Melvin Udall ( Jack Nicholson ) ırkçı, homofobik, antisemitik, bencil, obsesif kompulsif bozukluğu olan ve insanları sevmeyen New York’lu çok ünlü ve zengin bir aşk romanı yazarıdır. Çizgilere basmama, başkalarının ona dokunmaması gibi ilginç ve biz izleyenlere komik gelen özellikleri olan biri kendisi… – Özellikle kapıyı kapatırken 5 e kadar sayması yok mu? :D – Etrafında onu seven belki de hiç kimse olmamasına rağmen okurları ona hayrandır. Aşk konusunda yazdıklarıyla çok para kazanmaktadır ve özellikle çalışırken rahatsız edilmekten nefret eder. Komşularıyla ilişkileri de kötüdür ve evine başkasının girmesini de istemez. Melvin her sabah kahvaltısını aynı restoranda ve aynı masada yapmakta – ki bu masasında başkalarının oturmasını da sevmemekte – ve servisi de aynı garsonun (Carol) yapmasını istemektedir. Servis derken; sadece soğuk ve basit bir yemek yiyor; çatal kaşık bıçak hepsi plastik bir şekilde merlvinin yanında zaten: dedik ya takıntılı biri… Carol ( Helen Hunt ) hasta bir çocuğu olan ve varoşlarda yaşayan orta halli ve dul bir kadındır. Cinsel hayatının olmamasından dolayı sıkıntılı günler geçirmektedir fakat hayatını tamamen oğluna adamaya devam etmektedir; bu yüzden işinden bile ayrılmayı göze almıştır. Hayatını sürekli takıntıları ile yöneten ve hiçbir değişikliğe açık olmayan Melvin’in hayatı önce eşcinsel ressam komşusunun (Simon) evinde gasp edilmesi sonucunda onun köpeğiyle ( ki köpeğiyle öncesinde çok komik anlar yaşamıştır ) ve daha sonra da servisini yapan garson kadının çocuğunun hastalanıp da restorana gelememesi ile altüst olur. Film bu üç farklı tipin Baltimore’a yaptıkları mecburi seyahat ve yakınlaşmaları üzerine kuruludur.
Jack Nicholson bu filmden sonra oscar ödül töreninde ‘Sonunda oscar gerçek sahibini buldu.’ demişti bu filmden sonra; yine oyunculuğuyla döktürdü. Gülümsemesi ve tepkileri gerçekten mükemmel bir insan olarak filmde karşımıza çıkıyor… Benim aklıma onu izlerken ‘odun erkek’ tabiri geldi nedense kadınların çok kullandığı… Çünkü; gerçekten aklına geleni söyleyen rahat bir insan rolünü oynayan biri olarak karşımıza çıkıyor. Helen Hunt uzun süre ona ayak uydurdu ve final sahnelerinde o da gerçekten oscar ödülünü hakedecek performans sergiledi: ki sanırım bu filmden sonra ‘kaliteli oyuncu’ kategorisine adım atmıştır diyebilirim.
Fazla aksiyon olan bir film değil; hayatın içerisinden ön yargıyı bazen komik bazen üzücü bir şekilde ekrana yansıtan bir film. Yine bazen hiç bitmesini istemeyeceğiniz, hafızanıza kazanacak filmlerden biri olacaktır… Özellikle diyaloglara dikkat etmenizi istiyorum. Mesela Carol’un Melvinden iltifat beklediği sahneyi unutamayacaksınız diyebilirim. :)
Bazı sahneleri paylaşabilirim sizlerle:
-Seni görmeliydim.
-Çünkü?
-Beni rahatlatıyor. Dışarda evinin kaldırımlarında oturmak hayal edebileceğim bütün yerlerden çok daha iyi hissetmemi sağlıyor. Hayır bekle abartılı oldu. İçerde merdivenlerde oturmayı tercih ederim.
veya
-Hadi bana bir iltifat da bulun.
+Artık antidepresanlarımı kullanıyorum.
-Bu bir iltifat mıydı, anlamadım.
+İlaçlarımı kullanmaya başladım çünkü bende daha iyi bir insan olma arzusu uyandırıyorsun…
( Bu sahnede tüm kadınların içlerinin gittiğine eminim! :D )
Benim puanım 10 üzerinden 9. Kesinlikle arşivlik bir eser.
İyi seyirler.