Cehennem Köşesi aslında bir çok filme de konu olan ve son dönemde daha çok izlediğimiz Beyaz Saray temalı filmleri hatırlatan bir roman. Romanın neredeyse tamamı Beyaz Saray ve çevresinde geçiyor. Cehennem Köşesi ise ismini Beyaz Saray’ın hemen yakınında bulunan bir parktan alıyor. Şöyle ki: CIA, FBI ve Alkol, Tütün ve Ateşli Silahlar Bürosu bu park ve Beyaz Saray Çevresi’nde belirli yerlerin kontrolünü sağlayan Amerikan kurumları. İşte bu üç kurumun çakıştığı bir nokta var park üzerinde ve oraya da Cehennem Köşesi deniyor: Çünkü üç kurumda aynı anda o yer üzerinde ‘burası benim alanım’ deme hakkına sahip. Bu yüzden bu kurumda çalışan görevliler tarafından Cehennem Köşesi adı verilmiş.
Cehennem Köşesi romanının konusu ise 11 Eylül saldırıları sonrasında yaşanan yeni bir terörist eylemi konu alıyor. 11 Eylül’de ‘düşman olarak’ nasıl bizlere ‘Müslüman toplum’ yansıtıldı: burada yaşanan terörist eylemde de gözlerimiz ‘Rusya’nın’ üzerine ‘algıyla’ yönlendiriliyor. Tabii gerçeği kitabın sonunda öğreniyoruz. Bunun yanında ‘süper insan’ modunda bir Oliver Stone karakteri var. ABD başkanı bile ondan yardım istiyor: halbuki yaşını başını almış, eski günlerini mumla arayan ve ölmeyi bekleyen biri! Çoğu aksiyon filminde olan ailevi geçmişi veya ailesiyle olan bir bağ da yok. Tabii ki gerçek ismi bu değil: ajanlığı bıraktıktan sonra ona verilen isim bu. Oliver Stone deyince aklımıza genelde Katil Doğanlar, Dünya Ticaret Merkezi, Geceyarısı Ekspresi, JFK ve Yaralı Yüz (Al Pacino’nun başrolünde olduğu film) filmleri gelir. Çünkü bu filmlerin senaristi Oliver Stone. Herhalde yazar kendisi gibi aksiyon ve komplo dolu filmlerin yazarına nazar edercesine bu ismi as karaktere vermeyi uygun görmüş. Ajana verilen bu isimle romanın bir sayfasında da ”Sizin hakkınızda çok şey bulamadık, şahane bir film kariyeri dışında…” cümlesiyle de atıfta bulunulmuş.
Gelelim karakter analizlerine:
Oliver Stone: ABD’nin en etkili ve uzman ajanlarından biri. Geçmişi hakkında bilgileri ufak ufak romanın sayfalarına yerleştirmiş yazar. Final kısmında ise tam olarak nerden geldiğini ve nerede eğitildiğini öğreniyoruz. Olaylara bakış açısı dedektif gibi. Konusunda uzman olduğu için önce meksika kartelleriyle sonrasında ise terörist eylemle ilgilenmek üzere bizzat ABD Başkanı tarafından görevlendiriliyor. ‘Hep bir kaç adım gerideyiz’ sorunsalından final kısmındaki zekice hareketiyle ‘bir adım öne geçiyor’ ve terörist eylemi yapanları buluyor. Serinkanlı biri. Kendi çiftlik evinde kalıyor. Mezarlıkları ziyaret ediyor sürekli.
Chapman: MI6 ajanı. Terörist eylem sonrası ABD’ye geliyor ve olayla görevlendiriliyor. Sürekli Oliver Stone’nin yanında. Hayatlarını karşılıklı olarak birer kez kurtarıyorlar. Final kısmının en önemli sürprizi kendisi.
Bu karakterler aslında romanın iki bütünü. Bunun dışında Deve Kulübü üyeleri ile CIA Başkanı, FBI Müdürü ve olayla görevlendirilenler, ABD Başkanı gibi bir çok yan karakterde vardı. Özellikle Deve Kulübü üyelerinin kitaba ayrı bir renk kattığını söylemek gerek. Uzun süre şüphelendiğim deve kulübü üyesi ajan Alex ise final bölümünün kilit isimlerinden biri oldu. Bunun yanında Usame Bin Ladin ‘laneti’ romanda kendine yine yer bulmuş. Amerikan vatandaşlarının korkulu rüyası olan bu teröristi yazar romanında iyi bir kart olarak kullanmış diyebilirim. Kurguyu derinleştiren, şüpheleri artıran bir davranış olmuş. Türk kökenli bir ajana verilen Usame Bin Ladin’i bulma görevi ‘kurgusu’ terörist eylem sonrası olayları iyice allak bullak eden bir ‘kart’ olarak göze çarptı
Yazarın romana kattığı tarihi bilgilerde hoşuma gitti açıkçası. Örneğin daha romanın ilk sayfalarında ABD Başkanı’nın 19. yy dan kalma Kraliçe Victoria’nın ( ki kendisi Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı Kraliçesi ve Hindistan İmparatoriçesidir. 19. yüzyılda 63 yıl yedi aylık bir süreyle Birleşik Krallık tarihinde en uzun süre saltanat sürmüş hükümdardır.) Amerika’ya hediye ettiği masaya (ilk kez Rutherford B. Hayes -ki 19. ABD başkanıdır ve Atatürk’ün ölümünden bir kaç yıl sonra ölmüştür) uzattı ayaklarını cümlesi hem tarihi bilgi olarak dolu (parantez içlerini ben yazdım) hem de iğneleyici bir cümle olarak geldi bana. Böyle aba altından sopa gösteren cümleleri seviyorum.
David Baldacci’nin en sevdiğim yanı: mekanları ve daha doğrusu ‘o anı’ en iyi şekilde resmedip kelimelere dökmeyi başarması. Bu başarısını Cehennem Köşesi’nde de gösteriyor.
Bu arada kitabın bir kısmında sürekli ‘Pensilvanya’daki bir çiftlik’ cümlesi kullanıldığı için araştırmak zorunda kaldım: malum cemaatin lideri de oralarda ve son seçimlerde bu Pensilvanya kelimesini çok duymuştuk. Araştırmam sonucunda öğrendim ki: romanda geçen yer ile malum zatın kaldığı yer arasında araçla 2 saatlik mesafe – yaklaşık 140 mil mesafe var. Ve kitapta geçen ‘Her gece ESPN kanalını izlerim’ cümlesinin nedeni her gece spor haberlerinden başka bir şey izlemediği için sadece spor haberleri veren ESPN kanalını izliyor oluşudur diye de ekleyeyim.
Açıkçası Cehennem Köşesi romanını ben beğendim: çok beklenti içine girmeden okumak lazım. 500 sayfadan fazla ama aksiyonu, heyecanı orta karar filmlerden daha iyi diyebilirim. Bu arada Amerikalılarda her terörist eylemi Müslüman bir gruba atma sorunsalını bu kitapta da görebiliyoruz: fakat iyi ki yazar o kadar gaddar değil!
İyi okumalar.