Sinekritik: Kafes

kafes-film

Ülkemizde “sol” diye tabir edebileceğimiz kesim yıllarca bir çok film yaptı; filmlerinin çoğu sonucunda ortaya kahramanlar çıktı ama bu filmlerin bir çoğunda özellikle sağ kesimi çok kötü gösterdiler. Özellikle islami kesime yönelik ağır suçlamaları içeren, ülkücülere büyük haksızlıklar yapan bu yapımlardan çok çektik. Onların sanki anne ve babaları yoktu, sanki hiç sevmemiştiler. Kafes filmi bu yüzden çok önemliydi. Son zamanlarda ülkücü camianın çektiği, darbe dönemlerinde yaşananları anlatan, yaşanmış hikayelerden esinlenilmiş, duygusal olarak sizleri etkileyecek bir yapım var karşımızda: KAFES. Filmin oyuncu kadrosunda İsmail Hacıoğlu, Barış Küçükgüler, Erdal Cindoruk, Şefik Onatoğlu, Melda Arat gibi isimler yer alıyor.

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında bazı sağ görüşlü insanların hapislerde yaşadığı olayları ve işkenceleri konu edinen filmin içeriğinde aşk var, duygu var, samimiyet var, birlik ve beraberlik var: ve tabii ki bu kavramları sömürenlerin nasıl sömürdüğü, nasıl insanların birbirine düştüğü de var. Dursun Önkuzu’dan Mustafa Pehlivanoğlu’na uzanan şehitler kervanı, cinayetler, işkenceler, idamlar, aşklar ve dâvâlar… Hepsi filmin içeriğinde kendine yer buluyor: Dursun Önkuzu’nın şehit edilmesi ile başlıyor kafes, sonrasında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Önkuzu adlı şiiri ile gözler yaşarıyor. Yani film duygu sağanağı ile sizleri içine çekiyor.

Ülkücü hareket 12 Eylül darbesi sonrası şanına yakışır bir film çekemedi; o dönem yaşananları hatta günümüze kadar süren meramını anlatacak bir film ile izleyicinin karşısına bir türlü çıkamadı. Bu yüzden kafes filmi için “40 yıllık hasret sona erdi” cümlesini kurmak doğru olur herhalde. Hemen hemen çekilen her 12 eylül dönem filminde kaba, nobran, kötü, sevgisiz, robot gibi tipler olarak algılatılmaya çalışılan ülkücü kesimi “şifreleriyle” beraber anlatmak gerekiyordu. Bu kafeste bir nebze olsun anlatıldı; mesela gerçek ülkücü silaha davranmaz. Filmde Mehmet Sipahi’nin kendisini öldürmeye planlanan zavallı solcu gence silahını uzatıp, “hadi vur beni” deyip teslim etmesi de bu açıdan bakıldığında bir şifre… ‘Eller silah değil, kalem tutmalı’ diye başlık atan bir dergici için dâvâ, bilhassa silahı verip kaleme meylettirme bir davranış kodudur, şifredir, gerçek ülkücü davranışıdır bana göre… Günümüzde ülkücüler böyle mi? Tartışılır: zaten filmin bir çok sahnesinde yerinde duramayan, hemen saldıralım dövelim mantığı ile hareket eden insanların sonunda hiç cefa, ceza çekmeden sıvıştıklarını da çok iyi gördük! Dava adamı olmak demek, sabır gerektiren bir durum: özellikle Mehmet Sipahi’nin sabır konusunda tarihten örnekler vererek anlattıkları bölüm her ülkücü gencin izlemesi gereken bir sahneydi. Bunların dışında film kurgusunun içerisinde yer alan aşkı en iyi anlatan sahnede geçen “Bekle” mesajının üzerinde de durmak lazım: Niyazi Mısrî’nin aşk şifreleri de bu açıdan bakıldığında filmin özünü teşkil ediyor. Filmde Niyazi Mısri ismini çok sık duyduğumuzu da söyleyeyim: Niyazi Mısri’nin asıl adının Mehmet olduğunu (filmin baş karakterinin adı da Mehmet) ve üzerine atılan iftiralar nedeniyle ömrünün bir kısmını tıpkı 80’lerde yaşayan ülkücülerin başına geldiği gibi gurbet ellerde sefil ve çileli bir şekilde yaşadığını da eklemek gerek.

Kafes filminin çekimleri, Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde ve Ulucanlar Cezevi’nde yapıldı. Filmde ilginç sahneler var; bunun yanında “şu karakter şuna benziyor, şu olay şu zaman oldu” gibi düşünceler içine girebiliyorsunuz. Örneğin Erzurum mahallesindeki kahvehanelerin basılması olayının bir benzeri 80’li yıllarda da oldu: tarihe Balgat katliamı olarak geçen olaylar sonucunda kimliği belirsiz kişiler tarafından kahvehanelere baskın düzenlenmişti. Peki ya sonuç? Mustafa Pehlivanoğlu gibi suçsuz olduğuna inanılan fakat mahkeme tarafından idama mahkum edilip cezası infaz edilen ülkücü gençler oldu. Tıpkı Kafes filminde olduğu gibi… Filmde idam edilen çocuğun adı da Mustafa: Mehmet Sipahi ile Mustafa’nın hücrelerindeki son konuşmaları, helalleşmesi, vedalaşması ise gerçekten mükemmel anlatılmış; izlerken (hatta bu yazıyı yazarken aklıma geldiğinde) insanın gözlerinin yaşarmaması imkansız diyebilirim.

Gelelim karakterlere: Mehmet Sipahi’yi İsmail Hacıoğlu oynuyor. Bu tip rollerin üstesinden gelebilecek kabiliyet ve yeteneğe zaten sahip biriydi. Kurtlar Vadisi’nden hatırladığımız Şefik Hotanoğlu ise İhsan Başkan rolünde karşımıza çıkıyor: aslında herhangi bir başkanı canlandırdığı düşünülse de Muhsin Yazıcıoğlu’na ne kadar benzediği de ortada. Özellikle Taceddin Dergahı önünden geçerek camide sabah namazı kıldıkları sahne, bizlere ipuçları veriyor: camiye geçmeden oturup şiir okudukları yer bugün Muhsin Yazıcıoğlu’nun da defnedildiği yerdir. Müzikler ise müthiş: Volkan Sönmez gerçekten başarılı bir işe imza atmış diyebilirim.

Bu film sonrası benzeri yapımlarda çekilmeye başlandı: Örneğin 12 Eylül’de idam edilen isimlerden biri olan Mustafa Pehlivanoğlu’nun hayatının anlatılacağı “Ankara Yazı Veda Mektubu” adlı filmde ben bu yazıyı yazarken, gösterime girmek için gün sayıyordu. Bu tip filmlerin daha çok çekilmesi gerekiyor, o dönem yaşanılanların gerçeklikten fazla kopmadan sinemaya aktarılması ülkücü camianın yanı sıra muhafazakar kesiminde meramını anlatması açısından kayda değer sonuçlar ortaya serecektik. Fakat özellikle o dönem kadınlarının yaşantısı da ekrana yansıtılmalı bence, hem de çabuk bir şekilde. Bir bayan arkadaşım şu sözleri kullandı: “Siz erkekler kadar biz de vardık bu mücadelenin içinde ama ülkücü hareket biz kadınları yok saydı. Oysa biz de kaçak yaşadık, biz de üniversiteden atıldık, biz de yargılandık, biz de Mamak zindanında yattık, biz de memuriyetten atıldık, ama kimse bizi anlatmayı denemiyor.” Haklı sözler, haklı eleştiriler. Umarım ileri de kadın ülkücüleri de anlatan bir yapım ortaya çıkar.

Şunu söylemem gerek: 80 olaylarından çok sonra dünyaya geldim. Ülkücü camiaya yakın isimlerle bir arada bulundum, onların yaşadıklarını hayranlıkla dinledim. Fakat o ülkücülük ile günümüzdeki ülkücülük arasında çok fark var: dava anlayışı gitmiş yerine başka bir şey gelmiş. Zaten o yüzden oy verme yaşına geldiğimden beri ülkücü camiayı hiç olmazsa demokratik hak olarak hiç desteklemedim. Fakat bu tip yapımları destekliyorum: belki ülkücü genç diye kendini nitelendiren kişilerin vasıflarına katkıda bulunur!

Kafes, evladı hapislerde çürüyen annelerin gözyaşına tercüman olmak için bir vesiledir. Kafes, gerçek hürriyeti arayanların gönül kafesleridir. Kafes, gerçekten duygusal ve bir o kadar da izlenesi bir filmdir: izleyin, izletin.

Filmden not ettiğim bazı sözler:

Eller silah değil, kalem tutmalı…

İntikam almak için bir çocuğu babasız bırakamazdım.

Nasıl yaşarsan hayatın da öyle bitermiş…

Birileri sana katil der, birileri de kahraman ilan eder.

Unutma, silah başkaları değil, sen istediğin zaman ateş alır.

Benim bu toprak üstünde yaşayan herkese saygım var.

Bu vatan ailemin ülkesi… ben kendimi sakınırsam babamın yüzüne bakamam. Annemin elini bir daha öpemem.

Vatan için yaşamak da ölmek de değerlidir.

Vatan olmadan gelecek olmaz, vatan olmadan aşk olmaz, vatan olmadan bi bok olmaz…

Vatan insan gibidir, değerini ancak kaybettiğimiz zaman anlarız.

İnandıklarımız için mücadele ederken ihtilalle düşüncelerimizi kafese tıktılar.

Hiç kimse dünyaya bir ideolojiyle gelmiyor…

Kafes Film Fragmanı:

Kafes filminin müzikleri müthişti; hepsini şuradan dinleyebilirsiniz:

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık