Kitap Yunus Emre’nin şiirlerinde de geçen Molla Kasım ile başlıyor ve onun duyduklarıyla, araştırdıklarıyla, onun tarafından bizlere ulaştırılıyor. Bir nevi Molla Kasım’ın Yunus Emre’nin biyografisini yazma çalışmasının sonucunda ortaya çıkmış bir metni okuyoruz. Roman boyunca Yunus’un Mürşit olma yolu Rençberlikten başlanarak anlatılıyor ve başladığı yerde bitiyor. Bu ne güzel bir özettir aslında: Bir Rençber gibi çalışan, şeyh de olsa dervişliği bırakmayan Yunus’un ışığında sevgi ve hoş görü artarak devam edecek ve insanlık bundan yararlanacaktır.
Kitap da Yunus Emre’nin çıktığı yolda çektiği eziyetlere ve sefalete rağmen oğluyla kavuşması ve Allah aşkına ulaşması işleniyor. Kaybolan oğlu İsmail’e özlemi ve onu bulma çabası sık sık işleniyor. Bu da sürekli kararlarından dönerek farklı yollarda zaman kaybetmesine ama bir taraftan da olayları daha derin düşünmesine sebebiyet veriyor. Ölen eşi yıldızım dediği Sitare ( yani Elif )’ye olan aşkının Allah aşkına dönüşmesi ve Sitare’nin bu aşka dönüşmesi için ona rehber oluşu ince ince işlenerek anlatılıyor. Edebi aşk, ilahi aşkın eşiği Sitare’nin gözleri, elleri ve sesindedir. O öldükten sonra da Yunus’a rehber olmaya devam edecektir. Ve o rehberlikle ilahi aşka kavuşacak ve Yunus Emre şiire gidecektir. Dağlar ile taşlar ile çağırmanın sırrına erecektir. Tasavvuf inancının her sayfaya ruhunu işlettiği kitabı okurken dönemin şartlarını ve Yunus’un sözlerinin içinize işlenmesine karşı koyamıyorsunuz.
Eski dil de ateş anlamına gelen od eski Türkçe de sıkça kullanılan ve Türk, Altay ve Tatar mitolojilerinde bile kendine yer bulan kelimedir. Karacaoğlan gibi birçok ünlü Türk düşünürü bu kelimeyi yazıtlarında kullanmışlardır. İskender Pala’nın daha önce yazmış olduğu eserlere nazaran ( Katre-i Matem, Şah ve Sultan ) daha sadece ve anlaşılır dille yazılan bu romanda yazar dönemin Türkçe deyişlerine uygun kelimelerini muhafaza edip kitabına aktararak da olaylara farklı bir bakış açısı getirmiş: böylelikle sanki o dönemde yaşayan biriymiş gibi olayları takip etmiş olduk. Yunus Emre’nin şiir demiş olmak için değil kalbe girmek için şiir yazdığını, onun şiirinin insan için insanlık için, sevgi ve hoşgörü için olduğunu vurgulayan bir anlatıma sahip roman. Anadolu’nun kilimi gibi dokunan roman ile birlikte sadece şiir değil büyük bir hümanizm fikri geldiğini mükemmel bir şekilde işleyen İskender Pala’ya teşekkürler… Romanın her sayfasında Yunus Emre’nin hamlıktan saflığa geçişi harf harf, kelime kelime, cümle cümle okunuyor. Yunus’un Yunus Emre olmasında Hacı Bektaş-i Veli’nin ve Mevlana’nın yankılarını da buluyoruz.
Durağan bir kitap havasında olsa da, okurken sıkılsanız da duygu dünyanıza ve vicdanınıza seslenen cümlelerini okurken çok şey öğrenecek ve düşüneceksiniz.
Baş ucunuzda dursun hele…
Hemen bitirmenize de gerek yok.
Sindire sindire okuyarak, tadına varın derim.
İyi okumalar.