Köse Kadı, Bahaeddin Özkişi tarafından kaleme alınan tarihi roman kitabıdır. İlk olarak 1974 yılında baskısı yapılan (bazı sitelerde nedense 1979 yılı yer alıyor ama sanırım yanlış) kitabın elimde bana hediye olarak gelen 17. baskısı bulunuyor. Ötüken Neşriyat yayınlarından okuyucuyla buluşan eser yaklaşık 252 sayfa boyutunda. Bu yazıyı hazırladığım sıralarda güvenilir kitap siteleri üzerinde 2023 yılına ait baskısının fiyatı yaklaşık olarak 70 TL civarındaydı. Kitabın sesli kitap sitelerinde de satışının olduğunu belirteyim. Gelin Osmanlı İmparatorluğunun gücünün zirvelerine ulaştığı dönemlerde Balkanlarda yaşananları anlatan bu tarihi romanı hep birlikte değerlendirelim.
Köse Kadı kitabının kapağıyla başlayalım: 2023 yılı itibariyle 23. baskısını yapan eserin kapağında içerikte anlatılan 16. yüzyılı tasvir etmesi açısından birçok küçük fotoğraf yer alıyor. Döneminin ekonomik – sosyal yaşantısından bir kareden tutun da dönemin yöneticilerinin giysilerine ve tabii ki antika bir silaha kadar değişik fotoğraflarla okuyucuyu selamlayan kitap kapağındaki Osmanlı arması bence orada olmamalıydı: çünkü bu arma 19. yüzyılda, kitapta anlatılan dönemden çok sonra yapılan bir tuğraydı. Bu armanın kapağa koyulmasını daha çok ilgi çekmesi amacıyla yapılmış olarak nitelendirebiliriz: yine de genel hatlarıyla başarılı bir kapak çalışması (eski baskılarında farklı kapak resmi kullanıldığını da hatırlatayım).
Sonrasında bizleri Türk edebiyatının Bayrak şairi Arif Nihat ASYA’nın “Destan” adlı şiirinden iki dörtlük karşıladı (iki dörtlük normalde peş peşe değil, biri ilk mısra diğeri de son mısra), ben de burada paylaşmak istiyorum:
O zaferler getiren atların
Nalları altındanmış
Gidişleri akına,
Gelişleri akındanmış.
…
Zembereğini kuran
Onlarmış bu dünyanın…
Onlar ki kurt doğuran
Obaların kanındanmış.
ARİF NİHAT ASYA – DESTAN ŞİİRİ
KÖSE KADI KİTAP İNCELEMESİ
Köse Kadı, ülkemizde başarılı örnekleri sayıca fazla olmayan tarihi roman türlerinden biri olarak dikkat çekiyor. İçerisinde istihbarattan tutun da aşka, cesaretten tutun da azimle yol almaya, 16. yüzyılda Osmanlı’nın elinde olan birden fazla şehre ziyaretlere kadar birçok ayrıntı, mekan ve olay işleniyor. Bir de buna ek olarak kitabın karakter sayısı da oldukça fazla, aklımda kalanlar olarak: Köse Kadı, Kont Gall Adam, Kale Başpiskoposu Arşidük Karoli, Macar İstihbarat Yüzbaşı (Deli Gak), Şeyh Necmeddin Bey, Ali Bey (Kale Kumandanı), Ali Bey oğlu Ahmet Murat (Marat) Bey, Cizinna Martali Matyas, Osmanlı İstihbarattan Arşidük uşağı Tamas gibi isimleri sayabilirim. Yazar bütün bunları gergefe işler gibi işlemeye çalışmış, ortaya aksiyon dozu yüksek bir eser çıkmış diyebilirim.
Köse Kadı kitabının konusu aslında temelde Türk – Macar kardeşliği üzerine kurulmuş durumda. Hatta Osmanlının yüzyıllarca Rumeli ve Orta Avrupa topraklarında nasıl kaldığına yazarın aradığı cevabı romanlaştırmasıdır da diyebiliriz bir nevi. İçerisinde klişe olarak nitelendirebileceğimiz ayrı ayrı hikayeler var: örneğin, Yeşilçam’da bir dönem sıkça işlendiği şekliyle Türk bir çocuğun Hristiyan toplumu içerisinde büyüyüp Müslümanları katletmeye başlaması, sonrasında gerçeği öğrenmesi ile Türklere yardım etmeye başlaması gibi bugün için bilindik bir hikaye var, ancak buraya bir virgül koymak lazım çünkü kitap 1974 yılında yazıldığından, bu kurgusal hikaye yazıldığı dönem için özgün bir fikir olarak değerlendirilebilir.
Köse Kadı kitabının kurgusunun tam ortasında İstolni Belgrad şehri yer alıyor: bu şehir günümüzde Székesfehérvár olarak bilinen, Macaristan’ın merkezinde, Budapeşte’nin 65 km (40 mil) güneybatısında yer alan bir şehir. “Sandalyeli/tahtlı beyaz kale” anlamına gelen İstolni Belgrad, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1543 tarihinde ilk olarak fethedilerek Budin Eyaleti’nin sancağı oldu. 1601 yılında Habsburg ordusu tarafından ele geçirilen kale 1602 yılında Sokolluzade Lala Mehmed Paşa tarafından yeniden fethedilerek Osmanlı topraklarına katıldı ve 1688’te Habsburglar tarafından yeniden işgal edilene kadar tam 145 yıl Osmanlıların elinde sancak olarak kaldı. 16. ve 17. yüzyıllarda tam bir Müslüman şehri olan yer kitapta istihbarat savaşlarının tam ortasında konumlandırılan stratejik bir nokta olarak betimlendi.
Köse Kadı adlı kitapta Macar – Türk kardeşliğine atıflar oldukça fazlaydı. Yazarın bu kardeşliğe çok duyarlı olduğunu oluşturduğu karakterin ağzından şu cümlelerle anlıyorduk: “Bu milleti seviyorum Ali bey oğlum ve kurtulmalarını istiyorum.” (s. 143). Balkanlara önem verilmesi gerektiğini yazar “Macaristan Türk’ün katkısı olmaksızın var ve payidar olamaz.” (s. 171) sözleriyle yine dile getiriyordu. Hatta günümüzdeki durumu özetler nitelikte yine karakterin ağzından 16. yüzyılda bu yılları özetler nitelikte “Türk, hayatın kaideleri icabı, belki birkaç yüz sene sonra burada tükenecek ve çekilecektir. İşte o zamanın Macaristan’ına acırım oğlum. Çünkü Türk, Macaristan’ın nabzında atan kandır.” (s. 172) cümlesini kuruyordu. Yazarın Macar – Türk kardeşliği konusunda hassas olduğu gözüküyor ki bunu kurduğu hikaye ile çok iyi nitelendiriyordu.
Tabii ki, her şey savaş değildi: barış içerisinde bile devletler birbirinin kuyusunu kazmak için türlü hilelere, istihbarat oyunlarına başvuruyordu. Kitabın baş karakteri olan Köse Kadı, bu kurtlar vadisinde önemli bir figür olarak dikkati çekiyordu: akıl oyunlarının ve bin bir cambazlığın döndüğü bu tarihlerde varlıklarını Devlet-i Ebed Müddet’e adamış Osmanlılardan biriydi kendisi ve yetiştirdiği adamlar ile birlikte giriştiği hareketleri okurken, bir okuyucu olarak gözleriniz dolacak, ecdadınızdan bir kez daha gurur duyacaksınız, eminim. Köse Kadı karakterini hepimizce bilinen Kurtlar Vadisi’ndeki Doğu Eşrefoğlu karakterine benzetebilirsiniz: konumu itibariyle önemli biridir ve bunun yanında kitabı okurken hakkındaki bir başka gerçeği de öğrenmiş oluyoruz (yazımın sonunda kısaca bahsettim).
Osmanlı istihbaratının Macar boylarında yaşadıklarını anlatan Köse Kadı adlı kitapta yazar dönemin gerçeklerine riayet etmeye çalışırken hayal gücüyle kavurduğu kurgu ile okuyucuyu bir an bile sıkmadan akıcı bir dille yoluna devam etmeyi başarmış. Böylelikle bir anlamda serhat boylarında ecdadımızın yaşadıklarını her ne kadar roman olsa da öğrenmiş oluyor, fetih mücadelelerinin hele hele barış dönemlerinde kolay olmadığını, zannedilenden daha çetrefilli bir mahiyeti olduğunu görüyoruz. Cihanşümul bir imparatorluğun cesur gönüllülerinin daracık bir mahalde kök salmak için nelerden vazgeçtiklerini, neler yaptıklarını okuyoruz. Bunu yaparken düşman ülkenin milletinin de refah içerisinde, adaletli bir şekilde yaşaması için ellerinden geleni yapan insanların hikayelerini takip ediyoruz. Gerçekten ecdadımızla ne kadar gurur duysak az!
Burada bir ara vererek şunu belirtelim: kitabı okuyan bazılarının eser hakkında olumsuz eleştiride bulunabileceği ayrıntılar da var. Bunlardan bir tanesi Yahudiler hakkında yapılan tanım: “… İkisi de o ırklarına has hasta görünüşleriyle, bembeyaz olmuş kaypak ve hilekar yüzleriyle Bey’in huzurunda dikilip kaldılar.” (s. 96). Bu cümleyi antisemitizm olarak nitelendirebilecek okuyucular çıkacaktır. 14 yaşında bir erkeğin evlendirilmesi olayını da “çocuk gelin” olarak nitelendirebilecekler çıkacaktır (dönem şartlarını anlamadıklarından). Muhtemelen diğer dinlere yönelik çok fazla kötümser örneklerin olduğunu da iddia edeceklerdir. Bu kişiler tarafından ayrımcılık olarak nitelendirilebilecek ayrıntılar olabilir eserde ancak ben yazara bu konuda kızmıyorum: çünkü dönem tasviri için uygun bir kurgu var ortada. Kaldı ki adalet vurgusunun çok fazla olduğu kitabı yukarıda belirttiğim ayrıntılar ile vurmak çok da doğru değil.
Osmanlı’nın Balkanlarda Tutunma Gayreti: Köse Kadı
Adalet demişken: Osmanlı’nın ne kadar adaletli yönettiğini, günümüzden görmek daha kolay. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu ile barış içerisinde yönetilen birçok ülke günümüzde “demokrasi” adı altında hala savaşlarla anılıyor. Bu yüzden adaletli ecdadımızın İslamiyet’i referans alarak yaptığı bu hamleler takdire şayan: çünkü kitapta birçok kez zikredildiği gibi emaneti ehline vermek, yoksulluk ile savaşmak, zulmetmemek, masuma kesinlikle zarar vermemek ve en önemlisi fedakârlıkta bulunmak (devlet için kendi kulaklarının devlet tarafından kesilmesine göz yummak örneğinde olduğu gibi) adaletin sadece hukuk ile sınırlı olmadığını bizlere gösteriyor. Köse Kadı kitabında yazar bu saydıklarımı sadece istihbarat savaşları etrafında anlatmaya çalışmış: bir de o dönemi ekonomi, sosyal, kültürel konularında irdelesek? Cidden Cihanşümul devletimiz ile ne kadar övünsek azdır…
Bu haliyle Köse Kadı adlı kitap bizleri Osmanlı İmparatorluğu hakkında daha derin düşünceye itiyor, bunun yanında günümüzde böyle bir devletimiz olsa veya Türkiye Cumhuriyeti benzer hamleleri yapsa nasıl olurduk sorusunu bizlere sorduruyor. Yetmiyor: bir sonraki sayfada olayların nasıl gelişeceğini bizlere merak ettiriyor (bölümler arası biraz kopukluk olsa da aksiyon hiç düşmüyor). Yazarın bir diğer vurguladığı nokta ise Türklerin savaş taktiği: Arşidük Karoli ile babası arasında geçen sohbet, buna örnek olarak verilebilir. Arşidük Türklerin tanımlayamadığı bir kaynaktan gelen farklı bir kuvveti olduğunu düşünüyor ki kitabı okudukça bunun teşkilatçılık ve fedakarlık olduğunu görüyoruz. Tabii bu iki durumu besleyen İslam’ın ta kendisidir.
Köse Kadı adlı kitaptaki Arşidük karakteri Osmanlı toplumu ve teşkilkat yapısındaki dinamizmi yok etmek için Türklere her şeyi vermeyi düşünüyor: “Türk’ü yıkmak mı istiyorsun? Onların mücadele etmelerine fırsat vermeden, elindekilerin tamamını ver. Mücadele hisleri, nefis azgınlıklarına dönüşsün. Altın ver, içki ver, kadın ver. Nasıl bulursan bul, ver bunları. Göreceksin, Türk’e karşı kullanılabilecek en korkunç silah budur.” (s. 172). Yani Arşidük Karoli ecdadımızı bunlarla yatıştıracak ve uyuşturacak, böylelikle bizleri Macar topraklarından atacaktır. Yazar bu kurgu ve sohbet ile aslında günümüz Türklerinin uyuşukluğunu iğnelemiştir. Tabii ki kitapta Arşidük’ün bu fikri başarıya ulaşmaz ve fikir olarak kalır ancak maalesef günümüzde kısmen geçerlidir. İşte bu yüzden daha uyanık olmalıyız.
Bahaeddin Özkişi, genç yaşta hayatını kaybeden ödüllü bir yazardı. İnternet üzerinde yaptığım araştırmada Köse Kadı adlı roman çeşitli film şirketleri tarafından senaryo için istenmiş fakat yazarın eşi ve kızının, bu filmin Kuruluş filmi ayarında ve sekiz-on bölümlük bir dizi film olmasında ısrarları sebebiyle projelerin gerçekleşmediğini öğrendim. Gerçekten kitabın içeriği ve anlatılanlar ışığında ortaya çok güzel bir dizi film projesi çıkabilirdi: hala geç kalmış değiliz. Bir dönem Yeşilçam sinemasını ayakta tutan Selçuklu ve Osmanlı dönemini anlatan filmler olmuştur: örneğin Cüneyt Arkınlı filmleri hepimiz biliyoruz. Neden günümüzde de benzer bir konsept ile bu tip diziler çekilmesin? Diriliş Ertuğrul ile gördük ki bu tip diziler çokça izleniyor, milli duygularımızı kökleştiriyor. Benzer hamleler yapılabilir.
Köse Kadı adlı kitabın akıcı bir dille yazıldığını söylemek mümkün ancak Türkçe imla kuralları açısından eksiklikleri olduğu da görülüyor. Örneğin; “pusla” yerine “pusula” demesi gerekirdi (s. 35), “herşeyden” değil “her şeyden” (s.153), “herşey” değil “her şey” (s. 154, 163, 180 ve daha birçok sayfada), “biri” değil “bir” (s. 156), “ağız” değil “ağzı” (s. 168) gibi göze çok çarpmayan harf eksikliği gibi nedenlerle ortaya çıkan hatalar vardı. Bunun yanında Hristiyan bir karakterin “yarabbi” demesi gibi ilginç bulduğum şeyler de vardı. Yine bazı cümlelerde virgüller gereksiz yere kullanılmıştı. “meyva” gibi eski Türkçe kelimelerinin kullanılması, dönem şivesini aktarma adına doğru bir tercihti ancak bazı cümlelerde anlatım bozukluğu olması akıcılığı durağanlaştırıyordu.
Köse Kadı adlı eserde asıl karakterlerden bazıları ilerleyen sayfalarda ölüyor ancak gölge karakterler diyebileceğimiz yardımcı karakterlerin fazlalığı hikayeyi genişletiyor ve böylelikle kurgu dağılmadan devam ediyor. Bu karakterlerin birçoğu yabancısı olmadığımız, milleti için canını verebilecek tipte olanlar: hepsi de milli şuurlarının öylesine farkındalar ki görevden göreve atılırken içlerinde herhangi bir şüphe olmadan yola koyuluyorlar. “Kızıl Elma’ya” ulaşmak için gözünü kırpmadan can verecek Türk istihbarat görevlilerinin Hür Macaristan için gösterdikleri cesareti okumak benim için güzel bir tercih oldu. Bu inanmış yiğitlerin Macaristan’ın sömürülen kimliğine bir nefes getirme çabalarını takdir ederek kitabı okumaya devam edecek, serinin 2. kitabını okumak için hemen diğer kitaba sarılacaksınız.
Bu arada kitabın sonuna doğru Köse Kadı’nın Osmanlı Sultanı öldüğünde “Vah kardeşim” şeklinde bir cümle kurduğuna şahit oluyoruz. Köse Kadı adlı kitapta bahsedilen tarihlerin 1577-1581 olduğu göz önüne alırsak baş karakterimiz Köse Kadı, 3. Murat’ın kardeşidir. Normalde 3. Murad tahta çıktığında ilk iş olarak fetva ile 5 kardeşini de boğdurmuştur ve kardeşleri arasında Köse Kadı adlı biri yoktur (Tabii zaten gerçek ismi de bu değildir, o ayrı bir konu). Ayrıca Köse Kadı adlı kitabın biraz dikkatli okunması gerekiyor çünkü bir süre sonra isimler, olayların sırası, kim kimin casusu, kim hangi milletten soruları kafanızda tam olarak oturmayabilir. Bu haliyle karakterler iç içe geçmiş gibi düşünebilir bazı okuyucular ancak ben okurken bazı notlar aldığımdan bu karışıklığı yaşamadım. Bu arada kitaba ismini veren Köse Kadı, içerikte çokça bahsedilen biri değil ancak anahtar isim o.
Sonuç olarak Köse Kadı, yazar Bahaeddin Özkişi’nin tarihteki Türk-Macar ilişkisini istihbarat ön planda olmak üzere din, devlet ve millet sevgisi gibi farklı açılardan kaleme aldığı iki kitaplık serinin ilk kitabı olarak kütüphanemdeki yerini aldı. Hediye olarak geldiği için ayrı bir şekilde istekli ve beğenerek okudum. İnce ince işlenmiş bir olay örgüsü ve karakter çeşitliliği ile bitmek tükenmek bilmeyen bir aksiyon ve istihbarat savaşı var kitapta. Bazı anları kafanızda sanki siz yaşıyormuşsunuz gibi hayret ve üzüntüyle okuyacaksınız, eminim. Klasik dönem Osmanlı istihbarat macerasını ihtiva eden ve karmaşık bir kurgu sonunda kusursuz çözümlenen bir örgü ve sürükleyici yapısı ile dikkati çeken Köse Kadı adlı kitabı ben de okumanızı öneriyorum. Tarihi kurgu romanları okumayı sevenlerin bu kitabı zevkle okuyacaklarını düşünüyorum.
İyi okumalar.
Kitapta altını çizdiğim cümleler ve bunun yanı sıra anlamını bilmediğim kelimeleri aşağıda paylaşmak istedim:
“… İstanbul’dan gelmiş olan katmerli nergis, lale soğanları, faydalı ot tohumları, kavun, karpuz, hüsnüyusuf, Gümüş çiçeği tohumları, çeşitli üzüm ve meyva fidelerinin beraberlerinde götürdüler.” (s. 95).
Husar ne demek: Hafif süvari eridir, 15. ve 16. yüzyıllarda Orta Avrupa’da ortaya çıkan bir hafif süvari sınıfının üyesidir.
Bukağı ne demek: Hayvanların ayağına takılan, kaçmalarını önleyen, demir köstek ve zincir.
Dadalık etmek ne demek: Daha çok çocuk bakıcısı yani dadıya verilen isimdir, bu haliyle çocuk bakmaya dadalık etmek denir.
Tanya ne demek: Farklı dinlerde farklı anlamları vardır ancak kitapta daha çok güneş anlamında kullanılmıştır. Bazı bölgelerde kız çocukları için oldukça fazla kullanılan bir isimdir (Rusça kökenlidir, Slav ırklarında kullanılır).
Maada ne demek: Bir edattır. -den başka anlamı verir (Örnek: Sarhoş balıkçı nâralarından mâadâ hiçbir ses tabiatın neşeli âhenklerine karışmamıştır. – Ahmet Hâşim).
Kaatil ne demek: Aslında bildiğimiz katil kelimesidir, eskiden bu şekilde kullanılırmış. Cinayet işleyen yani birini katleden kişi demektir. Genelde tek “a” ile yazılsa da aslı budur.
Gergef ne demek: Genellikle dikdörtgen biçiminde, üzerine nakış işlenecek kumaşın gerildiği, iç içe geçebilen iki çerçeveden oluşan araç.
Taler ne demek: Almanca bir kelimedir. 3 mark değerinde eski bir gümüş para (Örnek: Hele bu gümüş Nemse talerleri o kadar çoktur ki… – Safiye Erol).
Ölgün ne demek: Canlılığı, diriliği, tazeliği ya da sertliği kalmamış, pörsümüş, solmuş eşya, duyu, his, kişi.