Uzun zamandır Türk romanlarını okumuyordum, hatta diyebilirim ki türk romanlarına karşı bir önyargım var idi nedenini bilemediğim… Bu kitabı ise bir arkadaşım bana hediye etmişti; belki o yüzden bu kadar geciktirdim. 2 aydır başucumda durmasına ve her sabah kalktığımda beni ilk karşılayan olmasına rağmen okuyamadım. Pişman mıyım?. Evet, şuan kitabı bitirdim ve keşke daha önce okusaymışım diyebiliyorum!
İskender Pala’yı ben pek tanımıyordum, adını bir kaç ” aşk ” ile ilgili videolarda görmüştüm: anlatımı gerçekten hoş idi. Ve tabii ki gazetedeki yazılarını biliyordum ama edebiyatın bana göre en zor bölümü olan divan edebiyatı konusunda yazması belki de yazılarını üstün körü geçmeme neden oluyordu; tabii bu kitabını okuduktan sonra artık onun yazılarını tamamen okuyacağım! Ne de olsa kendisi için denmiyor mu: divan edebiyatını türk halkına sevdiren kişi!. Gerçekten öyle.
Roman hakkında konuşmadan önce iskender pala’nın daha önceki romanlarını okumadım, aslına bakarsanız okumama da gerek yok idi. Çünkü elimdeki roman İskender Pala’nın eseri değil; kitabı elinize aldığınızda da göreceksiniz ki bir rastlantı eseri eline geçen kitap neticesinde kendi düzenlemeleri eklemeleri – çıkarmaları ile oluştu bu kitap ve yazarının gerçek ismini o da bilmiyor; fakat ben yazımın sonunda bir kaç tahmin yapacağım.
Roman Osmanlı Devletinde eğlencenin doruğa çıktığı ünlü Lale Devrinde geçiyor; yazının ana kaynağıda Laleler ve tabii ki bir çeşidi olan – kitaba adını veren : katre-i matem [ matem damlası vs. ] Roman son dönem ünlü yazarlarının [ dan brown, Michael Crichton gibi ] kullandığı bir taktik ile başlıyor: önce tüm karakterleri ayrı ayrı anlatıp sonra bir yerde buluşturmak…
Lale ile acı gerçekler mutlu düşlere, paslı demirler parlak gümüşlere, yavuz bakışlar tatlı gülüşlere döner birden: Lale ile uğruna can verilecek bir sevgili yaşar içimde, Lale başıma taç ve ben ona muhtaç…
Kitabın arkasındaki bu söz aslında tüm kitap boyunca peşimizden geliyor, takip ediyor. öyle ki artık lale bir yaşayış tarzı, kültürel ve tarihsel birikim olarak karşımıza çıkıyor canlı biri gibi ve tüm istanbul’u hatta tüm osmanlı’yı çevreliyor… Ki bu durum öyle bir hayal dünyasına kaptırıyor ki sizleri bir an kendinizi o yüzyılda istanbul sokaklarında görüyorsunuz; ahşap binalar, lale bahçeleri, insan kalabalıkları, tekneler, asayiş, gece bile kapanmayan dükkanlar, saraylar, yeniçeriler ve ortasında siz… Bir an romanın karakterleri Topaç yeye ile Kara Şahin’in peşinden mi gideyim – devam edeyim yoksa kendimi istanbul’un güzelliklerine mi kaptırayım diye şaşırıyor insan… Demem o ki, kitapta zamanın doğal durumu çok güzel yansıtılmış…
Romanı yazan kişi, dönemini çok iyi tasvir etmiş. Romanda dönemin şartlarını gerçek karakterlerin yardımıyla [ ishak efendi, padişah, patrona halil vs. ] işlerken, lalelere bezediği İstanbul’da kavuşup doyulamayan, kavuşulamayıp yakan aşkların elemli ve Osmanlı hallerini de tüm ıstırap ve coşkularıyla takip ediyoruz. Sevdiğini, aşklarının ilk gecesinde kaybeden Şahin’in macerasını anlatırken birden bu kaybın ardındaki esrarı çözmek için külhanlara, tomruklara, lalezarlara ve hatta Osmanlı sarayına kadar gidiyor. Bir an kendimizi aşk romanından polisiye – tarih romanının içinde buluyoruz ki çok çeşitliliğin olduğu , esrarlı , zamanın şartlarını çok iyi ifade eden ve her bölüm sonunda yazdığı derkenarlar yardımıyla bize leyla ile mecnun’un hikayesinden de alıntılar yapması mutlu bir son ile biten roman ile karşılaşmış oluyoruz. Kitabı okur iken tarihten bir çok bilindik şeyler karşımıza çıkıyor; matbaanın yapılması, patrona halil isyanının nasıl gerçekleştiği, saraydaki komplolar – eğlenceler, rüşvetler vs. Bunları okur iken aslına bakarsanız benim aklıma hep şu geldi: bize öğretilen tarih ne kadar doğru?.
ihtişam ve sefaletin koyun koyuna yattığı bir şehirdir o zamanın İstanbul’u… İşte bu şehirde bize hem aşk’ı , hem lalenin dönem için yarattığı etkiyi, saray içinde yaşanan olayları yansıtırken bizi aynı zamanda düşündürdü roman… Çünkü romanın gerçek yazarı şöyle yazmıştı kitabın girişinde:
Kalemimi hokkaya bandırdığım şu anda –ki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı canından; Sultan III. Ahmet’i de tahtından eden cehennemden nişan Eylül İhtilali’nin üzerinden henüz iki hafta geçti- şahit olduğum olayları yazıp yazmamakta kararsız sayılırım. Bilemiyorum. Yazmak gerektiğini düşündüğüm şeyler bir bakıma devlete ait sırları ifşa etmek gibi bir ihanetin ağırlığını da vicdanıma yükleyecek. Öte yandan Şark’ın kutsal çiçeği laleye dair yorumlarda bulunacak ve belki şükufeciyan esnafını gücendirmiş de olacağım. Ama birisi çıkıp yiğit Şehzade Ahmet’i, aşağılık isyancıların yaptıklarını, cennete benzeyen İstanbul’u ve Sadabat’ın laleye kattığı zarafeti anlatmazsa bu dahi tarihe ve şehre haksızlık sayılır.
Ben ce de yazarak çok iyi etti ve iskender pala böyle bir kitabı türk edebiyatına kazandırarak büyük bir başarı elde etti. Ona sonsuz teşekkürler.
Kitap hakkında kötü bir şey söylemek gerekir mi, eksikliği var mı diye sorabilirsiniz; bana kalırsa bazen olaylar arasında uçurum oluyor. Bir den ne olduğunu şaşırıyorsunuz. Veya karakter isimleri çok değişken idi. Takip etmekte zorlanabilirsiniz. Bir ara deliler hastanesinde olan yeye’nin nasıl oradan çıktığını anlamakda zorlandım ki kitap sonuna kadar ” kaçtığı ” dışında bir bilgi yoktu fakat kitabın başlarında deliler hastanesindeki düşünceleri ve planları ” sanki bir şey yapacak ” düşüncesini kılmıştı ben de ve ben de onu bekliyordum; şaşırdım böyle olunca…
Çok güzel bir roman mı? Yazıldığı dönem itibariyle bana kalırsa mükemmel; o dönemden kalmış çok güzel roman var mı türk edebiyatında? ben bilmiyorum açıkcası… Fakat günümüz açısından değerlendirildiğinde gelişen edebiyatla beraber belki de eksiklikleri olabilir veya daha iyileri de olabilir. ben herşeye rağmen böyle bir kitabın türk edebiyatında yerini almasından dolayı aşırı memnunum. Hem kültürel bilgimi geliştirdim, bir çok şey öğrendim hem de böyle bir kitabı okuma imkanım oldu…
Keşke böyle kitaplar çıkmaya devam etse..
Ve keşke bu kitabın gerçek yazarı adını söyleseydi. [ tahminim ise bu yazarın saray eşrafından olan hem padişah hem vezir çevresinde itibarı olan fakat şair nedim ile arası iyi olmayan yüksek rütbeli biri veya birinin ailesinden bir erkek zat. isim yok.]
Bu mükemmel kitabı kati surette okumanızı öneriyorum. Kitabın isminin ne anlama geldiğini merak edenleriniz için kitaptan bir sahne ile yazımızı sonlandıralım.
Her ikisinin de içlerinin titrediği o anda paylaştıkları yegâne sevinç umutlarını bağladıkları lale soğanının toprağa düşmüş olmasıydı. Güneş Çağlayan sırtlarından yüzünü gösterdiği sırada Yeye, Hafız Çelebi’nin gösterdiği yere bir çukur açmış, Kara Şahin de yine Çelebi’nin okuduu dua eşliğinde, kuşağında sakladığı lale soğanını gömerek üstünü kapatmıştı. Laleye o anın ruhuna uygun diye “Katre-i Matem” (Matem Damlası) adını koydular.
ve ek bilgi: Kitabı okumak isteyenlere kitap hakkında bilgiler:
Yazar: Prof. Dr. İskender Pala || Yayınevi: Kapı Yayınları || Liste Fiyatı: 15,00 YTL. || Yayın Yılı: 2009 || İthal Kağıt || 13,5×19,5 cm || Karton Kapak || ISBN:9944486903
iyi okumalar.
Not: kitabı okur iken tuttuğum notlar ve altını çizdiklerim hakkında bir yazı daha kaleme alacağım, onu da blogumdan okuyabilirsiniz.