Sinekritik: Yenilmez ( İnvictus )

yenilmez invictusSpor her zaman insanlığın peşinden koştuğu bir dal oldu; bazen barışa, bazen kavgalara, bazen mutluluğa, bazen üzüntüye sebep oldu: insanın kazanma hissini de kaybetme hissini de yaşayıp öğrenmesine neden olan böyle bir dalın insanlar üzerindeki etkisini anlayan bir liderin çabasını izliyoruz filmde. 80 yaşına gelmiş, Dört kez Oscar ödülü kazanmış Clint Eastwood’un yönettiği filmin oyuncu kadrosunda Morgan Freeman ve Matt Damon gibi usta oyuncuları barındırıyor. İki ünlü oyuncuya oscar adaylığı getiren filmin belki de öyle abartacak bir kurgusu yok diyebiliriz ama yine de anlatmak istediğini mükemmel bir uyum içerisinde, oyunculuklar da katılarak: duygusal, samimi bir şekilde bizlere aktarıyor.

Yenilmez (Invinctus)’ın hikayesine kısaca değinmek gerekirse; Nelson Mandela’nın (Morgan Freeman) ülkesinde birliği ve beraberliği sağlamak için Güney Afrika rugby takımı “Springboks” kaptanıyla (Matt Damon) yaptığı işbirliği anlatılıyor. Hapisten çıkan ve yeni başkan seçilen Nelson Mandela, milletinin ırk ve ekonomik nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını bilmekte ve sporun uluslararası dili sayesinde insanları birleştireceğine inanmaktadır; bunun için de ülkenin Rugby takımlarından bir tanesini destekleme fikrini hayata geçirir: 1995 Dünya Kupası’nda inanılması güç bir çıkış yapan Güney Afrika rugby takımını destekler.

Rugby, bizim ülke insanının belki de duymadığı ve benim gibi bir çoğunun da sevmeyeceği bir spor dalı. Daha çok Yeni Zelanda’nın Haka Dansı ile maç öncesi yaptıkları ilginç hareketlerin haber portallarında yayınlanmasıyla görüş alanımıza giren, ilgimizi çeken bir spor dalı: zaten filmin finalinde de bu dansı ve takımı yine karşımızda görüyoruz. Aslına bakarsanız; Amerikan futbolu kadar popüler değil ve bence çok sıkıcı bir spor. Ama yine de her şeye rağmen insan gücünü ön plana çıkartan bir spor dalı olmasının yanında taraftarı ve hayranları olan bir spor dalı da aynı zamanda… Filmde bu olgu üzerinden gidilerek insanların nasıl da rugby hayranı olduklarını da görebiliyoruz. Bu gibi handikaplarının olmasına rağmen Clint Eastwood rugbyi ( ya da ragbi ) filmine ana malzeme olarak katıyor ve Güney Afrika’nın siyahi lideri, en tanınmış siyahi lider olan Nelson Mandela‘nın hapishaneden çıkıp başkan seçilmesi sırasındaki kırılma noktalarından birine yöneltiyor kamerasını. Siyahi lider, beyazlara karşı; beyazların zamanında siyahlara yaptıklarının aynısını yapmayı tercih etmiyor: zaten bunu her fırsatta dile getirerek, vicdanlara sesleniyor. Bunu yapması, karşısındaki siyahilerin de durgunlaşmasına sebep oluyor. Siyahıyla beyazıyla herkesin ‘tek ses’ olması için, peşinden koşulacak ve ülke insanını bir araya getirecek sporu kullanıyor. Takımın kaptanı olan Pienaar ( Matt Damon ) da bu konuda başkana çok büyük yardımcı oluyor.

Mandela’nın bir spor aktivitesinden yola çıkarak kendisinin hayatı boyunca yaşadığı ırkçılığı önlemeye çalışmasını anlatan başarılı bir yapım sonuçta İnvictus. Özellikle ana tema olarak ırkçılık, vatanseverlik ve sporun birleştirici gücü ön plana çıkartılmış; belki de bu biraz durağanlık katmış olabilir: ayrıca rugby sporunun da öyle heyecanlı bir yanı da yok gibi. Fakat yine de bu temalar bir araya gelince güzel bir uyum ve samimiyet sağlanmış. Yönetmen ise hep insanlığın vicdanına seslenmiş; aksiyon yok, cinsellik yok: her şey tam bir aile filmi izlemek için oluşturulmuş gibi. Freeman gerçekten rolünün hakkını vermiş, Mandela’yı eksiksiz oynamış; yönetmenin bazen Mandela‘nın özel hayatına ait sahneler çekmesi ise sürpriz oldu diyebilirim: yine de filme farkındalık kattığı da bir gerçek. Matt Damon’da özellikle karekterin kişiliğinde yaşadığı değişimi çok başarılı işlemiş; Mandela ile tanıştıktan sonra yaşadığı düşüncesel değişimin hayatına da yansıması kısmını çok başarılı bir şekilde ekrana yansıtmış. Yenilmez filmi aslında çok insancıl duyguları ön plana çıkarmış; sevgi ve insana saygı üzerine kurulu bir yapım olarak karşımıza çıkmış. Irkçılığın ne kadar saçma ve gereksiz olduğunu bas bas bağırarak anlatmış: sevgi dilinin her zaman başarılı olduğunu gösterdi de aynı zamanda… Faşizme karşı bir anlatım benimsemiş yönetmen ve bunu ekrana iyi yansıtmış. İnsan sevgisi ve eşitliğini işlemiş başarılı bir şekilde harmanlamış diyebiliriz.

Clint Eastwood, ölene kadar film çekecek gibi gözüküyor! Ama hangi konuya el atarsa atsın onun hakkını veren bir yönetmenlik becerisine sahip; aynı zamanda biyografik filmleri çok başarılı bir şekilde aktarmayı da beceriyor. Aktörlüğün ona bahşettiği kimi avantajları da iyi kullanıyor, çerçevenin tamamına hakim olduğunu hissettiren bir görüntü çiziyor her defasında.

Yenilmez; sevecen ve başarılı bir yapım. ” Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir. ” diyen Nelson Mandela’nın hayatının dönüm noktalarından birini, Rugby oyununu sevmememe rağmen gözünüzü kırpmadan izleten bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Soy adı Freeman olan birinin, böyle bir filmde oynaması da ilginç bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyor: herhalde ondan daha iyi biri de bulunamazdı. Filmin afişlerinin bir tanesinde siyahi ve beyaz oyuncuların birbirlerine sırt sırta vererek poz vermeleri ise bence çok anlamlıydı…

Benim puanım 10 üzerinden 7.

İyi seyirler.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık