fıçılardır.
İyi okumalar.