İdeefixenin reklamını da yapmış oldum gördüğünüz gibi resim yardımıyla; ilginç olan ise oradan hiç mi hiç kitap almamış olmam. Ama internetten kitap almak isteyenlere önerebileceğim bir site. Kitapçıdan alışveriş yaparken aklınıza belki de ” acaba korsan kitabı mı satıyolar bize ” sorusu gelebilir, netten alışveriş yaparken böyle bir olasılığın olmaması güven verici.
Ahmet Ümit. İsmini sık sık duyduğum bir yazar; türk yazarlara olan antipatim yüzünden uzun süredir kitaplarını okuyamadığım biri. Fakat, yeni tanıştığım bir arkadaşımın dakka bir gol bir hesabı doğum günümde bu yazarın kitabını hediye olarak vermesi , ” kesinlikle okumalıyım ulan! ” dedirten bir şevk verdi bana; dersler ve bilgisayar yüzünden son zamanlarda pek kitap okuyamıyordum ama başardım bu kitabı okumayı. ya ne mutlu bana!
Kitabı okumadan önce üzerimde ” Türk yazarlar polisiye roman yazamaz ” havası hakimdi. Bu yüzden beklentim olmadan okudum, iyi de yaptım belki de; çünkü aşırı beklentinin sonucu çoğu zaman fiyasko ile sonuçlanır. Bu kitabı okuduktan sonra böyle bir düşünceye kapılmamam beni mutlu etti açıkcası…
Romanın konusu temelde bir cinayet ve bunu çözmeye çalışırken yeni ipuçları yardımıyla bir çok kişiden şüphelenip sonuçta doğru kişiyi yani katili bulan polislerin mücadelesi. Bunları okurken yazar ustaca okuyucuyu yönlendiriyor; kitaba başladıktan sonra katil konusundaki tahminler her halde her 50 sayfada bir değişmiştir! Asıl can alıcı nokta ise katilin son kısımda bulunması! Bu yüzden ” katil kim? ” sorusunu cevaplandıracak şeyler yazım da yazmak istemiyorum: çünkü o zaman kitabın her hangi bir esprisinin kalacağını düşünmüyorum. Fakat nette bir çok yazı da katil konusunda açıklamalar yapılmış; bu hoşuma gitmedi açıkcası…
Kitabın tanıtım yazısında olduğu gibi; adaleti sağlamak için cinayet işlemenin ne kadar kötü sonuçlar doğuracağını anlatılıyor. Adaleti sağlamak için intikam almak her şeyi çözüyor mu? sorusu irdeleniyor yani.. Kitapta bunu yaparken hem kültürel mirasımızdan bahsediliyor, hem de bir çok kişi tarafından tam anlamıyla bilinmeyen hristiyanlık, süryanilik konusunda çaktırmadan bilgiler veriliyor. Bu bilgilerin ne kadar doğru olduğunu incelemedim fakat mesela şu bilgi çok ilgimi çekmişti: ” Şuan ki hristiyanlık Hz. İsa’nın öğretilerini değil, Aziz Pavlus diye bilinen rahibin öğretilerini taşımaktadır. Yani şuan ki hristiyanlık tamamen Aziz Pavlus’un hristiyanlığıdır. ” İlginç değil mi ? Neyse… Kitapta, Aziz Pavlus hakkında efsaneler de bilgiler de verilmiş; yani okurken genel kültür bilginizi de artırma şansınız var. Bu yüzden çoğu sayfasında ” bu roman değil lan, bildiğin ansiklopedi işte! ” diyecek oluyor insan..
Kitabı okurken kültürel miraslarımıza ne kadar yabancı olduğumu anladım aslında; sonuçta süryanilerde, hristiyanlarda, rumlarda bizim vatanımızın insanları. Başka bir ırktan olmaları onların insan olmamaları anlamına ya da onlara farklı gözle bakmamız anlamına gelmez, gelemez. Onların ürettikleri eserleri korumamak gibi bir anlayış da kabul edilemez. Fakat bu durum ” aşırı milliyetçilik ” yüzünden farklı boyutlarda yaşanıyor ülkemizde: bu ırklardan olanlara farklı gözle bakılıyor, eserlerine değer verilmiyor… Halbuki ecdadımız olan Osmanlı böyle mi yapıyordu? Tarihimize sahip çıkmadığımızı, geçmişten ders almadığımızı bir daha gördüm bu kitap sayesinde… Kendi adıma çıkardığım dersler oldu yani. Umarım diğer okuyanlarda bu şekilde bakarlar olaya.
Kitaptaki yan karakterler gerçekten kurgunun devam etmesi adına etkileyici seçimler olmuş. Özellikle Rum kadını Evgenia’nın hayatı, yaşadıkları, düşünceleri gerçeklik payı varmış gibi düşündürdü beni.. Birine aşık olup, güney doğu anadoluda yaşadıklarını şuan yaşayan kaç kadın vardır acaba? ya da aşık olup, karşılık alamaması… Başkasını sevip yolunu gözlemesi… Polisiye romanda bunların ne işi var diye soranlar olabilir belki ama kurguyu sağlamlaştıran ve ana karakterimizi ” yanlızlıktan ” kurtaran bir seçim olmuş bu gibi şeyler: iyi de olmuş hani!
Polisiye bir roman olduğu için, polislerden de bahsetmesini bekledim. Nasıl yaşarlar, olaylar konusundaki düşünceleri nelerdir, duygu düzeyleri nasıldır gibi soruların cevaplarını bulmak istedim. İstediğimi de aldım: kitabın önsözünde yazarın kitabı hazırlarken bir çok polis ile görüştüğünü anlıyoruz. Kitapta da olaylar karşısında ana karakterlerimizin duyguları iyi yansıtılmış. Fakat asıl kafamı kurcalayan şu oldu: ne zaman bir polisiye kitap okusam ya da film izlesem polislerin çocukları hep kız! Bu kitapta da aynı. Bunlar erkek nedir bilmezler mi yahu!?
Kitapta gördüğüm tek eksik anlatımın çok nazik, heceler gibi yavaş şekilde olması idi. Fakat romanın baş karakterimizin ağzından onun görüş alanından anlatılmış olması ve onu takip etmemiz yüzünden bu eksikliği görmezden gelebiliriz.
Adalet… Kime, neye göre adalet? adaleti sağlamak için yasalar yeterli midir? Kitaba başlarken, kitabın konusundan bağımsız bir cinayet olayını çözmeye çalışırken buluyoruz kahramanlarımızı. Aralarında geçen adalet konusundaki konuşmalardan sonra zaten bu ilk olayın nasıl bittiğini bilemiyoruz. Tamamen bağımsız bir olay yani; fakat burada yazar ” adalet ” konusunu sorgulamış. Adaleti sağlamaya çalışan yasaların aslında ne kadar yetersiz olduğunu tekrar tekrar söylemeye çalışmış, tabii ki arka planda… Bu ve kitapta anlatılan genel kurgu itibariyle kitabımız sinemalarda yayınlanan ” ejder kapanı ” filmi ile karşılaştırabiliriz. Veya dünya da çok izlenmiş olan ” Adalet Peşinde ” filmi ile de kıyaslanabilir… İnternette okuduğum yorumlarda kesinlikle filminin yada dizisinin yapılması gerekliliği konusu çok fazla dile getirilmiş. Bakalım, zaman ne gösterecek!
Kitabı okurken bir çok yerin altını çizdim, bunlardan bazılarını da paylaşayım hemen:
– Browning: Bu ismi silahlar hakkında konuşulurken okumam; ” lan bu kek ismi değil miydi? ” diye bir silkelenince ” bunu google de bakmalıyım ” dedim; baktım: gerçekten bir silahmış! Amerikan yapımı, 9 mm sarjörlü bir silahmış. Ağırmış bir de!
– Suçu yakalamak için suçluyu yakalamanın,adaleti sağlamak için yasayı uygulamanın hiç bir işe yaramadığını karşılaştığım yüzlerce olayda birebir yaşayarak öğrendim. ( syf: 18 )
– İnsan denen bu tuhaf yaratığı kötülükten uzak tutacak ne bir güç var, ne de bir yasa. ( syf: 18 )
– Kimse kimseyi tanıyamaz. Tanıdığımızı sanarız. Tanıdığımız kadarına inanırız. Eğer gerçekten tanısak, bırakın aşkı felan kimse kimseyle arkadaş bile olmaz. ( Sayfa: 52 )
– Gerçekler her zaman güzel olmayabilir, bazen ne kadar az şey bilirsen, o kadar iyidir. ( syf: 53 )
– Karafaki: İçki ile aram olmadığı belli oldu. İçki masasında sohbet ederken geçen bu cümle merakımı uyandırdı. Acabaa bu ne? Yine google ve sonuç: rakı masasında sürahiye verilen admış. Öğrenmiş olduk be çok sevinçliyim! :)
– Kerdani Aşireti: Bu aşiretten bahsedince ve kitaptaki bir çok bilginin gerçek yaşamdan alındığını görünce ( ya da hissedince ) acaba gerçekte de böyle bir aşiret var mı diye bakmak istedim. varmış! Kitap ile alakası var mı onu bilemiyorum ama rastlantı da olabilir; Irak’ta yaşayan bir aşiret sanırım. Google amca öyle diyor. :)
Polis – devlet – din – aşk – aile – intikam gibi konuları işleyen, içinde adalet kelimesini sorgulamaya çalışırken güzel bir kurgu ile okuyucuyu kitaba bağlayan, tarihe vermediğimiz önem ile milli kültürümüzün çokluğu ve bilinmezliğine yapılan aşırı vurguyu sürekli dile getiren, hristiyanlık – süryanilik konusunda bir çok genel kültür bilgisi içeren, türk polisiye romanları içinde ayrı bir öneme sahip olması gereken kitaplardan biri: kavim. Kitabın ismi bence farklı olmalıydı diye son sayfayı okuyup kapattım; memnunum: sizi içine çekecek bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
İyi okumalar.