Yeni bir çağ başlatan internet, son yıllarda sosyal medya kanalıyla hayatımızın her aşamasında yer almaya başladı. Öyle bir akım ki bu, karşısında durmanız, hayır ben ilgilenmiyorum demeniz mümkün değil. Artık birçok haberi, gelişmeyi, duyuruyu, reklamı; internetten ve onun en aktif oyuncusu olan sosyal medyadan öğrenmeye başladık. Kimi zaman ise kasıtlı ya da kasıt içermeyen, ama yanlış; birçok habere de rastlıyoruz. Sosyal medya o kadar güçlü bir silah olmaya başladı ki, internetin ve sosyal medyanın doğduğu ve geliştiği yer olan ABD’de, piyasaların anlık düzeyde derinden etkilenmesine neden olabildi. Geçtiğimiz nisan ayında ABD’de uluslararası haber ajansı Associated Press (AP) tarafından atılan 140 karakterlik bir “tweet”, borsa endeksi Dow Jones’un bir anda 143 puanlık düşüşüne neden oldu. Her karakter 1 puan niteliğine büründü. Atılan “tweet” şu şekildeydi: “Beyaz Saray’da iki patlama oldu. Başkan Obama yaralandı.” İşte bu yalan haber, 2 milyondan fazla takipçisi olan AP haber ajansından gelince, Borsa’da 3 dakika içinde 136 milyar dolarlık değer kaybına yol açtı. AP haber ajansı da bu haberi “Twitter” üzerinden öğrendi; anlaşılacağı üzere bu bir “hacker” saldırısıydı.
Sosyal medya, sağladığı birçok avantajın yanı sıra kötü niyetli kullanıcıların elinde önemli bir silaha dönüşebiliyor. Peki, sosyal medyayı etkileyen, sosyal medyanın gündemini oluşturan nedir? Çekilen küçük bir fotoğraf karesi, yaşanan anlık bir hikâye kimi zaman kitleleri harekete geçiren çok önemli bir araca dönüşebiliyor. Bu öyle bir güç ki, geçtiğimiz dönemde izlediğimiz Arap Baharı rüzgârının, 2011’de Londra’daki eylemlerin ve ABD’deki Wall Street eyleminin çıkış noktası ve hatta sürecin ta kendisi idi. Elbette ki, tüm bu süreçlerde dış güçler, istihbarat kurumları ve basın aktif roller üstlenmiş olabilir. Ancak sosyal medyanın önlenemez gücü, artık tüm kesimlerin kabul ettiği su götürmez bir gerçektir.
Sosyal medyanın gücü sadece kitleleri harekete geçirmekle kalmıyor, dolaylı ya da doğrudan, ülke rejimlerini, ekonomik düzenlerini ve yaşam ortamını etkileyebiliyor. Bir kıvılcımla başlayan süreçler, farklı unsurların devreye girmesiyle bir yangına dönüşebiliyor.
Dünyada örnekleri olduğu gibi, Türkiye’de de sosyal medya aracılığıyla örgütlenen kitleler çeşitli eylemlerde bulunuyor. Son haftalarda bunun en büyük örneğini yaşadığımız Gezi Parkı eylemi, eylemin ana amacının yanında türev amaçlarıyla birlikte gündemdeki yerini koruyor. Eylemin kitlesel genişliği ve süresinin uzaması beraberinde birtakım ekonomik etkilere de neden oldu. Borsa’da eylemin başlangıcından ilk iki haftalık süreçte 67 milyar TL kayıp yaşandı. Faizlerde yükselme gözlendi, döviz kuru dalgalanmaya başladı. Turizm sektöründe gözlenen bazı iptaller, dış dünyada Türkiye algısının olumsuz yöne çekilmesiyle hız kazandı. Öte yandan Gezi Parkı çevresindeki yerel ekonomi ve esnaf da bu süreçten oldukça etkilendi. Bu süreç bize şunu bir kez daha gösterdi ki; sosyal olayları iyi analiz etmek gerekiyor. Belki makroekonomik etkileri kısıtlı olsa ya da şu andan öngörülemese de, bu tür sosyal olayların ekonomiye kısa ya da uzun dönemde etkisi kaçınılmazdır.
Bir defa Gezi Parkı ile başlayan eylemleri ister samimi aktivistler yapsın isterse provokatörler, isterse sade vatandaşlar destek versin; ekonomik sonuçları değişmeyecektir. Mademki, hızla gelişen bir ekonomi olduğunuzu rakamlarla gösteriyorsunuz, uluslararası bir güç merkezi olma hedefiniz var, bölgenizde etkin bir devlet olacağınızdan bahsediyorsunuz; tabii ki bundan rahatsız olan tüm güçler en ufak bir olayda aleyhinize tavırlar, operasyonlar ve yayınlarda bulunacaktır. Bu da onların en büyük hakkıdır. Öyle ki, CNN International, saatlerce Gezi olaylarını, hem de canlı yayınla vermiştir. Alt yazı olarak Suriye’de bir bombanın atıldığı ve 24 kişinin öldüğü yazmış, ama bu haber bile Gezi olaylarını gölgede bırakamamıştır. Bu öyle bir yayındır ki, Arap Baharı yayınlarını anımsatmaktadır. Gezi olaylarının Arap Baharı hareketleriyle benzeşmediği bilinse de, bu tür yayınlar dışarıdaki Türkiye algısına, ülke ekonomisine, ülkenin demokratik görünümüne zarar vermektedir.
İktidardan memnun olmayan ya da ona oy vermeyenler için Gezi Parkı ile başlayan eylemler bir fırsat olarak görülmüş olabilir; ki bahsi geçen kesimin demokratik çerçeve içerisinde haklı oldukları alanlar da söz konusudur. Daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi istemek en doğal haktır. Ancak tüm kesimlerin, büyük resme bakma ve onu analiz etmeye ihtiyacı vardır. Eylemi tamamen dış güçlerin oyununa benzetmek de, eylemin amacını aşan provokatif kısımlarını görmezden gelmek de bizi ideolojik körlüğe itecektir.Gezi Parkı ve devamında gelişen eylemleri komplo teorilerine bağlamak da mümkündür. Dış güçlerin, bu ve benzeri olayları ne kadar iyi kullandıkları, özellikle içinde bulunduğumuz coğrafya açısından bilindik bir gerçek. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, bir komplo teorisinin uygulanabilmesi için sosyolojik ve psikolojik temel altyapının varlığı gereklidir. Yani toplumun tamamında ya da bir kısmında biriken psikolojik ve sosyolojik sorunlar olmasa, istediğiniz teoriyi uygulayamazsınız. Meseleyi sadece dış güçler ekseninde değerlendirmek ya da ülkenin ekonomik istikrarıyla birebir ilişkilendirmek yüzde yüz doğru değildir. Bunlar alt gerekçeler ve türev sonuçlar olarak kabul edilebilir. O yüzden bu tür sosyal olayları analiz ederken, öncelikle bu olayların ortaya çıkması ve gelişmesine neden olan temel gerekçeler sorgulanmalıdır.
Ekonomi özellikle bizim gibi ülkelerde kırılgan bir yapıya sahiptir. Bugün makro göstergeleriniz olumlu seyretse de; konjonktürel bir etki, ters bir rüzgâr reel ekonominizi derinden etkileyebilir. Bu derinden etkilenme uzun dönemde makro dengeleri de bozabilecektir. Tabii şu da bir gerçektir ki, Türkiye ekonomisi önceki dönemlere göre daha güçlü bir yapıdadır. Düşünün bu tür eylemler, 90’larda ya da 2000’lerin başında olsaydı, ekonomiye etkisi bugünkünden çok daha fazla olacaktı. Şu an etkinin sınırlı düzeyde kaldığı gözlenmektedir. Ancak sürecin uzaması ve yansımalarının, mevsimsel etkilerle birleştiğinde ekonomimizi daha derinden etkileme potansiyeline sahip olduğu da açıktır. Uluslararası para oyuncuları da bu süreçte olumsuz reflekslerde bulunarak, durumun daha da kötüleşmesine katkıda bulunabilir.
Bu noktada unutulmamalıdır ki, toplumsal huzur hem ekonomik hem de siyasi istikrarın temelini oluşturur. Toplumsal huzurun kaybolması, kutuplaşmaların artması, gerginliklerin yoğunlaşması uzun dönemde istikrarsızlıklarla sonuçlanacaktır. Borsa ve döviz Türkiye’de en hassas alanların başında gelmektedir. Şu sıralarda yapılan herhangi bir açıklama ile anlık değişmeler yaşanabilmektedir. Bu süreç böyle devam ederse istikrarsızlık beklentisi artacaktır. Öte yandan turizm, Türkiye’nin katma değer yaratan en önemli sektörlerindendir. Mevsimsel olarak işsizliğin azalmasına, makroekonomik açıdan cari açığın kapanmasına fayda sağlamaktadır. Toplumsal düzeyde yaşanan huzursuzluk ve gerginlik hem sıcak paranın yurtdışına kaçmasına hem de turizm gelirlerinin azalmasına neden olacaktır. Her iki durum da cari açığın daha da yükselmesine ve finansmanının zorlaşmasına yol açacaktır. Tüm bunların yanı sıra Türkiye’nin dış dünyadaki algısının olumsuz yönde ivme kazanması da hem ekonomik hem siyasi açıdan istenmeyen sonuçlar doğurabilecektir.
Belli ölçülerde ve parametrelerde gözlenen ekonomik istikrarın devamlılığının sağlanması, Türkiye algısına yönelik olumsuz gidişatın engellenmesi ve iç huzurun yeniden inşa edilebilmesi için siyasi erkin toplumsal reflekslere olan duyarlılığının artması şarttır. Aynı zamanda, toplumsal refleksleri gösteren tarafların da büyük resmi iyi analiz etmesi ve aynı gemide olduğumuzu unutmaması gereklidir. Bugünlerde bu duyarlılığa; demokrasimiz, ekonomimiz ve huzurumuz için her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
***
Bu yazı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde görevli Doç. Dr. Murat ŞEKER‘in yazısından alıntıdır.