Kitap İnceleme: Amok Koşucusu

Amok Koşucusu

Amok Koşucusu ile Stefan Zweig okuyucularına bir mesaj mı vermek istiyor? Yoksa bizde Stefan Zweig eserlerinin bir Amok koşucusu mu olduk? Okuduktan sonra ilk aklıma gelen sorular bunlar oldu çünkü. Stefan Zweig okuyanlar bilir, bir kitabını okuyan kişi artık iflah olmaz ve bütün kitaplarını okumaya başlar. Adeta bir Amok Koşucusu gibi… Stefan Zweig da yaşamına intihar ederek son verdiğinden kısmen onun da bir Amok koşucusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu haliyle kitap oldukça ilginç. Elimdeki kitap Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 13. basımı yapılmış olan bir eser. Çevirmeni Nafer Ermiş olan 60 sayfalık eser.

Amok Koşucusu Nedir?

Amok hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadan kitaba başladım. Anlamını kitabı okurken öğrendik: kısaca bir tür çıldırma durumudur. Bugün dünyanın her yerinde benzer cinnet olaylarında faili tanımlamak için kullanılan bir ifadedir. Kökeni bir çeşit intihar saldırısı geleneğine dayanır. Malezya menşeili olan bu amansız hastalığa yakalanan bireyler, bilinçsiz bir şekilde deli gibi koşmaya başlıyor ve genellikle bu bireyler çevresine de zarar veriyor. Amok koşucusu sonuna kadar savaşır ve sonunda savaştığı şey uğruna ölür. Zaten kısa kitabın kısa özeti de budur. Stefan Zweig’in de intihar ederek hayatına son vermesi kitabı ilginç kılan diğer faktörlerden.

Yazıya başladığım andan itibaren aslında kitabın konusu ve finalini söylemiş oldum bir nevi: saplantı ve sonucunda intihar eden biri. Aslında yabancı olmadığımız şeyler bunlar artık. Zaman zaman haberlerde seri katillerin kişileri katlettikten sonra kendi yaşamlarına da son verdiklerini okumuşsunuzdur. Aslında psikolojik bir rahatsızlık olan Amok hastalığının sonucu olan bu davranışlar ne yazık ki ülkemizde ve dünyada yaşanıyor.

Amok Koşucusu bir çırpıda okuyabileceğiniz sizi içine çeken ilginç ve başarılı bir eser.

Amok Koşucusu kitabının konusuna gelirsek; Avrupalı bir doktorun, Hollanda sömürgesindeki Doğu Hint Adaları’na gönderildikten sonra yaşadığı korkunç ruh ve beden bunalımını anlatıyor. Sonrasında orda tanıştığı hamile bir kadınla yaşadığı olaylar çerçevesinde kitap ilerliyor. Kitabın büyük bir kısmı bir gemide geçiyor. Kitapta hayatını insanları iyileştirmeye adayan bir doktorun, mesleği ve insani dürtüleri arasında yaşadığı ikilemden doğan dramatik olayları okuyoruz. “1912 yılının Mart ayında Napoli limanında, gazetelerin hakkında oldukça kapsamlı , ama hayali unsurlarla süslenmiş haberler yayımladıkları tuhaf bir kaza meydana geldi.” sözleriyle başlayan hikayede aslında 3. şahıs olarak aslında biz okuyucular eserde yer alıyor, hikayeyi okuyoruz. O gemide, o hasta doktorun yanında olayları dinleyen aslında biz okuyucularız.

Amok Koşucusu – Kitap İncelemesi

“Sizden benimle konuşmanızı rica ediyorum, çünkü kendi suskunluğumda boğulmak üzereyim.” diyen hasta doktorun başından geçenleri dinlerken bir saplantı sonucu meydana gelen trajedinin peşinden bizde okuyucu olarak ilerliyoruz. Hasta doktor olayları anlatırken “Söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz.” demesine rağmen uçuruma doğru koşarken yanında biz varız ancak engel de olamıyoruz. Kitapta hasta doktor ile kadın arasında yaşananlar anlatılırken beni etkileyen en önemli cümle ise şu oldu: “Güvenin şartı samimiyettir, kayıtsız şartsız samimiyet.”

Kitapta yukarıda da dediğim gibi 3. şahıs olarak hasta doktoru dinleyen beyefendi biziz. O konforunu beğenmediğimiz, zar zor bindiğimiz geminin kamarasında yolculuk ederken karşımızda o hasta doktorun hayalet gibi bize baktığını hisseden de biziz. Kitaptaki sırra biz de vakıf olduk, ancak iki kişinin bildiği sır sır değildir diyerek bizde kendimizi yok mu edeceğiz? Yoksa hasta doktor gibi biz de sırrı sonsuza dek saklayacak mıyız? İşte bu yüzden etkileyici bir kitap demiştim… Ancak bunun yanında “yanlış zamanda yanlış yerde bulunmak” sözünü dibine kadar hissettiren bir eser aynı zamanda. Pişmanlığı da peşi sıra getiren bir hikaye… O hikayeyi o gemide dinleyen siz olmak ister miydiniz? O doktor siz olmak ister miydiniz? Zor sorular…

Konusu gerçekten çok değişik. Stefan Zweig bu konuları nereden bulup önümüze bu kadar etkileyici bir şekilde dökebiliyor, merak ediyor insan… Her kitabı bu kadar kısa olmasına rağmen bu kadar etkileyici nasıl olur, gerçekten büyük bir başarı. Yazarın pesimist kaleminden umutsuzluk, saplantı ve trajedi içeren bir hikaye olarak karşımıza çıkan eser insanın önünde duramayacağı duyguların esareti hakkında pişmanlık duyacağı kararları almasının kötü sonuçlarını bizlere anlatıyor. Kitaptaki insanların hisleri, psikolojileri öyle harika bir şekilde aktarılmış ki kitabı okumaya başlayan kişi kitabı bitirmeden bırakamıyor. Zweig’in kitaplarında yarım kalmışlık hissi yine ön planda bu da kitaba ayrı bir renk katmış.

Yazar bu eserinde trajik bir şekilde ölmeden önce adeta aşık olduğu kadına yardımcı olabilmek için varını yoğunu ortaya koyan bir doktorun acılarını iliklerimize kadar hissetmemizi sağlıyor. Bunu da keskin ve akıcı dili, dramatik gerilimin yoğunluğu, uyarılmış duyguların gücü ile sağlıyor. Ana tema olarak kara sevda – koşulsuz şartsız sadık kalma gösterilebilirken konu olarak aşırı yalnızlıktan dolayı duyguları körelmiş bir doktorun tanıştığı kadından sonra deli divane olması söylenebilir. İnsan duygularının, arzularının etkisinde kalarak elinin kolunun bağlanması 60 sayfada daha başka bir şekilde anlatılamazdı diye düşünüyorum.

İyi okumalar.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık