Amerikalı ekonomist ve Columbia Üniversitesi öğretim görevlisi Joseph E. Stiglitz, 1973 John Bates Clark Madalyası ve 2001 Nobel Ekonomi Ödülü alan, çalışmalarıyla ekonomi alanında saygın bir isim olarak bilinen biri. Joseph Stiglitz, özellikle ABD Başkanı Bill Clinton hükümeti döneminde ekonomi danışmanlığı başkanlığı sıfatı ve sonrasında Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı ve Başekonomistliğini göreviyle de tanınmıştı. Stiglitz, Asimetrik Enformasyon ile Nobel ödülünü almıştı; bunun yanı sıra Shapiro-Stiglitz modeli ile birlikte diğer bazı teoriler ile ekonomiye önemli katkılar sağlamıştır. Yazarın ülkemizde en çok bilinen kitabı ise Eşitsizliğin Bedeli (1994 yapımı Amerikan dram filmine gönderme) adlı kitabıdır. Kitap, Vanity Fair’de yayımlanan “%1’den, %1 için, %1 tarafından” adlı makaleden türeyerek ortaya çıktı. (sayfa 14)
Sayfa İçerikleri
2008 KRİZİ VE YANSIMALARINI ANLATIYOR
İktisat bilimi ve kamusal alanda gittikçe önemi artan gelir eşitsizliği konusunda alanında önemli bir eser olan ‘Eşitsizliğin Bedeli’, ABD’de ortaya çıkan 2008 krizini ve dünya geneline hakim olan Büyük Durgunluk’u sade bir dille fakat derinlemesine ayrıntılar, istatistikler, dipnotlar ile açıklıyor. Bir ülkede gelirin eşit dağılması kuşkusuz o ülkede huzurun, refahın, adaletin sağlanması açısından önemli bir olgudur. Tüm insan ilişkilerinin paraya dayandırıldığı günümüzde adil işlemeyen bir ekonomik sistemde adaletten, birlik, beraberlikten, barıştan, eşitlikten söz etmek mümkün değildir.
Eşitsizliğin kökenleri ve sonuçları konuları üzerinde doktora öğrencisi olduğu günden bu yana çalışan Joseph Stiglitz, “Öyle bir ekonomik ve sosyal sistem yarattık, öyle bir siyaset güttük ki cari eşitsizlikler yalnızca devam etmekle kalmayacak, fark git gide açılacaktır. Ekonominin finansallaşması, yani finans sektörünün milli gelirdeki payının artması da zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmaktadır… Eşitsizlik kendiliğinden ortaya çıkmaz; yaratılır. Eşitsizliğin kökenini anlayabilirsek azaltmanın yollarına da eğilebiliriz” (sayfa 11) diyor ve ekliyor: “Bugün Amerikalıların büyük çoğunluğu açıkça ülkenin büyümesinden faydalanamamaktadır.” (s. 30) Eseri bitirdiğinizde dolaylı yollardan olsa bile Türkiye’yi ‘teğet’ geçen kriz hakkında önemli ipuçları elde ediyorsunuz: “ABD’deki bugünki eşitsizlik seviyesi İran ve Türkiye’nin biraz daha üzerinde ve AB’deki tüm ülkelerin ilerisindedir.” (s. 73)
Bütün verileri bir araya getirdiğinizde tek çözümün milli bir ekonomi modeli oluşturmak olduğunu söylemek mümkün.
KRİZİN EKONOMİK BOYUTUNU GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR
Kapitalist sistemin çöküşün eşiğine geldiği süreci açıklayama çalılan ‘Eşitsizliğin Bedeli’, ABD bazında özellikle 1980 sonrasında artan gelir, servet ve fırsat eşitsizliklerinin 2008 krizine nasıl zemin hazırladığını, kriz sonrası eşitsizliğin geldiği boyutu, bu durumun ABD bazında sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki süreçlerini ve bu alanda geleceğe etkisini derinlemesine analizler ve açıklamalar ile okuyucuya aktarıyor.
Kabaca özetlemek gerekirse artan eşitsizlik soncuunda orantısız bir şekilde daha da zenginleşen belirli bir kesimin (yazarın deyimiyle %1’lik kesimin) kağıt üzerinde savundukları serbest piyasa ideolojisinin aksine piyasaları verimsizleştirerek daha fazla kar amacı güttüklerini, bunu yapmak için finans piyasaları üzerindeki düzenlemeleri kaldırdıklarını, para ve maliye kurum ve politikalarını kontrol ederek (siyasete nüfuz ederek) halkın, politikacıların ve yargı mensuplarının algılarını değiştirerek eşitsizliği daha da derinleştirdiklerini savunuyor: “ABD olağanüstü bir iktisadi makine yaratmıştı fakat görünen o ki, bu makine sadece üst kesimdekiler için çalışıyordu.” (s. 26) Yazar ABD’de yıllardır büyümeye devam eden ‘eşitsizlik‘ konusunun artık herkesin malumu olduğunu söyleyerek, bilinen bu gerçeği irdeliyor.
Kapitalist sistemin geldiği son durumun sistemin vaat ettiğinin tam tersine işlediğini söyleyen yazar, gelinen son durumda eşitsizliğin, çevre kirliliğinin, işsizliğin ve “hepsinden önemlisi her şeyin mubah olduğu ve kimsenin sorumlu tutulmadığı bir noktaya varan ahlaki yozlaşma” (s. 32) olduğunun altını çiziyor. (Yani adeta ‘kral çıplak’ diyor) . Bu sözleriyle eğer yargılarına da ‘bir şeyler olduğunu’ söyleyen yazar “Olan bitenin büyük bir kısmı ancak ‘ahlaki yozlaşma’ ifadesiyle anlatılabilir. Finans sektöründe ve başka yerlerde çalışan birçok insanın ahlaki pusulaları bozulmuştur. Toplumun normlarının bu kadar çok insanın ahlaki pusulasını bozacak kadar değişmesi, toplumumuz hakkında kayda değer bir durumdur.” (s. 31) yorumunda bulunuyor.
2008 krizine bankaların sebep olduğunu kesin olarak dile getiren yazar yaşanan gelişmeler sonucunda bankaların herhangi bir ceza almadıklarını aksine ödüllendirildiklerini dile getirerek bu durumun sistemin sorunlu olduğunun en önemli belirtilerinden biri olduğunu vurguluyor: “Eğer hiç kimse sorumlu tutulamıyorsa, eğer hiç kimse olan bitenden ötürü suçlanamıyorsa; bu durum sorunun iktisadi ve siyasi sistemin kendisinde olduğunu anlamına gelir.” (s. 29)
YÜZDE 1’LİK KESİM DÜNYAYI YÖNETİYOR
Ekonomik büyümenin toplumun geneline yansımadığı ABD’de en yüksek gelirli %1’lik kesim, ekonominin 1979-2007 arasında büyüme dönemindeki kazanımların yaklaşık %60’ını elde etmektedir. Bu dönemde % 1’lik kesimin vergi sonrası reel hane halkı gelirinin %275 artmışken, en düşük gelirli %20’lik kesimin vergi sonrası reel hane halkı geliri sadece %18 artmıştır. Amerikalıların en zengin %1’lik kesimi, ülkede 2009’a kıyasla 2010’da yaratılan ilave gelirin %93’üne sahip olmuştur. Verilerden de görüleceği üzere ekonomik büyüme zenginlere yaramış bunun sonucunda hem gelir hemde servet eşitsizliği artmıştır.
Peki eşitsizliğin giderek artmasına rağmen nasıl oluyor da alt taraftaki kesim üst taraftaki bu üst zümreye tepki göstermiyor/gösteremiyor? Bu yüzde 1’lik kesimin ‘algı mühendisliği’ yani insanların algılarını kendi istedikleri şekilde yönlendirebilmeleri yoluyla oluyor. Üst taraftaki azınlık, alt taraftaki insanlara sürekli çok çalıştıklarını, orada olmayı hak ettiklerini savunmakta ve bir şekilde kendi varlıklarının toplumun ve ülkenin yaranına olacağını inandırmışlardır. Yardım kampanyaları ile insanların yanında olduklarını ya da yarattıkları imkanlarla topluma hizmet ettiklerini insanlara aşılamaktadırlar. Bu algı mühendisliği devlet ile ilişkilerde de yaygın şekilde kullanılmakta siyaset mekanizmasını kullanarak kendilerine muafiyetler, tekeller, yasalar, teşvikler çıkarmaktadırlar. Bu davranışlar ülkede verimliliklerin sınırlandırılmasına kendi kendini besleyen bu modelin devamlılığı için gerekli imkanı sağlamaktadır.
Yazar kitabında “Niçin Amerika’nın en tepesindeki yüzde 1’lik kesim, tıpkı servetleri en yoksul yüzde 30’un tüm varlığına eşit olan altı Walmart varisi gibi, daha bencil olmuyor?” sorusunu sorarak bir nevi yaşadığı radikal değişikliğin derinlerine iniyor: bir zamanlar piyasa ekonomisiyle son derece içli – dışlı olan ancak yaşadığı deneyimler sonrası fikirlerini oldukça değiştirdiği gözlenen yazar “İşgal/Occupy” hareketinin terminolojiye kazandırdığı “yüzde 1″ hitabıyla ABD’nin ve dünyanın refah seviyesi en yüksek şanslı azınlığına hitap ederek geçmişten ders alınmasını öğütlüyor. Yazar yaşanan krizin siyaset, kamu, yargı ve ekonomi gibi önemli ve farklı alanlarda çok derin yaralar açtığını savunuyor.
“Siyaset ve ekonominin finansal elitler tarafından nasıl ele geçirildiğinin herkes tarafından anlaşılabilir bir açıklaması” olarak nitelendirilen “EŞİTSİZLİĞİN BEDELİ” adlı kitapta yazar gelinen bu durumu “Eğer ülke finans piyasalarının istediklerini yapmazsa, kredi derecelerinin düşürülmesi, paralarının geri çekilmesi ve faizlerin artırılması tehdidiyle karşılaşır; bu tehditler genelde etkili olur. Finans piyasaları genelde istediklerini elde eder. Seçimler özgür olabilir ancak en fazla önem verdikleri konularda -ekonomi konularında- seçmenlere gerçek seçenekler sunulmaz.” (sayfa 207) sözleriyle açıklıyor.
Eşitsizlik için büyük bedeller ödenirken daha az istikrarlı, daha az verimli ve daha az büyüyen bir ekonomik sistemin oluştuğu ve bunun demokrasiyi tehlikeye attığını belirtiyor. ‘Bir kişi bir oy prensibinin’ bir dolar bir oy şeklinde bir evrime uğradığı savunulmaktadır. Ayrıca seçim kampanyalarının ve medya desteği için, önemli derecede finansman gerekliliği; gitgide sadece belli seviyede parası olan kişilerin seçilebileceği bir düzeni oluşturmaktadır. Yazar bu kısımda ünlü “Gelir dağılımındaki aşırı dengesizlik gerçek bir demokrasiyle asla bağdaşmaz. Siyasal sistemimizin büyük sermaye tarafından çarpıtıldığını ve bu azınlığın daha da zenginleşmesiyle bu çarpıklığın daha da arttığını kim inkar edebilir ki?” sözünü paylaşıyor.
EŞİTSİZLİĞİN BEDELİ KİTABIYLA ADETA KRAL ÇIPLAK DİYOR
Çok çalışarak başarı, refah ve şöhretin yakalanabileceği fikrini ifade eden Amerikan Rüyası’na değinen yazar, Amerikan değerlerine derinden işlenmiş bu unsurun artık bir ‘efsane’ olduğunu belirtiyor: “Bir Amerikan vatandaşının en aşağıdan en yukarıya yükselme şansı, diğer gelişmiş endüstriyel ülkelerin vatandaşlarına kıyasla daha düşüktür.” (s. 29) Hollywood filmlerine, Amerikan bilgisayar oyunlarına, hikayelere, söylemlere yansıyan Amerikan rüyasının artık zayıfladığı birçok yazar tarafından dile getiriliyordu.
AMERİKAN RÜYASININ GERÇEK YÜZÜNÜ ANLATIYOR
“Bugünün bölünmüş toplumu geleceğimizi nasıl bir tehlikeye atıyor?” alt başlığı ile yayınlanan eserin hitap ettiği kesim, iktisadi ve siyasi olarak belirleyici fakat dünya kaynaklarının çoğundan mahrum olan normal – sıradan kesim. Eser roman havasından ziyade bir ders kitabı ve kaynak kitabı niteliğinde; sade ve akıcı bir dille yazılan eserin içeriğinde savunulan ana düşünceyi destekler nitelikte birçok veri ve kaynaklara yer veriliyor.
Her bölümde eşitsizliğin derinlerine inmeye devam eden yazar dünyaya ve olaylara farklı bir bakış açısı ile bakmamızı, daha öncesinde kabul edilen değer ve yargıların sorgulanması gerektiğini savunurken; finansal piyasaların ekonomik sistemin dolayısıyla borsanın, bankacılık faaliyetlerinin tamamen sermaye odaklarının yararına olacak şekilde düzenlendiğini ve devlet mekanizmasının da zengin çıkar gruplarının lehine hareket ederek artan iktisadi eşitsizliğe göz yumduğunu ifade ediyor. Siyaset yoluyla ekonomik gücün kötü bir şekilde kullanılması sonucu ortaya çıkan durumun hangi bahaneler ve kuramlarla nasıl şekillendirdiğini birçok iktisadi veriden yararlanarak aktarıyor.
Yüzde 1’lik kesimin varlıklarını uzay boşluğunda sürdürmediklerini, sahip oldukları konumu devam ettirebilmeleri için etraflarında işlevlerini yerine getirebilen bir topluma ihtiyaç duyduklarını söyleyen yazar, eşitsizliğin bu şekilde artması sonucunda tüm ekonominin işlevsiz kalacağını ve ‘zengin kesim’ dâhil herkesin ağır bir bedel ödeyeceğini vurguluyor. Eşitsizliğin sadece gelir ve servette değil hayat standarttı, güvenlik, sağlık, eğitim olanakları ve ulaşım alanlarında da değerlendiren yazar, ABD ekonomisini değerlendirdiği eserinde orta sınıfın giderek küçüldüğünü söylüyor. Yazar bunun sebebi olarak ise en üstteki %1’lik kesimin sürekli rant arayışını, gelirlerini arttırma çabaları veya bulundukları konumu daha sağlama alma çabalarını örnek olarak gösteriyor: “seçkinlerin ve bankacıların edindikleri servet, diğer insanları sömürme becerileri ve isteklerine bağlı gibiydi.” (s. 28)
EŞİTSİZLİĞİN BEDELİ ADLI KİTAP BİR ÇOK BÖLÜMDEN OLUŞUYOR
Yazar 10 bölümden oluşan eserinin ilk bölümü ile diğer bölümlerin bazı kısımlarında kişi başına düşen GSYİH’nın hayat standartlarının yeteri kadar iyi göstergesi olmadığını vurgularken, dördüncü bölümde istikrarsızlık ve büyüme arasındaki ilişki konusundaki düşüncelerine yer veriyor. Onuncu ve son bölümde ise “Başka bir dünya mümkün müdür?” sorusunu sorarak, eleştirdiği konularda nasıl çözüme ulaşılacağını açıklıyor.
Peki, çözüm nedir? “Piyasalar, vatandaşların büyük çoğunluğunun yararına çalışacak şekilde evcilleştirilip iyi huylu hale getirilmelidir.” (s. 27) Yazar her ne kadar yüzde 99’luk kesime seslense de aslında en önemli mesajı yüzde 1’lik kesime iletiyor. Geçmişten birçok örnek veren Stiglitz, geçmiş nesillerde de yüzde 1’lik bir kesim olduğunu fakat daha bilgeli olduklarını vurgularken atabileceği en akılcı adımın çalışanlarına makul ücretler ödemesi olan Henry Ford’u, Amerika’nın kurtuluşunun yalnızca refahı yaymakta değil, vergilendirme yoluyla kapitalizmin kendisini dizginleyen düzenleyici önlemlerde olduğunu söyleyen Franklin D. Roosevelt’u, toplumsal barış ve ekonomik istikrara ulaşmanın tek yolunun yatırım olduğunun altını çizen Richard Nixon’u örnek gösteriyor.
Üst gelir gruplarına daha fazla para vermenin, kısmen daha fazla büyümeye yol açacağı ve dolasıyla bunun herkesin yararına olacağını söyleyen ‘aşağı sızdırma ekonomisi’ adlı düşüncenin işe yaramadığını belirten yazar yukarı sızma iktisadının işe yarayabileceğini örneklerle anlatıyor ve “alt ve orta kesimlerin pastadan daha fazla pay almaları, en zenginler dahil, herkes için daha faydalıdır” (s. 51) tespitinde bulunuyor. Devlet politikalarının piyasa dinamiklerini etkileyeceğini vurgulayan yazar “bugün var olan eşitsizliğin önemli bir kısmı devlet politikalarının, devletin yaptıkları kadar yapmadıklarının da bir sonucudur.” (s. 79) yorumunda bulunarak devletin geliri üst kesimden alt ve orta kesime aktarması gerektiğini söylüyor. Yazara göre üst kesimdekilerinin aşırıklarını engellemek, orta sınıfı güçlendirmek ve alt kesimde bulunanlara yardım etmenin eşitsizlikle mücadele konusunda başarıya ulaştıracaktır.
“ABD artık bir fırsatlar ülkesi değildir.” (s. 345) tespitini sıklıkla eserinde dile getiren yazar, 11. bölümde eşitsizliğin giderilmesi için bir dizi öneri de bulunuyor demiştik: bunun için bir çok farklı konuda reformların yapılması gerektiğini belirtiyor; bunlar, iktisadi reform, Rant arayışını azaltmak ve oyun alanlarını eşitlemek, Vergi reformu, Diğerlerine yardım etmek, Küreselleşmeyi ayarlamak, Tam istihdamın geri getirilmesi ve sürdürülmesi, Yeni bir sosyal birliktelik, Sürdürülebilir ve eşitlikçi büyümeyi geri getirmek başlıkları altında kısaca irdeliyor. Yazar ayrıca daha iyi bir dünya için zenginlerin aşırılıklarını sınırlandırmak gerektiğini savunuyor.
Reformların hayata geçmesi için güçlü demokrasiye atıf yapan yazar reformların gerçekleşmemesi durumunda toplumun sahip olanlar ve olmayanlar olarak bölüneceğini zenginlerin güvenli sitelerde yaşadığı, çocuklarının en iyi okullara gittiği ve en iyi sağlık hizmetlerine sahip bir kesim ve diğer tarafta en iyi olasılıkla vasat bir eğitime ve fiilen karneye bağlanmış bir sağlık sistemine erişebildikleri güvensiz bir dünyada yaşayacaklarını vurguluyor. Eğer reformlar yerine getirilirse (ki bunu Umut var mı? sorusu altında yanıtlıyor) sahip olanla olmayan arasındaki farkın kapandığı ortak bir kader anlayışının olduğu,fırsat ve adalete dair ortak bir bağlılığın bulunduğu ‘herkes için özgürlük ve adalet kelimelerinin asıl anlamlarına vardığı bir toplumun ortaya çıkacağını söyleyen yazar yine de geçmiş yıllara nazaran umutların azaldığını da eklemeden geçmiyor.
Son olarak;
Tüm ekonomiye yönelik bölüm okuyan öğrencilerin ve ekonomiyi merak edenlerin, ayrıca dünya gündemini takip eden gazetecilerin okuması gereken bir kitap sizleri bekliyor.
Kaynak: Eşitsizliğin Bedeli Bugünün Bölünmüş Toplumu Geleceğimizi Nasıl Tehlikeye Atıyor ?
Yazar: Joseph E. Stiglitz – İletişim Yayınları
NOT: Bu yazı, kitabı okuyup okul tezi için hazırlayan bir yakınıma aittir.
Okuduğum en iyi ekonomi kitaplarından biri. Her şeyi rüm çıplaklığı ile anlatıyor.
yazı için teşekkürler …