Sevgili Yapmak Modası

sevgili-yapmak-modasi

Sevgili Yapmak Modası!

Dünya öyle bir hal aldı ki; seven sevene…

Şimdilerde moda ‘sevgili’ yapmak. Sevgilin olmadığında şöyle bir ‘aaa nasıl olur?’ bakışı atıyorlar sana: sanki hava, su kadar gerekli bir şeyden mahrum kalmışsın gibi.

Sevgili‘ denen olay ise bir nevi ‘eş/koca‘ olmanın bir alt versiyonu. Ahlaki ve inançlar açısından bakıldığında gençlik ve gelecek için büyük bir fiyasko. Evlilikte yaşanabilecek neredeyse her şey, sevgili iken de yaşanıyor. Herkesin bir kırmızı çizgisi var tabii; kiminin kırmızı çizgisi daha ‘elde’ biterken, kiminin kırmızı çizgisi ‘bacak arasına’ kadar gidebiliyor. ‘sevgili’ olunca sadece hayat değil; zaman da paylaşılıyor: sırlar, aile, yaşam, sözler, gelecek planları, geçmiş ve daha bir çok şey paylaşılıyor. Erkeklerin ‘göster dayına’ şeklinde ataerkil yetiştiği bir toplumda özellikle kadınların ilişkiler girdabı içerisinde çok şey kaybettiklerini vurgulamak lazım. ‘Erkektir yapar’ yanlış mantığının sonucu kadınların daha çok şey kaybettiği bir olay: sevgili yapmak…

Günümüzde ‘anı yaşamak’ da diğer bir moda davranış: bu yüzden sevgili yapmak veya ayrılmak, sıradan şeyler gibi geliyor ve bir süre sonra unutuluyor. Doyumsuz olan insan nefsi, bir ‘dalda’ duramıyor: daldan dala atlayıp, salya sümük nefsiyle hareket ediyor. Duygular, inançlar samimi olmuyor. Kaybedilen bir çok ‘şey’ sümen altı yapılıyor. Halbuki kadın olmakta, erkek olmakta zor herhangi bir ilişkide: fakat genellikle kazanan ‘ayrılan’ taraf oluyor. Daha doğrusu ‘bırakan’ taraf…

Ayrılmak isteyen taraf genelde ya bezmiştir/sıkılmıştır ya da yemediği naneler kalmadığı için artık ‘başka sularda yüzmek‘ istemektedir. Büyük ihtimalle hayatına yeni birilerini de sokmuştur; sırlar, yaşam, sözler, gelecek planları, zaman paylaşımına başlanmıştır belki de… Bırakarak, kazandığını sansa da; aslında kaybedendir o…

Bırakılan taraf ise doğal olarak çok şey kaybetmiştir: hayatından, zamanından bir çok şey vererek o günlere gelmiş ve karşısındaki insanı kaybetmiştir. İyi tarafından bakınca: daha ileride bir dönemde olması (mesela evlendikten sonra), ortada kalacak olan çocuklar vs. düşünüldüğünde, belki de hayırlısı budur deyip geçilir genelde.

Ahlaki olarak yerlerde gezdiğimiz şu günlerde, karakterli bir insan bulmak zor. Karakterler o kadar sıradan almış ki, neredeyse herkes dizilerdeki karakterlerin gerçek hali gibi: sevgilisi varken başkasına yazanlar, aldatanlar, parayla pulla ölçülen ilişkiler, arkadaşının arkadaşına yürüyenler ve daha bir çok şey dizilerden fırlamış gibi içlerine sinmiş bir çok insanın. Hey! Biz dizilerde yaşamıyoruz, bu vahim tablo neden!?

Birçokları için bir kaç yıllık ilişki sanki bir ömür geçmiş gibi ifade ediliyor: çünkü neredeyse her şey yaşanmıştır. İlginçtir: teknoloji gelişirken medeniyetin de geliştiğini sanarız. Fakat gerçek çok daha acı: gelişen sadece teknoloji, insanlar değil. Bundan daha 50 yıl öncesine kadar insanlar düğünden düğüne sevdikleriyle ‘sadece’ göz göze gelebilirken, şimdilerde ‘uyudun mu?’ diye mesaj atmadan duramayacak hale geldiler. Hayaller, hayatlar sıradanlaşıp, tamamen ‘etsel’ doyuma ulaşırken; gelecek adına hayatına bir tuğla bile koyamayan bir çok insan ilişkiler girdabında bir çok şeyi kaybediyorlar. Karakterler ise günden güne eriyip, sonunda yok oluyor.

Yoksa herkes iyi, kaliteli, karakterli, namuslu, iffetli, ahlaklı insan istiyor.
İstenen‘ ile ‘yaşanılan‘ arasında ise dağlar kadar fark var. öyle değil mi? Dışarısı bunun örneği insanlarla dolu…

Daha 15 yaşında ‘çocuk’ sayılabilecek kişilerin sosyal medya aracılığıyla ‘seni unutmadım’ tarzı iletiler paylaştığı veya kocaya kaçtığı veya sevgili buldukları veya ‘cinselliği tattıkları’ bir ortamda; gelecek adına endişelenmemiz gereken ‘sorunlar’ bunlar olması gerekirken: bir çok kişinin düşündüğü şey nefsi şeylerden öteye gitmiyor. Daha çok güç sahibi olmak, daha yakışıklı/güzel olmak, daha çekici olmak, daha söz sahibi olmak, daha güzeline, en güzeline sahip olmak ve daha fazlasını düşünmekten başka bir şey yapmıyor insan.

Ha bir de ‘daha çok para…

NOT:

Bu yazı Milli Türk Talebe Birliği’nin köklü dergisi ÇATI’nın 7. sayısında yayınlandı.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık