Sinekritik: Self/less
  1. Anasayfa
  2. Sine Kritikler

Sinekritik: Self/less

0

Bu senenin ilginç bilim kurgu filmlerinden bir tanesi de Self/Less olsa gerek. Lucy ile başlayan ‘insan bilinci’ konusundaki furyaya Selfless’de eklenmiş oldu. İnsanoğlu’nun gelecek konusunda her zaman bir öngörüsü, hayali vardır. Mesela kıyamet senaryoları: üzerine onlarca film çekildi. İnsan bilincinin gücü, kuvveti konusunda da son zamanlarda bir çok iddialı yapım ortaya çıkmıştı: Limitless, Lucy gibi… Self/Less ise insanoğlunun en çok isteyeceği şeye ölümsüzlüğe kapı aralıyor. Başrollerinde Ryan Reynolds, Ben Kingsley, Natalie Martinez, Matthew Goode, Victor Garber gibi isimlerin yer aldığı Selffless’in yönetmen koltuğunda ise Tarsem Signg yer alıyor. Signg 2000 yılında vizyona giren ve başrolünde Jennifer Lopez’in yer aldığı Hücre filmiyle ilk uzun metrajlı filmini çekmişti. 

Selfless-Film

Yönetmen Signg, ilk gerilim dolu filmiyle olumlu eleştiriler almış sonrasında çektiği 2006 yapımı The Fall ile büyük beğeni toplamıştı. Hintli yönetmen sonrasında Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı ve Pamuk Prensesin Maceraları filmleriyle de Hollywood ekolüne yakın bir çizgide ilerlemeye devam etti. Hintli yönetmen bu başarısının ilk seslerini 1991 yılında alternatif rock grubu R.E.M’in Losing My Religion adlı şarkısına çektiği kliple göstermişti. Yönetmenin bu filmi ise bir nevi kadere karşı gelmeye çalışırsan, başına geleceklere razı olmak zorundasın cümlesinin beyazperdeye yansıtılmış hali gibi. Yönetmenin diğer filmlerinin de izlenilmesi gerektiğini düşünüyorum. Filmin senaristliğini ispanyol yapımı Dünyanın Son Günleri adlı post apokaliptik filmin senaristliğini ve yönetmenliğini de üstlenen David ve Alex Pastor kardeşlerini yaptığını buraya ekleyelim. Pastor kardeşler aynı zamanda 2009 yılında çekilen salgın filmi Veba’nın da yazarlığını ve yönetmenliğini yapmıştı.

Selfless’in konusuna gelince: Damian (Ben Kingsley) çok zengin bir işadamıdır. Fakat kanserle mücadelesi yüzünden 5 aydan kısa bir hayatı kalmıştır. Bilinen tedavi yöntemleri işe yaramayınca devreye alternatif tıp girer: hayatından ümidini kesen Damian yeni bir tedavi yöntemini denemeyi kabul eder. Bu tedavi ile bilinci genç ve sağlıklı bir bedene aktarılacaktır. Yeni bedeninde her şey ilk başta iyi gitse de sonrasında bedenin eski sahibinin geçmişiyle yüzleşir: sonrasında tedaviyi yapan kişiler tarafından arandığını ve sonunu bilmediği bir maceraya atıldığını fark eder.

self-less-self-less-selfless

Filmden akılda kalan sahne nedense büyük bir MR aletine benzeyen yapının içerisine metal ile girmesi ve işlemin başarısız olması: bu gerçek hayatta böyle değil mi? MR cihazına girerken tüm metal eşyaları çıkartmamız istenir, yoksa işlem başarısız olur! Bu basit ve gerçekliği ispatlanmış bir durumun filmin en anlamlı yerinde kullanılması hoşuma gitti doğrusu. Bu arada filmdeki ‘kötü adamın’ Supermanvari tarzı da ilginçti. Kötü adamın bir önceki bedeninin de stephen hawking’e benzetildiği de eklemek gerek: stephen hawking filmdeki düşüncenin gerçek olması için neler yapardı kim bilir?

Self/Less bir dram olarak başlıyor: zamanla fantastik bir yapıya bürünürken bir ‘tanrıcılık’ oyunu oynamaya, doğaya ve kadere müdahale etme üzerine kurulu bir kurgu üzerinde ilerliyor. Belki orjinal bir fikir olarak ortaya çıkmamış olabilir ama seyredilmeyi hak eden güzel bir film ortaya çıkmış. Bir ara hafif aksiyon ve romantizm kokan sahnelerin olduğunu da ekleyelim: her açıdan ilginç bir senaryo.

  • 0
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir