Felsefe Taşının gizlerini bilen ve bunu kullanan simyacı J. Ye ithafen yazılan bir kitap “simyacı”. Simyacı aynı zamanda Brezilyalı yazar Paulo Coelho tarafından, Mesnevi’de geçen kısa bir hikayeden yola çıkılarak yazılmış. Roman, İslamiyet’in bir dönem egemen olduğu Endülüs toprakları ile tarihin en önemli yapıtlarından olan Piramitlerin etrafındaki şehirlerde geçiyor. Romanda kurguyla alakalı çok güzel mini hikâyelerin olduğunu da belirtelim. Okumaya başladıktan sonra elinizde bir romanın değil, masal kitabının olduğu hissine kapılabilirsiniz. Adeta, bir masalı dinler gibi, kulağınızda kulaklık, sakin bir şarkıyı dinlerken yokuş aşağı yürümek gibi bir şey bu kitabı okumak… Akılcı ve sade üslubu o kadar yerinde ki; okuyucuya ayrı bir zevk verdiğini söylemek mümkün.
Simyacı, edebi değeri yüksek, edebiyat dünyası içerisinde çok önemli bir yer olan süslü cümlelerden uzak sade ve akıcı bir roman. İnanç, evren, ruh, aşk gibi konuların etrafında dönen roman aslında arka planda bana göre dini yönü ağır basan bir romanda aynı zamanda… İnsanın, bu dünyadaki arayışını anlatıyor bir nevi.
Kitapta sosyolojik yaşantımız açısından önemli tespitler var. Örneğin “insan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar. İyi, ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez.” (s. 32) sözleri sivil hayatımızda yaşadığımız ilişkilerdeki en önemli sorunu anlatır.
Şu sözler beni çok düşündürdü: “İnsanların kendi yazgılarını seçmek şansından yoksun bulunduklarından söz ediyor. Ve sonunda da, dünyanın en büyük yalanına inandığını söylüyor.” (s. 34) Bunu yazar hangi amaçla, hangi düşünceyle yazdı acaba? Kutsal kitaplara bir “laf sokma” amacı mı taşıyordu? Dinlere, dini anlatılara mı karşı çıkıyordu bu sözlerle? Kader yok mu diyordu? Hâlbuki roman boyunca “kişisel menkıbesinin” peşinde olan Santiago’yu takip ettik. Bu sözleri neden kullandı? Muamma…
Kitapta kaderden bahsetse de aslında kaderin elimizde olduğunu iddia eden birçok cümle var. Yani aslında “kaderci” bir roman değil simyacı. Kaderden bile daha üstün “kişisel menkıbemiz” olduğunu iddia ediyor. “Hayatın bu döneminde, her şey açık seçiktir, her şey mümkündür ve hayal kurmaktan, hayatında gerçekleştirmek istediği şeylerin olmasını istemekten korkmaz. Ama zaman geçtikçe, gizemli bir güç, Kişisel Menkıbenin gerçekleştirilmesinin olanaksız olduğunu kanıtlamaya başlar.” (s. 38) sözleri de bu düşüncemi destekler nitelikte.
Romanın bir kısmı Müslüman topraklarında geçtiği için; yazarın nasıl bir ayna tutacağını merak etmiştim. Şaşırmadım! O dönemi çok iyi yansıttığını söylemek mümkün; çünkü o dönem yabancılarının Müslümanlara bakış açısı belliydi: “Yüzleri peçeli kadınlar, yüksek kulelerin tepesine çıkıp şarkı söyleyen din adamları… “ (s. 51) Bu sözler sonrası kullandığı “imansızların tapınmaları” cümlesi Hristiyan bir yazarın, dışa vurduğu bir düşünce mi acaba? diye sordum kendi kendime… Yani çok hafif ve çaktırmadan da olsa İslami olarak bir eleştiri de bulunmaya çalışmış diyebiliriz yazar için. Fakat bunu da şöyle değerlendirmek mümkün: hırsızların olduğu bir yer de yaratıcıya tapınan insanlar… Sahne bu şekilde. Ve yazar “imansızların tapınması” diyor. Bir açıdan bakıldığında ise muazzam bir tespit gibi gelebilir, değil mi?
Yazarın bir yaratıcıya inandığı tabii ki romanına da yansımış. “İster hayatımız, ister ekin tarlalarımız olsun, sahip olduğumuz şeyleri yitirmekten korkarız. Ama hayat hikâyemiz ile dünya tarihinin aynı el tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman, bunu anlar anlamaz, korku uçup gider.” (s. 97) sözleri buna örnek olarak gösterilebilir. Zaten romanda birçok Hristiyanlıkla ilgili sözler, hikâyeler, kişiler, örnekler yer alıyor: yani tamamen Hristiyan kesimin reklamını yapan bir roman aynı zamanda… Bu kitap iyi bir misyonerlik kitabı haline çevrilebilir her yanıyla; bunun yanında her kesime hitap eden cümleleri de yok değil. Örneğin dünyada bu kadar kitabın olmasının sebebini “birkaç satırı/soruyu yanıtlamak için” cevabının verilmesi çok güzel bir tercihti. Yani bu kadar kitap var; ne için? Yaratıcıyı anlamak için…
Romanda ilginç tarihi karakterlerin isimlerine de yer verilmiş; tabii ki okuyucunun herhangi bir bilgisi olmadığı bu tarihi kişiliklerin kitapta ne işleri var? sorusunu sormaları kadar normal bir şey yok. Mesela Helvétius: insanı insan yapan şeylerin acı ve mutluluk olduğunu iddia eden bir Fransız filozoftur kendisi. Santiago’da arayışında acı ve mutluluğu tatmadı mı? Veya Fulcanelli de ilginç bir karakterdir, romanda yer alan: çünkü kendisinin ölümsüzlüğü bulduğu iddia edilir! Sadece döneminin değil tüm zamanların en iyi kimyagerlerinden kabul edilen Fulcanelli, “Taş önce ağaca ve akabinde yıldıza nasıl dönüşür?” bilmecesiyle başlayan Katedrallerin Sırrı isimli kitabının da yazarı aynı zamanda. Kendisinin “ölümüne şahit olan” yok, hala yaşadığına inananlar çok ve Simyacı romanında onun bilgilerinden çokça yararlanıldığı görülüyor. Bunların dışında Elias, Geber, Zebedioğlu Aziz Yakub gibi isimlerde romanda zikredilmiş.
[box type=”success” align=”aligncenter” class=”” width=””]BU YAZIYI DA OKUMALISINIZ: Kitap Yorum: Osman: Aşk[/box]
Romandan enteresan bilgilerde öğrenmedik değil; örneğin Hz. Yusuf’un kuyuya atılması hikâyesi ufak değişikliklerle İncil’de de yer alıyormuş! Bunun yanında romanda Santiago’nun, tıpkı Hz. Yusuf’un Mısır’da başına geldiği gibi, vahanın müşaviri olması da İncil’de anlatılan bir olaymış! Zaten kitapta İncil’e birçok atıf yapılmış; karakterlerin birçoğu da İncil’den esinlenerek yazılmış. İsa’nın hayatından esinlenerek mi yazmış acaba bu romanı diye de sorabiliriz. Bunun yanında “çölde yaşadığı süre içinde bokböceklerinin, Mısır’da Tanrı’nın simgesi sayıldıklarını da öğrenmişti.” (s. 183) cümlesi sadece Santiago açısından geçerli değil, biz de öğrendik!
Romanın Türkçe ’ye uygun bir şekilde, düzgün bir üslup ile yazıldığını da yazımıza ekleyelim. Türkçe tercümeyi yapan Özdemir İnce’nin çok zorlandığını düşünüyorum çeviri yaparken… “Kişisel Menkıbe” ve “mektup” seçiminin doğru olduğunu düşünüyorum. Son olarak benim okuduğum kitabın can yayınlarından çıkan 134. baskı olduğunu da belirteyim.
SİMYACI ROMAN KARAKTERLERİ TAHLİLİ
Santiago: Bir çobandı. Gördüğü rüya, rehberlik eden insanlar ve sonunda “hazinesine” ulaşan biri. Yeri geldi koyunlarla konuştu, yeri geldi rüzgârla, yeri geldi çölle… Sudan ve yemekten başka bir kaygısı olmayan koyun sürüsü ile ilgilenirken bir anda çölde, hazinesini ararken bulmuştu kendini. Bir ara koyunları ile “rüyasını gördüğü hazinesi” arasında kaldı ama sonunda “doğru” yolu buldu. Bir kıza âşık olduğunu hissetti ama “kişisel menkıbesinin” peşinde ilerleyerek gerçek aşkı olan Fatıma’yı buldu.
Bilge Kral: Santiago’nun rüyasını yorumlayan ve ona gitmesi gereken yolu tarif eden kişi. Romandan anladığımız kadarıyla Eski Ahit’te de benzer bir karakter varmış.
Fatima: Santiago’nun çölde karşılaştığı ve âşık olduğu çöl kadını. Santiago’ya o da âşık oluyor ve onu bekliyor. Santiago’ya söylediği “Kumullar rüzgârın etkisiyle değişirler, ama çöl hep aynı kalır. Aşkımız da böyle olacak.” (s. 120) çok iyiydi.
Simyacı: Çölde yaşıyor ve simyanın formülünü biliyordu. Bunu Santiago’ya bir kez de gösterdi. Bunun yanında Santiago’nun kişisel hazinesini bulmasına da yardımcı oldu. Çok bilge bir adamdı.
SİMYACI ROMANINDAN GÜZEL SÖZLER – ALTINI ÇİZDİĞİM YERLER
Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor. (s. 27)
Henüz sahip olamadığın bir şeyi vaat ederek gidecek olursan, onu ele geçirme arzusunu yitirirsin. (s. 41)
Hazineleri, seller toprağın altından çıkartır, gene seller toprağa gömer. (s. 41)
Bazen işi oluruna bırakmak, ilişmemek daha iyidir. (s. 42)
İlk kez kâğıt oynadığın zaman, kesinlikle kazanırsın. Acemi talihi. (s. 45)
Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin. (s. 48)
Bende herkes gibiyim. Dünya gerçeklerine oldukları gibi değil de olmalarını istediğim gibi bakıyorum. (s. 56)
Her zaman ne istediğini bilmek zorunda olduğunu anımsa. (s. 74)
Hayallerinden asla vazgeçme. (s. 81)
Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren işbirliği yapar. (s. 82)
Bir şeye karar vermek, başlangıçtan başka bir şey değildir. İnsan bir şeye karar verdiği zaman, karar verdiği sırada hiç öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru, şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu. (s. 88)
Koyunlar gibi dolaşmaya alışmış kimse, ayrılık vaktinin geleceğini her zaman bilir. (s. 95)
Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir. (s. 97)
Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun. (s. 106)
Çölde değişen tek şey vardır; Rüzgâr estiği zaman kumullar. (s. 135)
İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur. (s. 144)
Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez. (s. 153)
En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır. (s.155)
Gözler ruhun gücünü gösterir. (s. 158)
Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: başarısızlığa uğrama korkusu. (s. 163)
Genellikle ölüm, insanı hayata karşı daha dikkatli davranmaya zorlar. (s. 163)
Bir kere olan bir daha asla tekrarlanmaz. Amma ve lakin iki kere olan mutlaka üçüncü defa da olacaktır. (s. 178)