Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Türk edebiyatının önemli isimlerinden Rasim ÖZDENÖREN tarafından kaleme alınan önemli bir eser. İz Yayınları tarafından çıkartılan eserin elimde 33. baskısı yer alıyor. Yaklaşık 168 sayfadan oluşan kitap hem edebiyat hem deneme – inceleme hem felsefi düşünce hem insan ve toplum ve – adından da anlaşılacağı üzere – hem de dini (İslami) türünde nitelendirilebilecek bir eser. Kitap içerik olarak – kapağında yer alan cümlede belirttiği üzere – bilgi, inanç ve değer alanlarına ilişkin olarak Müslümanca düşünmenin nasıl başarılabileceği konusunda önemli yaklaşımlar içeriyor. Kitabı ve içeriğini yazarın 1970-80’li yıllarda yazdığı denemelerin bir araya getirildiği bir eser olarak nitelendirebiliriz. Daha çok öykü alanındaki başarılı eserleriyle tanınan yazarın bu kitabının farklı yayınevleri tarafından da basıldığını, bu yazıyı yazdığım sırada kitap sitelerinde yaklaşık olarak 40 TL’den satışa sunulduğunu da ekleyelim.
Kitap ilk olarak 1984 yılında basılmış ancak yazar tarafından 2019 yılına kadar çeşitli değişiklikler/eklemeler yapılarak bugüne kadar yayınevleri tarafından basılmaya devam edilmiş. Yazar kitabın açıklama kısmında ise okuyucuya şu bilgiyi veriyor: “Bundan sonra bu kitaba atıfta bulunulursa 33. baskı ve sonrasının esas alınması ve önceki baskıların yok sayılmasını rica ediyorum.” Elimdeki kitap 33. baskıya ait, bu nedenle eski basımlar ile karşılaştırma yapamadım (Farklılıklar neler tespit edemedim yani). Yazar bu hatırlatmasına gerekçe olarak geçen süre zarfında kitapta görülen bazı ifade zaaflarının giderilmesi gerektiğini gösterdi ancak temel metnin aynen bırakıldığını da ekledi. Kitabın içindekiler kısmında yazdığı üzere 4 ayrı bölümden oluştuğunu görüyoruz: Panorama, Sağlıklı Düşünmeye Doğru, Müslümanın Nitelikleri, İslam’ın Özgünlüğü şeklinde bölüm başlıkları ve içerisinde de yine farklı alt başlıklar altında farklı konular işlenmiş.
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler Bizlere Neler Anlatıyor?
Yazar “insanlar her neyi put olarak görmüşlerse o putlar karşılarına problem olarak çıkmaktadır.” (s. 11) diyor ki gerçekten anlamlı bir cümle kuruyor. Buradan hareketle dünya genelinde oluşturulan genellemelerin ne kadar saçma olduğunu da anlatıyor, örneğin: “Daha en az kırk milyar insanın rahatlıkla barınabileceğinin hesaplandığı bir dünyada, kırk katlı binaların yapılmasına rağmen insanların mesken sıkıntısından şikayetçi olmaları önlenmiyorsa, burada da akla aykırı bir düzenin işlendiğinde şüpheye düşmemeli. Okullarda çocuklarına cinsel eğitimin verildiği ülkelerde ve en çok da bu ülkelerde, akla gelmez sapıklıkların yaygın biçimde yerleşmiş olması vakıası ile ırza tecavüz olaylarının, alkolizmin, klinik akıl ve ruh hastalıklarının yoğunlaştığının görüldüğü bir dünyada, bu işlerin düzenlenmesinde de bir bozukluğun olduğunu kabul etmek gerekecektir.” (s. 10). Ben bu kısma ek olarak futbol takımlarının borçlarının ödenmesi için para toplama organizasyonlarını da örnek olarak eklemek istiyorum açıkçası. Bir tarafta milyonlar kazanan futbolcular varken takımın başarısız olması, yanlış transfer politikaları vs. gibi nedenler sonucu borç batağına düşen takımı tekrar ayağa kaldırmak için para toplanması gerçekten yanlış bulduğum bir konu.
Devamında yazarın vermiş olduğu şu örnekte üzerinde düşünülmesi gereken konulardan biri: “İletişim araçlarının geçmişin hiçbir döneminde görülmediği biçimde çoğaldığı ve günlük hayatımızın doğrudan etkilediği bir dünyada, insanların fertler olarak iletişimsizlikten bu kadar yakındığı bir tablo ile karşılaşıyorsa bu işte de bir bozukluğun olduğunu teslim etmek zorundayız demektir.” (s. 11). Yani sorun olarak oluşturulan konuların aslında sorun olmadığı, asıl sorunun kafamızda olduğunu söylemek istiyor yazar. Ancak burada gelişen iletişim araçlarının olumsuzluğu üzerinde de durur: “Yalnızlaşan, yabancılaşan, meta haline dönüştürülen bu insanı “kendine yeter” hale getirme çabalarının ürünü olan bu elektronik buluşlar (videodan uzay araçlarına kadar tümü), bu insanı gitgide daha yalnız, daha yabancılaşmış bir ortama sokmaktan başka işe yaramıyor.” (s.13). Yani konuyu çift taraflı değerlendiriyor.
Aslında Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler adlı kitabın özünde anlatılmak istenenin yanında bir Müslümanın sorması gereken tüm soruları önce soruyor, sonra yazarın kendi düşünce dünyasında bu sorulara vermiş olduğu cevapları irdeliyor. Yukarda belirttiğim gibi öncelikle iletişimsizlik sorununun aslında olmadığını, her türlü imkanın olduğunu söylüyor: daha sonra gelişen bu teknoloji nedeniyle insanoğlunun yalnızlaştığını, yani başka bir soruna doğru ilerlediğini ekliyor ve bununla da kalmıyor: gelişen teknolojinin kötülüğe de sebebiyet verebileceğini de aktarıyor: “Kötülük teknolojinin programlanmasından doğar. Başka bir deyişle, insanın teknolojiye yaklaşmasındaki niyettir belirleyici olan. Teknolojiden niyetin yöneldiği hedefe hasıla elde edilir.” (s.15) Her tespiti, her sorusu ile biz okuyucuyu da düşündürüyor, sürekli bir fikir jimnastiği yapıyoruz.
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler adlı kitabı okurken konudan konuya atlıyoruz gibi ancak aslında şu konuyu irdeliyoruz: Müslümanlık – İslam – Modern Yaşam. Teknoloji dedik; peki bu teknolojinin Müslüman üzerindeki etkisi nasıl olur? Yazar, işte bu soruyu da soruyor ve cevaplıyor: “İmdi, hayatımızın hemen her alanında ve hemen her anında etkisini gördüğümüz teknoloji ve teknolojik ürünler, Müslümanca niyetlerle programlanmamakta ve buna bağlı olarak insanı aciz bırakmaktadır. Başka bir deyişle insan, teknoloji karşında kendini aciz hissetmektedir. Kendi eliyle meydana getirdiği teknoloji, insanın karşısında neredeyse tanrısal, mistik bir güce sahip olmuştur. İnsan kendini, onun karşısında aciz hissetmekte, ondan medet ummaktadır. Kısaca insan, teknolojiye boyun eğmekte, ona hizmet etmekte.” (s.16) Ve bizi uyarıyor da: “İslam, Müslümanları kafirlere benzemekten men etmektedir. Bu, her Müslüman için genel bir hüküm mahiyetindedir.” (s. 62).
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler adlı kitabı okurken neredeyse her sayfada altını çizdiğim bir cümle vardı ki bir çoğunu bu yazımın sonuna ekleyeceğim. Yazar bu kitabında Müslüman nasıl düşünür? Ne için düşünür? Ve neden düşünür tarzı sorulara cevap vermeye çalışıyor. Sorduğu sorular kadar verdiği cevaplar da önemli ve kitapta neredeyse her şeyi ele almış diyebiliriz. Her ne kadar 70’li yıllarda yazılmaya başlansa da veya sorulan sorular eski tarihlerde sorulmuş olsa da günümüzde de benzer soruların sorulabileceğini, güncel konuları işlediğini okudukça anlıyoruz. İslami yaşayış ile modern yaşayış arasında kıyaslama ilk sayfalardan itibaren başlıyor ve sonuna kadar işlenmeye devam ediyor. Yazarın teknoloji ve bilim hakkındaki soruları ve cevapları okunası cinsten.
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler kitabı hakkında yazar kadar ben de açık bir cümle kurayım: yazarımız kitapta irdelediği sorunlar kapsamında, sorunların kaynağı olan günümüz modern dünyasına tamamen karşı ve bu yüzden ülkemizde de İslami bir hayat tarzının var olmasını istiyor ki aksinin başarılı olmayacağını söylüyor: “İslam’ın hükümlerinin mahiyeti o hükümleri uygulayan bir topluluk içinde yaşamadıkça tam manasıyla kavranamaz.” (s.55). Yazar ayrıca sorunları ortaya koymamızın yanında tercih yapmamız gerektiğini de söylüyor: “Hangisini feda etmemiz gerekiyor: değişmeyi mi, nasları mı?” (s.57). Ki burada da meşhur Ebu Talip’in düştüğü duruma düşmememiz için bizi uyarıyor: “Ebu Talip Mekkeli kadınların kendisine “atalarının dininden döndü derler” kaygısıyla kelime-i şehadet getirmekten kaçınmıştı.” (s.55) – ki buna yazar Ebu Talip kompleksi diyor.
Yazarın bazı tespitlerinin bazılarına çok sert gelebileceği aşikar ancak yazdığından sakınmayan yapısı cümlelerine de yansımış. Bunun yanında çok uluslu şirketler (ÇUŞ) gibi kısaltmalara da yer verilmiş. Bazı sayfalarda bilmediğim/ilk defa duyduğum kelimelere de yer verilmiş ki bunların anlamlarını editörün kitaba dipnot olarak eklememesi bence bir eksiklik ki ben bu yazımın sonuna tespit ettiğim bu kelimelerin anlamlarını ekleyeceğim.
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler adlı kitap hakkındaki bu yazımın devamında kitabı okurken siz değerli misafirlerimizin de okumasını istediğim, önemli gördüğüm ve altını çizdiğim cümlelere yer verdim (2. sayfa). Son sayfada ise kitabı okurken ilk kez gördüğüm, anlamını da bilmeyip okuduktan sonra araştırıp öğrendiğim kelimelerin anlamlarını sizlerle paylaşacağım.
Eserde ekonomiden siyasete (ki Don Kişot tanımlaması hoşuma gitti), teknolojiden bilime kadar çeşitli konularda, çeşitli sorulara yazarın verdiği cevapları okuyoruz. Kitabın akıcı bir dille yazıldığını, konu konuyu açarken kendinizi bir anda çok iyi bir sohbetin içinde bulduğunuzu hissedebilirsiniz. Kitabın özeti olacak cümle ise belki de şudur: “Müslüman çağın gözüyle İslam’a bakmaz. İslam’ın gözüyle çağa bakar.” Aslında yazarın derdi de bu cümleyi Müslüman zihinlere nakşetmektir. Kitapta kullandığı “İslam, Batı’nın zihin kalıplarına göre anlaşılmaz.“ (s.25) cümlesi de bunu haykırmaktadır.
Mavera dergisinin son yolcusu Rasim ÖZDENÖREN gerçekten her gencin kitaplarını okuması gereken biri. Yine öldükten sonra kıymeti daha çok anlaşılan bir isim ki Allah rahmet eylesin diyelim burada. Okumaya başlayınca sorulan sorular ile önce bir tokat yiyorsunuz: sonrasında etrafımızda gördüğümüzü sandığımız onlarca yanlışı yazar ile birlikte sorgulamaya başlıyor, kopamıyoruz kitaptan. Bir Müslüman olarak sorumluluklarımız olduğunu hissediyoruz: bu yönüyle ağır bir kitap ama bir yanıyla da sizin yolunuzu ışıldatacak bir eser. Okurken soruların peşinden koşuyor, düşünce girdabına girerek yoruyor, pek çok konuda yol gösteriyor, zihin egzersizi yapmamıza vesile oluyor. Müslümanlar olarak problemlerimizin asıl kaynağının hayata Müslümanca bir kafa yapısından değil bize empoze edilen kafa yapısından bakmak olduğunu söylüyor.
Yedi güzel adamın son temsilcisi , “gül yetiştiren adam” olarak da bilinen Rasim Özdenören’in yaklaşık 40 yıl içerisinde yazdığı ve güncelliğini kaybetmeyen Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler adlı eserini okumanızı öneriyorum. Deneme deyince sıkıcı bir çağrıştırım yapabilir ancak korkmayın, okuyun, manevi anlamda silahlanın, sonrasında yapmanız gerekeni biliyorsunuz. Günümüzde birçok insanın İslam anlayışını özetleyen ve “mış gibi” yaparak yanlış yaşadığı İslam’ı, nasıl yaşamamız gerektiği meselesi üzerinden bizlere gösteren cümlelerini okurken siz de değişik hülyalara dalacaksınız, eminim.
İyi okumalar.
(Aşağıdan sonraki sayfalara göz atmayı unutmayın)
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler Kitabında Altını Çizdiğim Önemli Cümleler
“Şimdi insanlığın yeni tanusu bilimdir. Bilim; insanın özgür düşüncesinin önünde demirden bir köstebek gibi duruyor. Ona, her şeyi benim dediğim gibi düşüneceksin, diyor. İnsanı yalnız ve ancak kendi bildikleriyle sınırlandırıyor. (s.17)
“Mevlana’nın, at sidiğine düşmüş sinek tasviri gibi… sineğin içinde bulunduğu ortamı okyanus sanmasının ne önemi var?” (s.18)
“Demokratik hayat tarzının dünyaya bağışladığı bir armağan var: kaypaklık. … Demokrasi oyununu oynayanlar bir kavramın gerçek ifadesi ile konuşmuyor, şifrelerle anlaşıyor. Her kelime, her kavram başka biri için başka anlam ifade edebiliyor.” (s.19)
“Çikletler artık çiğnenmek için satın alınmıyor. Paketlerin içindeki numaralı resimlerle bir seriyi tamamladıktan sonra çıkacak bisikletler, radyolar, fotoğraf makinaları için alınıyor. Çocuklar farkına bile varmadan kumara, vurgunculuğa alıştırılıyor.” (s.21)
“Böyle bir hayat tarzında, Allah rızası, Hasbihallik, öte dünya kaygısı çoğu kimseyi ırgalamıyor. ”yarın” diye düşünülen gelecek artık öte dünya kaygısı olmaktan çıkmış bulunuyor.” (s.21)
“Kapitalist kurallara göre işleyen iktisadi yapıda, israf süreci artık doğal hale gelmiştir: böyle bir toplumda tüketimde kısıtlama yapılması iktisadi hayatı toptan çökertebilir. Gerçek şu. Tüketim (israf) ekonomisi ancak israf süreci devam ettirilmek suretiyle ayakta kalmayı başarabilir.” (s.23)
“Batı uygarlığına teorik olarak reddetmek, eğer aynı uygarlığın davranış ve harcama kalıpları gündelik hayatta yürürlükte bırakılıyorsa, fazla bir anlam taşımayacaktır. Çünkü davranış ve harcama kalıpları ve gündelik hayatta uygulanan tüketim alışkanlıkları, kişiyi, istemese de aynı Batı uygarlık dairesinin içine itmeye yetecektir.” (s.24)
“Müslümanların önünde duran handikaplardan biri, onların İslam’ı kavrama hususunda karşı karşıya bulunduğu güçlüktür. Özellikle geçmişinde İslam’ı yaşamış olan ülkelerin insani için durum böyledir. Çünkü bu böyle ülkelerde herkes İslam’ı bildiği vehmindedir, fakat herkesin en az bildiği şey de odur.” (s.24)
“Bu nedenle Müslümanlar, kendisine Müslümanım diyenler İslam’ı yeniden ve kendi terimleriyle öğrenmek zorunda bulunuyor. Batı anlayışının zihinlere bulaştırdığı bakışla İslam’ı anlamak kolay görünmüyor. İslam kendisi hakkında hiçbir şey bilinmiyormuş gibi farz edilerek anlaşılmaya çalışılmalıdır: ilk Müslümanlar nasıl Müslüman olmuşlarsa, onların yolunu izleyerek ve önyargılarımızı cehalet döneminden kalma zihni ve ameli alışkanlıklarımızı terk ederek başlangıç noktasında durmayı deneyebiliriz.” (s.26)
“Yeni bir ayakkabıya, yeni bir giysiye alışmak bile zaman alır. Yeni ayakkabı içinde insanın yürüyüşü değişir.” (s.27)
“Yani Allah’ın bir ve tek olduğunun söylenmesi karşısında fazla telaşa kapılmayan müşrikler, iş bu inancın tabii neticesi olan putların ortadan kaldırılması noktasına gelince İslam’a karşı açık ve keskin bir cephe aldılar ve onun yayılmasını önlemeye çalıştılar” (s.31)
“Günümüz Müslümanı, bu bakımdan bölmeli kafa yapısı taşıyor. O, bir yandan Allah’a ve İslam’a inandığını iddia ederken bir yandan da İslam’la çelişen hükümlere kabulleri arasında yer verebiliyor.” (s.31)
“Zihinlere İslam’ın öngördüğü ilkeler değil, fakat İslam dışı dünyanın gözümüze taktığı gözlükler yerleştirilmiştir. İslam’ın söyledikleri kendi şartları ve kendi doğruları içinde anlaşılmaktan çok, İslam dışı ölçütler o şartları nasıl göstermek istiyorsa öyle algılanmaktadır.” (s.32)
“Halen Müslümanların yaşadığı ülkelerin bir kısmında sosyalizm, bir kısmında nasyonalizm İslam’la uzlaştırmaya çalışılmaktadır. İslam’ın sosyalizmden de, farklı bir gerçeklik olduğunu algılamanın ortamı daralmıştır diyebiliriz.” (s.32)
“Müslüman kendi basit, yalınkat isteğini Batılı bir insana belki rahatça anlatabilir ama sonradan Batılaşmış insana aynı rahatlığa anlatılması o kadar kolay görünmüyor. Batı insanı İslam’ı reddederken bilinçli bir tutum içindedir. Batılılaşmış insanın tutumuysa, sadece bir kör inanç halinde belirmektedir. Batılı, neyi, niçin reddettiğinin bilincindedir. Batılılaşmış insansa önyargıyla reddediyor. Fakat anlamak için heves belirtisi de göstermiyor. Batılaşmış insanın zihniyetinin temelinde, dinle dünya işlerinin birbirinden ayrı olduğu hususunda değişmez bir ön kabul var…” (s.33)
“Oysa batılı insanın temel yasaları zaten din kaynaklıdır.” (s.33)
“Durum Batılılaşmış insanın kafa karışıklığıyla ilgili bir keyfiyettir. Onun ilkin İslam hakkında fikri yoktur. Bu bir yana Hıristiyanlığı da bilmez. Dahası, Batı aleminde “din” denildiğinde özelde Hıristiyanlığın murat edildiğinin farkında değildir. Bunun farkında olmadığı için, Batılılar dinden bahsedince bunu bütün dinleri kapsayıcı bir geçeklik sanır.” (s.34)
“O kadar ki, insanın haya duygusuna müdahale etmek, haya duygusunu iptal etmek bile, artık “bilim” yaftası ile peçelenebilmektedir.” (s.35)
“Bizim dini görevimiz nedir? “Dini görevlerimiz” diye konuşanlar, belli ki, bununla sırf ibadetlerimize ilişkin hususları kastediyor, diğer muamelelerimizle ilgili hükümleri bunun dışında tutmak istiyor. Böyle bir ayrımın ancak Batı’nın seküler telakkisine uygun olduğunu tekrarlamaya gerek yok.” (s.35)
“Batı, İslam kültürünün ve Müslüman insanın enkazına bile tahammül etmekte zorlanır. İşte Müslüman bu durumun farkında olmalı…” (s.37)
“Olup bitenleri gerçek mahiyetiyle değerlendirebilmek için Müslümanca bir konumda bulunmak gerekiyor, diyoruz.” (s.37)
“Hak olan dinler bile ancak kendilerine ait vakitler içinde hak telakki edilmiş, fakat İslam’ ın zuhuruyla birlikte haklılıklarını yitirmiş sayılmışlardır.” (s.37)
“Öyle görünüyor ki İslam aleminin bozulmaya, çözülmeye başlama sebeplerinden biri de küfrün tek millet halinde telakki edilmesi yolundaki hükmün giderek unutulmaya yüz tutmuş olmasıyla bağlantılıdır. Müslümanlar özellikle geçen yüzyılın ortalarından itibaren, İslam dışı dünyaya, Müslümanca görüşle değil, ‘hümanistçe” bir tutumla bakma çabasında oldular.” (s.37)
“Benim hiçbir putum yok” diyen biri ile, eninde sonunda kendi zatını put haline getirmiş olmuyor mu?” (s.39)
“Anayasasına “Devletin dini İslam’dır” hükmünü koyan ülkelerin bile aslında gerçek anlamıyla İslam devleti olmadığını bilmemiz gerekiyor.” (s.39)
“İslam dışı bir toplumda, bilfarz, zekat tahsis mahallerine layıkıyla sarf edilmiş olsa bile faizin yürürlükte olduğu bir sistemde, yine de, kendisinden beklenen fonksiyonları icra edemeyecektir. Çünkü İslami toplum düzeninde zekat, “verme”nin ifadesi ise, faiz de “almamak suretiyle “verme”nin ifadesidir. … Oysa İslam dışı bir toplumda ödenen zekât, farz edelim kendi bünyesine ilişkin fonksiyonları icra etmiş olsa bile, bu fonksiyonların ifa edilmiş olmasından doğan faydalar, faizin icra ettiği fonksiyonla sıfıra indirgenecektir; yani makro düzeyde (toplumun düzeyinde) zekâttan beklenen faydalar hasıl olmayacaktır. … Sonuçta zekât olarak ödenen kıymetlerin içine, faiz kaçınılmaz olarak girmiş bulunuyor.” (s.40 – 41)
“Zihnimizi müsteşrik mantığın ortaya attığı bu tür bulanıklardan kurtarabilmenin yolu, İslam’ı ancak ve yalnız kendi ilkeleri içinde düşünmekle mümkün olacaktır.” (s.42)
“Oysa bu tür problemlere çözüm yolu aramaya kalkışmadan önce, bu problemin çıkış ve doğuş kaynağı araştırılmalı, problem gerçekten aynı zamanda İslam topluluğunu da ilgilendiren bir meseleyse, ancak o zaman İslami çözüm yolunun araştırılmasına girişilmelidir.” (s.43)
“Bir Müslüman için domuz eti yememenin tek sebebi dinin bu husustaki buyruğunu yerine getirmek içindir. Başka bir şey için değil…” (s.48)
“Şurası var ki, bir kez bu yoldan inanınca dinin hükümlerine ait hikmetlerin araştırılması erdem sayılır. Hiçbir sebeple mukayyet olmaksızın inanmakla, böylece inandıktan sonra din hükümlerinin kapsadığı hikmetleri, sırları, sebepleri araştırmak (tahkik) arasındaki farka dikkat istiyorum. Bu tür araştırıcılık imanın güçlenmesine yol açarken, bilime uygundur diye inanmak küfre götürebilir. Çünkü ya bilimin paradigması değişirse ne olacak? İmanın istinat ettiği gerekçe ortadan kalkmış olmayacak mı?” (s.50)
“Aslında Batı için mesele olan şey, geri kalmış diye baktığı ülkelerin derdine derman olmak değil, fakat mevcut sömürü düzenin sürdürülme imkanlarını “bilimsel bir tabana” oturtma endişesi ve gayretidir. Nitekim “kalkınma iktisadı” adı altında verilen derslerde, “geri” dediği ülkelerin onulmaz bir kısır döngü içinde bulunduğunu ispat etmekle konuya girilir.”
“Kapitalist mantığın verilerine göre düşünenler faizsiz bir iktisadi ve ticari hayatın nasıl sürdürüleceğine akıl erdirmez.” (s.56)
“Ayrıca Batı kültürü çerçevesinde değişen bir toplum yapısının mevcudiyeti esas kabul ediliyor. Batı kültürü için anlamlı sayılabilecek yukarıdaki soru, bu kez, kendi toplum yapısını o kültüre benzetmek isteyen başka bir topluma tevcih ediliyor.” (s.57)
“Yan yana getirilen bu iki kelime ( din ve adam: din adamı) gerçekte o kadar masum değildir. … İslam’da din adamı’ndan bahsedilmesi, din adamı diye bir sınıfın, bir mesleğin mevcut bulunduğu izlenimini uyandırır. … Bir bakışta yanlışlığı hissedilmeyecek kadar örtüşü olan bu ifadeler, dini dünya işlerinden veya dünyadan ayrı gören bir telakkinin varlığını işaret etmektedir. Bütün bu çeşit ifadeler, terkipler, tamlamalar, bize Hristiyan Batı kültüründen geçme terimlerdir. ‘Dini İbadet’ derken sanki dini olmayan bir ibadet biçimi varmış gibi veya daha kötüsü davranışlarımızın bir kısmı ibadet hükmünde, diğer bir kısmı ibadetin dışında kalıyormuş gibi bir izlenim uyandırılmaktadır. İbadeti Hıristiyanlıkta olduğu gibi, bir seremoni, bir ayin olarak telakki edenler için mesele yok elbet. Fakat hakkını vererek yaşayan bir Müslüman için ibadet olmayan, ibadet hükmüne geçmeyen hangi davranış vardır?” (s.60)
“Garaudy şöyle söylüyordu: “Batı Rönesans’ı, Müslümanlardan sadece tecrübe (deney) metodu ile tekniğini aldı. Onun, Allah’a götüren ve insanlığa hizmet esas alan yönünü bir tarafa bıraktı. … Yani onun kutsal içeriğini boşaltmış, bu bilgi ve yöntemi boş kalıplar halinde benimseyerek içeriğini dünyevi ve cismani bir anlayışıyla doldurulmuştur.” (s.61)
“İslam’ın temel mesajlarından biri olan evrenin yaratılmış (mahluk) olması keyfiyeti, Müslüman alimlerin ona mahluk olarak (bir başka yüzüyle emanet olarak) muamele etmesine yol açarken ve bu anlayış, kendi doğrultusunda bir ilim ve tefekkür tarzını hasıl ederken; evrenin ( ve dolayısıyla tabiatın) mahluk olduğu inancından yoksun bir yaklaşım, aynı tabiata, günümüz Müslüman düşünürlerinden Seyyid Hüseyin Nasr’ın belirttiği gibi ona, sorumsuzca, bir fahişe gibi muamele edilmesine yol açmaktadır. Bu yüzden de Batı teknolojisi halen, elinde dünyayı birkaç defa imha edebilecek bir nükleer gücü bulundurabilmektedir.” (s.62)
“… düşmanın silahıyla silahlanan sözünün, aynı zamanda bu silahı İslam’ın buyrukları çerçevesinde ve İslami amaçların gerçekleşmesi doğrultusunda kullanın şeklinde anlama zorunluluğu vardır.” (s.63)
“Silahlanmanın maksadı, kanımızca, düşmanın silahını etkisiz hale getirmektir.” (s.64)
“İnsanın karşı karşıya bulunduğu bir meseleyi, bir bakışta ve bütünüyle kavrayabilme duygusuna bedahet hissi, deniyor. (s.64)
“Rönesans, aslında, Batı’da Hıristiyanlığa karşı bir dinsizlik gayretinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. O çağın Batılı bilim adamları veya sanatçıları, fikirlerini geliştirirlerken Müslüman bilginlerden de “yararlanmışlardır.” Fakat bu demek değildir ki, Rönesans, ‘İslam ruhunun’ bir hasılası olarak meydana getirilmiştir.” (s.67)
“Allah’ın Resulüne, Kureyş’in reisliği de teklif edilmişti. Fakat Kureyş reis olmayı seçmek “Müslümanca özgürlüğü” terk etmeye varacaktı.” (s.68)
“İslami düşünce tarzında genelde, görüşlerin pratiğe aktarılması daima söz konusu edilmiştir.” (s.71)
“Cebir, pratikte miras bölüşümünü kolaylaştırmak üzere düşünülen yöntemlerden hasıl olmuştur.” (s.72)
“İslam’ın hükümlerini, mizaçlarımız veya kendi eğitimimizden gelen anlayışımızın kurbanı haline getirmekten sakınabilmek için, gene onun hükümlerine başvurmak konusunda titiz olmak gerekiyor.” (s.74)
“Müslüman, ne daha fazla gelir elde etmek, ne total gelirin adil dağılımını sağlamak, ne insanların arasında barışı, sükunu, kardeşliği tesis etmek için Müslümanlardır. Bu ve benzeri konular Müslümanca hayat sürmenin doğal sonucu olarak ortaya çıkar.” (s.75)
“Ne var ki, kimleri cezadan kaçınmak, mükafata nail olmak için amel etmeyi doğru görmekle birlikte, bunda bir ‘kabalık’ bulunduğunu ima eder. Bir amelin, bir fiilin Allah rızası için olması demek onlara göre, Allah’ın nimetleri hususunda bile en küçük bir beklentiye kapılmama anlamını taşıyor. Sözgelimi namazı ne için kılıyoruz? Cehennem korkusu ve Cennet umudu ile mi? Elbette değil. Fakat diyorlar amelin Allah’ın rızası için olması bu korkunun ve bu umudun bir adım ötesindedir. Bir adım ötedeyse, artık ne cehennem korkusu düşünülür, ne cennet iştiyakına kapı aralanır. Ameller, salt Allah rızası uğruna ifa edilir. Bundan da bir karşılık beklenmez. Yani cennet nimeti ya da cehennem azabı düşünülmeden, o amel salt Allah’ın rızasını istihsal için yerine getirilir. Yunus Emre, ünlü beytinde: “isteyene ver Cenneti/ Bana Seni gerek” derken, Allah rızası kavramını dile getirmiş oluyordu. Burada şu inceliği vurgulamak gerekiyor: Karşılık beklemeden, amellerini salt Allah’ın rızası için eda ederek Allah’ın rızasına nail olanlar, Allah vadettiklerini umarak amel işleyenlerin umdukları bütün nimetlere ulaşırlar, belki biraz da fazlasıyla. Yunus Emre için şimdi andığımız beytinde Cennet, Cemalullah yanında küçük bir nimet olarak göründüğü için, aslında daha büyüğüne talip olmaktaydı.” (s.77)
“Muhakeme etmek demek, netice itibariyle, başka dinlerde, başka dünya görüşleriyle karşılaştırmalar yapmak demektir. Bu karşılaştırmalar sonunda İslam’ın üstünlüğü aklen kabul edilse bile, salt bu kabul edişle bir insanın Müslüman olduğunu söylemek mümkün olmaz.” (s.78)
“Davranışlara yüzde yüz herkes uymaz, fakat yüzde seksen-doksan çoğunluğun, belirli bir yönde hareket etmesi, azınlığın davranışlarını etkisizleştirir.” (s.87)
“Müslüman domuz eti yememek için, kimsenin bu eti yemeyi terk etmesini beklemez, bu kuralı bir başına yerine getirmeye bakar: bu da Don Kişotluktur.” (s.88)
“İslam’ı kavramak derken, belki her şeyden önce onun bir zihin fantezisi değil, yaşanabilir bir hayat tarzı olduğunu anlamak gerekiyor.” (s.90)
“İslam’ın şartları arasında sayılan ibadetleri yerine getirmek, esasen Müslümanın kişisel yükümlülüğü arasındadır. Yani birey olarak ibadetleri eda etmek Müslümanın, zaten ve söylenmeden bilinen, kişisel borcudur.” (s.91)
“Hesap günü, Allah kendisine: “Benim için ne yaptın?” diye sorduğunda, namaz kıldım, zekât verdim vb. diye ibadetlerini dermeyan eden kimseye bu ibadetleri ancak kendi nefsini kurtarmak için yapmış olduğu hatırlatılır. Çünkü bu ibadetlere muhtaç olan Allah değil, fakat kendisidir. Öyleyse Müslüman, Allah için ne yapmış olmalıdır? Ne yapması gerekir?.” (s.92)
“Bilinçli Müslüman, dünyada edilgin bir durum alışı reddediyor. Başkasının aleti olarak kullanılmasına, istismar edilmesine göz yummuyor. En önemlisi, nerde, nasıl istismar edildiğini veya edilebileceğini biliyor. Haksızlığa karşı eliyle, diliyle, kalbiyle karşı koyuyor. Allah’ın düşmanlarına, gene Allah’ın rızası için buğz ediyor. Çağdaş rahatlıkların bilincini köreltmeye yönelik tuzaklar olduğunu biliyor ve yer yüzünde işgal ettiği bir mekân varsa, bu mekanın Allah düşmanlarının lütfu ve ihsanıyla kendisine verilmediğini, dolayısıyla işgal ettiği mekanın hakkını korumanın kendine düşen yükümlülükler arasında bulunduğunu biliyor ve rızk endişesiyle kafirlerle iş birliği yapmayı reddediyor.” (s.92)
“Kötülüğün eşyadan değil, fakat eşyanın buyruğuna girmekten kaynaklandığını bildiğinden eşyayı kendi buyruğu altında tutmanın yolunu arıyor.” (s.93) – Yazar burada Allah’tan korkan Müslümandan bahsediyor.
“Theokritus’la Racine’in adını yan ayana getirip ardından üç cümleyi de döktürüverene, aman ne bilgili insan deniyor. Ya da ezberlediği üç ayet-i kerime ile iki hadis-i şerif aslından okuyan birine alim muamelesi yapabiliyor.” (s.93)
“Bir ülkeye Batı sermayesinin girmesi ise Batı tarzı tüketim alışkanlıklarının girmesi demektir.” (s.95)
“Halen, yeryüzüne hakim olan hayat tarzı Müslümana yabancı bir dokuda yapılanmaktadır. Bu hayat tarzının tehlikesi Müslümanı, farkında olmadan, İslam dışı emrivakiye itaat etmeye razı kılıyor olmasıdır.” (s.99)
“Mevcut hayat tarazını reddedemeyen Müslüman, farkında olmadan kendini reddediyor ve kendi değerlerine yabancılaşıyor.” (s.99)
“Herkes, iktisadi bağımsızlık istiyor ancak bu yolla ekonomiye bağlandığını görmüyor.” (s.99)
“Çok sayıda küçük küçük ilahlar ediniyor ancak bu ilahla tapındığının farkında olmuyor.” (s.99)
“Allah’tan başkasına kulluk edeni Allah her şeye kul eder.” (s.99)
“Bu düşünce tarzıyla Müslümanın an içinde yaşaması arasında, güdülen niyet arasında uzlaşmaz farklar var. Batı kafa yapısı, yaşanan anı adeta sonsuzlaştırma gayreti içinde gibidir. Yaşanan her an, onun için, hayattan biraz daha lezzet, biraz daha haz alabilmek için elinde bulunan bir fırsattır. An, ölümü unutabilmek, ölümü unutabilmek, ölümden sonra düşeceği “korkunç karanlığı ve hiçliği” görmezlikten gelebilmek, hatta o büyük boşluktan öç alabilmek için, şimdi elinde bulundurduğu bir silahtır.”
“Müslüman ölümü unutmak için değil, tersine ölümün varlığını Allah’ın emri olarak telakki ettiği için ve onun sürekli olarak bilinç düzeyinde tutabilmek için an içinde yaşar.”
“Bu yüzden “an” bir haz lezzet aracı olarak kullanılmaz, kul olma bilincinin yüklenildiği bir fırsat olarak değerlendirilir.” (s.102)
“Ölmeden önce ölünüz tavsiyesi, Batının haz felsefesinden ayrı bir alana çağırıyor insanı. Haz felsefesinde, ölüm hakikati bu dünyaya değer vermeye götürürken, İslam’da tersine bu dünyanın değersizliği kavramaya yol açıyor.” (s.103)
“Bir putpereste, taptığı taşın ona zarar ya da fayda getirmeyeceğine onu inandırabilmek belki daha kolaydı. Fakat günümüzün putperestliğinde, insanı fesinin derinliklerinde yakalayan öyle putlar oluşmuştur ki, insanı o putlara inanmaktan alıkoymak nefese güç gelebilir.” (s.110)
“Bütün bu putlar, neticede, Allah’ın yasak ettiği fiil ve amelleri meşru kılma yolunda kullanılır olmuştur. … Seks put haline getirilince fuhşu meşrulaştırmak ve yaygınlaştırmak kolaydır.” (s.110)
“Şüphesiz zenginlik nimet, yoksulluk beladır. Fakat zenginliği bela, yoksulluğu nimet haline getirmek de insanın elindedir. Şükürsüz ve zekâtsız zenginlik bela olacağı gibi, sabırla ve tevekküle katlanmış yoksulluk nimet haline gelebilir.” (s.118)
“Belli bir konu asıl mihrakından saptırılarak o konun içinde olmakla beraber gerçekle ilişkisini kesmiş bir meselenin tartışması haline getirildiği anda, sofizm (safsatacılık, mugalatacılık) başlamış olur.” (s.119)
“Sözgelimi, birisi şunu ileri sürüyor: Bir Müslüman bir kafire kelime-i şehadeti teklif etse, kafir teklifi reddetse, bunun üzerine Müslüman okunu fırlatsa fakat ok hedefine ulaşmadan önce kafir kelime-i şehadet getirse ve bu anda atılan okla vurulup ölse, oku atan Müslüman katil sayılır mı, sayılmaz mı? Bu olayı nakleden kimse, bu konunun bugün bile çözümlenmediğini belirtiyor. … Fıkıh aczini göstermek suretiyle kafalara fıkıh hakkında bir şüphe ve tereddüt tohumu ekilmek istenmektedir.” (s.120)
“Vasat (orta) kendi başına varlığı olan müstakil bir doğrunun adı iken; vasati, birden çok şeyin birbiriyle telif edilmesinden ortaya çıkan bir sentezidir.” (s.121)
“Mesele şu; İslam’ın bir inanış ve yaşayış tarzı olarak öngördüğü hükümlere iş tutarken, bu hükümlerdeki hikmetin bütünü dikkate alınmak gerekiyor.” (s.124)
“Bir İslam büyüğünün dediği gibi, ‘Bir insanın amelleri şeriata uygun değilse, onu uçarken bile görseniz itibar etmeyiniz.’ (İmami Rabbani)” (s.137)
“İslam’da aklı aşan şeyler varır, fakat akla aykırı bir şey yoktur.” (s.144)
“Her şeyin insan için yaratılmış olduğu anlayışı, İslam’da tabiatın himayesine, insanın tabiatla ahenkli bir ortamda yaşamasına yol açarken; Batıda, hemen hemen aynı kelimelerle dile getirilen bu anlayış, ilkin faydacılığa (J.S. Mill), sonra pragmacılığa (w. James) ve giderek tabiatın tahribini sonuçlandıran günümüzün teknolojisi ile ilgili genel bir dünya görüşünün gündelik hayatta yaşanmasına yol açmıştır.”
Mücerret nedir?: Osmanlıda yalnız, tek anlamında kullanılmıştır. Bekar erkeklerin verdiği verginin de adıdır.
Müşkülat nedir?: Güçlükler, engeller, zorluklar, güçlük anlamında kullanılır.
Veçhe nedir?: Yön demektir. Tabii aynı zamanda herhangi bir canlı ya da cansız varlıkların, ‘Yüz’ bölgesi olarak da ifade etmek mümkün.
Hümanist nedir?: insan odaklılık veya insanmerkezcillik, insancı, insancıl anlamlarında kullanılır. Kanunların düzenlenmesinde tanrının değil insan aklının esas alındığı rasyonalizm ile ampirizme odaklanan felsefi düşünce öğretisidir.
Ünsiyet nedir?: alışkanlık, yakınlık, samimi olma, nazlanma gibi anlamlara gelen üns (ünsiyyet) kelimesi insanların birbirleriyle uyum içerisinde yaşaması durumudur ki bu insanların toplum halinde yaşaması gerçekliğini ortaya koyar. Ahbaplık, arkadaşlık anlamlarının yanında alışkanlık, alışıklık gibi anlamları da vardır.
Sıyanet nedir?: Muhâfaza etme, koruma, saklama gibi anlamlarının yanında Himâye anlamına da gelmektedir.
Mevhum nedir?: Bu kelime eski Türkçe’de vehmedilen, boşuna korkulan anlamına gelirken gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen anlamında da kullanabilir. Sanal kelimesi ile benzerlik taşır.
Sarahat nedir?: Açık, belli, anlaşılır olma durumu, açıklık, belirlilik anlamında kullanılır.
Müsteşrik nedir?: Doğu bilimci olarak bilinir. Büyük çoğunluğu Ehl-i Kitap’tan (Yahudi ve Hristiyan) olan ve Doğu milletlerinin her türlü yazılı edebî (tarihî, dinî, kültürel) eserlerini inceleyen Batılı bilginlere müsteşrik ismi verilmiştir.
İstihza nedir?: Sarkazm, iğneleme, veya alaycılık: genellikle biriyle alay etmek veya sinirlendirmek amacıyla kullanılan hicivli ifadedir. Konuşma dilinde çoğunlukla söyleyiş üslubu veya alt metindeki ironili anlatım ile kullanılır. Alay etmek kökünden gelen istihzâ, “başkasının söz ve davranışlarını kusurlu görmek veya göstermek amacıyla onu alaya alıp küçük düşürmek” manasında kullanılır.
Muhal nedir?: İmkansız anlamında kullanılır, olması, gerçekleşmesi olanaksız gibi anlamları da vardır.
Mesnet nedir?: İsim olarak anlamı dayanaktır ancak mimari da bir cismin sabit bir cisme bağlandığı yere de mesnet (bağ) adı verilir. Yani kısaca bağlanılan veya dayanılan yer anlamındadır.
İttihaz nedir?: Anlam olarak sayma, tutma ve olarak görme anlamlarına gelir
Istılah nedir?: Herkesin anlayamayacağı anlamında kullanılmakta olan bir kelime olarak bilinmektedir. Aynı zamanda ıstılah kelimesi, terim anlamına da gelmektedir.
Tetebbu nedir?: Türkçe’de “bir konuyu veya akıl yürütmeyi adım adım izleme, ayrıntılı olarak inceleme” anlamına gelir.
Müteradif nedir?: Türkçe’de “artarda gelen, birbirini izleyen” anlamına gelir. Ayrıca anlamdaş, eşanlamlı anlamında da kullanılır.
Farika nedir?: Türkçe’de “ayır edici şey” anlamına gelir. Bir diğer adı ayırmaç olarak kullanılır.
Ceht nedir?: Arapça bir kelime olan ceht, çaba, çabalama anlamında kullanılır. (Cehdetmek: çalışıp çabalamak)
Galat nedir?: Arapça’da masdar olarak “yanılmak” manasına gelen galat kelimesine (çoğulu galatât, karşıtı fasîh) Türkçe sözlüklerde “yanlış, yanlışlık, yanılma, yanılgı, dil bilgisi kuralına uymayan kelime veya ibare, dil yanlışı” gibi anlamlar verilmiştir.
Meskenet nedir?: Arapça kökenli bir kelime olarak meskenin ‘miskinlik, beceriksizlik, yoksulluk ve fakirlik’ gibi anlamları vardır.
Müstağni nedir?: Dilimize Arapçadan geçmiş olan müstağni kelimesi, istiğna sözcüğünden türetilmiştir. İstiğna zengin olmak ve tamah etmemek manasına gelirken, müstağni de elindekilerle yetinmesini bilen, daha fazlasını istemeyen, tok gözlü kimse (yani kendi kendisine yeten) demektir.
Gizil nedir?: İçinde bulunduğu nesnenin durumu değişince ortaya çıkan, böyle bir durumda kendini gösteren, iş halinde olmayıp varlığı gizli kalmış olan anlamında kullanılır. Ayrıca bir kişide gelişip ortaya çıkmamış olan özelliği tanımlamak için kullanılır.
Mülahaza nedir?: İsim olarak düşünce anlamına gelse de Arapça anlamı olarak gözden geçirme, değerlendirme anlamında kullanılır.
Muharref nedir?: Sözlükte “bir şeyin yerine başkasını getirmek, değiştirmek” manasındaki tahrif mastarından türeyen muharref kelimesi terim olarak “senet veya metninde hareke, harf yahut yazı değişikliği yapılarak nakledilen hadis” demektir. Kısaca tahrif edilmiş anlamında kullanabiliriz.
Temerküz nedir?: Bir yerde toplanma anlamında kullanılır. Banka terimi olarak da kullanılır.
Teşevvüş nedir?: Karışıklık, karmakarışık olma, düzensizlik, uyumsuzluk, bulanıklık, şaşkınlık, kararsızlık, bocalama, çalkantı hâli anlamlarında kullanılabilir.