Şef (Chef) senaryosu ve kurgusu ile pek iddialı bir yapım değil aslında: hatta klişe bile diyebiliriz; ama nedense yarattığı samimi ve sıcak hava ile beraber oğlu ile baba arasındaki o duygusal ve içinizi sızlatan bağ ister istemez filmi beğenilir kılıyor: nasıl başlayıp nasıl bittiğini, arada ‘yemek yemeyi’ o kadar nasıl düşündüğünü anlamıyorsun bile!
Carl Casper (Jon Favreau), şık ve ünlü bir restoranda çalışan kendisi de ünlü olan bir baş aşçıdır. Yemek yapmak artık onun için bir ‘yaşam biçimidir’ ve bundan her zaman zevk almaktadır. Fakat ailevi sorunları ve oğluyla olan iletişimsizlik onu düşündürmektedir. Fakat çalıştığı mekanın yaratıcılığını köreltmesi ile beraber ünlü bir gurmenin (yemek blogu yazarı) yemekleri hakkında olumsuz eleştirileri onun için bardağı taşıran son damla olur. ‘Eski toprak’ olduğu için sosyal medyaya hakim olamaması ise yanlış hareketlerde bulunmasına ve neticesinde işinden olmasına neden olur. Twitter sayesinde bir an da popülerliğini arttıran Carl, işinden olduktan sonra boşandığı karısının ısrarları neticesinde Karavan’da yemek yapıp satmayı kabul eder ve oğlunun twitter’i etkin kullanması neticesinde bir an da yüz binlerce takipçisi olur ve her gittiği yerde neredeyse yok satar! Oğlu Percy ile eski bir arkadaşı olan Martin’in katkısıyla Amerika yollarında yemeklerini ve yeni lezzetleri en önemlisi oğlu ile bağını ve hayata olan tutkusunu yeniden keşfedecektir. Filmin finalinde bir sürpriz olduğunu da belirtmek gerek…
Sosyal medyanın ne kadar etkili olduğunu ve hayatımızı esir aldığını biliyoruz. Şef filminin üst seviyelere çıkmasına sebep olan ana etken: sosyal medya. Sosyal medya sitelerinin iş yaşamında ne kadar etkin olduğuna dair gerçek hayatta bir çok örnek var aslında; bunları haberlerde okumuştuk. Filmde zaten, sosyal medyanın yaşantımızı nasıl rezil veya vezir edebileceğini aile ve arkadaşlık ilişkileri ekseninde sorgulatıyor bir nevi. Filmde atılan twitlerin çıkardığı ses ve o andan sonra twitter kuşunun uçup havalanması da küçük ama hoş bir detay olmuş. John Leguizamo oyunculuğu ile filme ayrı bir renk katmayı da başardı; ünlü oyuncuların sıradan karakterler ile geçiştirildiği ortamda Favreau’nun destekçisi oldu filmdeki karakterin yaptığı gibi bir nevi. Müzikler ise sizi yemeğe, ortama ve diyaloglara öylesine bağlıyordu ki: sözlerinden anlamasam da ezgisi doğru tercih edilmiş bu müzikler insanın midesinin zil çalmasına da neden oldu! Carl’ın aravanını kapadıktan sonra yorulduğunu söylemek yerine, başarmanın hazzını yaşaması ve ‘bozuk ürün’ satmak isteyen oğluna verdiği o ince ders ise akıllarda kalan sahneler olarak söylenebilir.
Eğer sizler de benim gibi yemek yemeyi, yemek yerken değişik tatlar tatmayı seviyorsanız; mutlaka izlemeniz gereken bir film olduğunu ve sıkılmadan izleyebileceğinizi söyleyebilirim. İyi seyirler.