Sır adlı kitap, ülkemizde ilk baskısı Ekim 1990 yılında yapılan, yazar Mustafa Kutlu tarafından kaleme alınan bir hikaye kitabı. İçerisinde “Sır, Tarihin Çöp Sepeti, Politik-vizyon, Her Ne Var Âlemde, Aramakla Bulunmaz, Mürit, Satılık Huzur, Cüz Gülü” şeklinde 8 adet birbirinden farklı ancak temelde birbirleriyle bağlantılı hikayeyi barındıran eserin elimde Mart 2022 tarihli 30. baskısı yer alıyor. Kapak tasarımının yazarın kendisine ait olduğunu öğrendiğimiz Sır adlı kitabımızı bu yazıyı hazırladığım sıralarda güvenilir kitap siteleri üzerinde yaklaşık 75 TL gibi bir fiyata bulabilirsiniz.
Kitapta yazarın kendine has üslubunun yansıması olan birbirinden bağımsız olarak gözüken ancak bağlantılı 8 adet hikayeyi okuyoruz. Bu hikayeler arasında tam bir bağlantı var mı yok mu belki tartışılır, her okuyan farklı yorumlayabilir ama hikayelerin karakterleri farklı ve okurken ya bir dönem bu karakterlerin karşılaştıklarını ya da bir şekilde hikayenin onları bir araya getirdiğini ya da hikayenin kurgusunun bileşenleri olduklarını görebiliyoruz. Yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi Sır adlı kitabında da tasavvufun varlığını hissediyoruz. Bununla birlikte yine diğer eserlerinde olduğu gibi hikayenin geçtiği dönemin eleştirisi, değişen insanlarla birlikte değişen kurum ve kuruluşlar, değişen siyaset ve hatta değişen dile eleştirilerde yer yer dikkatimizi çekiyor.
Sır – Mustafa Kutlu Kitap İncelemesi
Yalın bir şekilde yazılan hikayelerin geçtiği dönemin, kitapta yer alan “… Mesela, radyasyonlu çayları gömeceklermiş, dedi. Devlet Bakanı Saffet Sert …” (s. 71) cümlesinden hareketle 1980’li yılların sonu olduğunu anlıyoruz. Evet, gerçekten böyle bir bakan var (2. Özal hükümeti döneminde devlet bakanı olarak görev yapmış biri) ve Sovyetler Birliği’ne bağlı Pripyat şehrinde bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nde 26 Nisan 1986’da patlama yaşanmış: bu olay sonrası özellikle Karadeniz bölgesinde üretilen çaylar konusunda çeşitli iddiaların ortaya atıldığını biliyoruz. Bu haliyle hikayelerimiz, gerçeklerden esintilerle karşımıza çıkıyor diyebiliriz. Bu haliyle Mustafa Kutlu’nun hikayelerinde sıklıkla işlediği Türkiye’deki toplumsal değişim süreci, Sır adlı kitabında bu kez ana karakteri şeyh olan 8 ayrı öykü üzerinden kurgulanıyor.
Kitaptaki ilk hikayemiz olan Sır, kitaba da ismini vermişti: bu hikayemizdeki karakterimiz ilerleyen sayfalarda “Efendi” adıyla yine karşımıza çıkacak biri. Kendi halinde işleriyle uğraşan çiftçi karakterimiz bir gün müritlikten şeyhliye geçmesine sebep olan posta oturmasıyla hayatı değişen biri oluyor. Şeyh, isteksiz bir şekilde dergahın başına geçer ancak dergahın yönetim kadrosundaki (ihvan diyorlar) yanlışlardan, siyasi bağlantılardan sıkılıp bir anda ortadan kaybolup sırra kadem basıyor. Bir nevi şeyhimiz gördüklerinden, yaşadıklarından etkilenerek dünyanın ve dergahının yozlaşmasına dayanamıyor ve çekip gidiyor.
En tepesinde olduğu kurumun ilk başta göremediği değişik yönleri şeyhimizi belki bazı okuyucuların da aklına geldiği şekliyle kaçmaya itiyor. Sizin de yer yer içinde bulunduğunuz yerlerden çekip gidesiniz gelmiyor mu? Her şeyi ardında bırakıp gidebilmek herkesin zaman zaman düşündüğü, istediği ama bir türlü başaramadığı, gerçekleştiremediği bir durum. Karakterimiz bunu başarmış.
Aslında genel hatlarıyla ilk hikayede anlatılan kurgu, peşi sıra tekke ile bağlantılı siyasetçi, gazeteci ve ilim insanının hayat hikayelerinden sahneler, kesitler ile devam ediyor. Bu farklı ama birbiriyle bağlantılı hikayelerde anlatılanlar siyasi veya bireysel güç kazanma adına yozlaşanları, özünü ve davasını unutanları bizlere hatırlatıyor. 80’li yılların sonunu anlatan ve 1990 yılında ilk baskısını yapan eserde yazılanlara bakınca günümüzde amacından saptırılan tekkeler, gruplar, davası olan insanların, politikaya alet edilip, çıkar dünyaları için, siyasi rant için nasıl yozlaştığını görmenin hüznü kaplıyor kitabı bitirdiğinizde.
1990 yılında bunları yazan yazarın, şu anki düşüncesi, durumu nasıl; Sır adlı kitabının 7. hikayesinin karakteri olan İlhanlara ne kadar benziyor veya şimdiden geçmişe baktığında 30 yıl öncesi yazdıklarının ne kadar yanında? Merak ettim. Hatta soruyu genişletelim: biz, bundan 20 yıl sonra bugün ki halimizin ne kadar yanında olacağız? Rabbim istikametten ayırmasın…
Sır kitabı yine bir İslami kesimin hayat girdabındaki yaşadıklarının eleştirisi
Bu haliyle bakıldığında Sır adlı kitap günümüz Türkiye’sini çok iyi özetliyor aslında: sanki yıllar evvel gönül gözü ile görüp yazmış yazar, kim bilir? Günümüzün durumu, siyaseti, medreseleri bire bir aynı. Yazar, 1990’lı yıllarda karakterinin ağzından “’Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar kazançlarının helal mi, haram mı olduğuna bakmayacaklar artık.’ şeklinde bir hadis-i şerif vardır. Bu zaman gelmiş midir?” (s. 20) diye soruyor. Buna bir cevabı var mı mesela okurun? Veya artık o zaman gelmiş midir? Bence gelmiştir.
Bir dönem içki ile yatıp kalkan bir karakterinin doğru yolu bulduktan sonra kullandığı “… Bu içki, kadın falan… Yani hep bir kaptırma işi… Hani müziğe ayak uydurmak gibi… Araya başka bir şey girdi mi tadı kaçıyor…” (s. 66) tespiti ise gerçekten ibretlik bir tespit olmuş bana göre.
Yazarın tüm kitaplarını henüz okumadım: ancak birkaç tanesini okumuş, bloğumda da yazmıştım. Sır adlı kitabında yer alan Satılık Huzur başlıklı hikayesindeki İlhan karakterinin, yazarın daha önce okuduğum Ya Tahammül Ya Sefer adlı kitabındaki karakterlerden olan İlhan’ın gelecekteki hali olduğunu fark etmem, beni şaşırttı. Demek ki yazar, farklı eserleri arasında karakterler üzerinden bir şekilde bağlantı kuruyordu ve onların da zamanla değişimlerini yeni eserlerine yansıtıyordu. Yani İlhan adlı karakterimizin Ya Tahammül Ya Sefer adlı kitabında sisteme, yanlışlara yönelik eleştirisel bakış açısını, duruşunu Sır adlı kitabında kaybettiğini, sistemin içine girerek yozlaştığını görmek, üzdü diyebilirim. “… adil bir hükümetin adaleti topladığı vergiden, yani açıkçası bu vergiyi kimden aldığında aranmalıdır.” (s. 41) tespitinin de yerinde olduğunu ekleyeyim.
Sır adlı kitapta geçen “Şimdi bizim kırık takımından bazı arkadaşlar gittilerdi… Ama Efendi’ye değil. Hani Adıyaman taraflarında bir şeyh var… O sıralar çok meşhur olmuştu… … Ona gidenler oldu. Faydasını da gördüler. Gidip dönenlerden bazıları doğru yolu buldu, içkiyi falan bıraktı, namaza başladılar.” (s. 63) cümlesinden o dönem itibariyle hangi şeyhten bahsedildiğini merak edip araştırdım ancak sanırım ya menzil ya da kadiri tarikatından bir şeyhten bahsedilmek istendiğini düşünüyorum. Bunu sadece günümüzde tarikatların çok gündeme gelmesi nedeniyle özellikle merak ettim, belki yazarla bir bağlantısı vardır. Sadece yukarıdaki cümlede geçen şeyhten olumlu bahsetmiş olması da dikkatimi çekmişti. Kitapta şeyhlerin bazı etkilerinden bahsedilmekle birlikte daha çok tarikatların günden güne yozlaşması üzerinde durulduğunu, insanın zamanla değiştiğinin irdelendiğini tekraren belirteyim.
Bir de eserde son dönemde seçim öncesi tarikatların seçime yönelik açıklamalar yapmasına da ufak bir eleştiri olduğunu görüyoruz: “Çünkü iş döndü dolaştı siyaset kapısına dayandı. İhvanın ileri gelenleri yapılacak seçimlerde filan partiye destek vermek isterler imiş. Ve çokları da bu partinin liste başlarına yazılmışlar imiş. Denildi ki bu partinin başkanı da gelsin, hiç olmazsa Efendimizin bir kaşık çorbasını içip elini öpüversin.” (s. 21) cümlesi buna örnek olarak gösterilebilir.
Demek ki o dönemlerde de günümüzde olduğu gibi eleştirilen ancak yine de yapılan, belki de yozlaşmayı daha da artıran, tarikatları farklı siyasal yapıların arka bahçesi haline getiren hamleler olduğunu görüyoruz. “Ahmaklar koltuk peşine düşer. Önemli olan, geçerli olmak, sözü dinlenir olmak.” (s. 39) cümlesini de bu kapsamda okumak, değerlendirmek gerek diye düşünüyorum (baya sert bir cümle, sert bir eleştiri).
Sır adlı kitabı elinize alıp okumaya başladığınız da görünürde bir tasavvuf/tarikat hikayesi ile karşılaştığımızı sansak da aslında arka planda tarikatların evrildiği süreçte nasıl yozlaştığı üzerinde duruluyor. Belki burada taşradaki tarikat hizmetlerinin övülmesi ancak şehir hayatına taşındıktan sonra yapılanlarla yerin dibine sokulması, sonunda yine dağ başına dönülmesi süreci basit geçişlerle anlatılmış olabilir: biraz insafsız gelebilir bunlar…
Şehirde tarikat olmayacak mı yani? diyebilirsiniz mesela. Olmalı ancak verilen basit örnekler, hepimizin gözü önünde gerçekleşen örneklerdi. Bunlar şehir hayatına geçiş sonrası yaşanan savrulmalar, maddiyatın daha ön plana çıkması, siyasetin dergahın içine girmesi ve belki de yönlendirmesi şeklindeydi: bunlar haklı eleştiriler ancak bunların bırakılması/yapılmaması da tam olarak bir çözüm değil, değil mi? Modern hayatın zorluklarının yanında hemen mağaraya kaçmak, kesin bir çözüm mü? Köylere dönmenin önemli olduğunu düşünüyorum ancak herkesin bunu yapması imkansız: o zaman şehirdekilerin tarikatın nimetlerinden istifade etmesi engellenecek mi? Kalabalıklar içerisinde kaybolmak yerine, ayakta nasıl duracağız? Bunlar üzerinde durulmamış.
“Hâl ehline malumdur.” ne güzel söz… Sır adlı kitapta bu sözü sıkça okuduk. Siyasi ve toplumsal eleştirileri gördük, hiciv sanatının örneklerini takip ettik. Tasavvuftan siyasete, kitaptan üniversiteye kadar birkaç konunun farklı başlıklar altındaki hikayeler üzerinden anlatıldığı ama temelde aynı konuya değinildiği, dilimizin – öz Türkçemizin kelimelerinden oldukça fazla gördüğümüz, kısa ancak dolu bir kitap Sır. Herhangi bir imla hatasına rastlamadığım kitapta sadece 81. sayfada “benim” kelimesini virgülden sonra aynı cümle içinde iki kez kullanması hatası (anlatım bozukluğu) dikkatimi çekti. Sır adlı kitabı okuduktan sonra “İnsan kendi özünden ayrılınca hiçbir şey ifade etmiyor.” diyesi geliyor insanın… Eserin sonunda yazarın diğer kitaplarının bir listesi de yer alıyor.
Sır adlı kitapta altını çizdiğim bazı kelimelerin anlamları:
Rençberlik ne demek: Rençper diye yazılır, Farsça bir kelimedir, Tarla, bağ, bahçe, yapı ve toprak işlerinde ağır işleri gören gündelikçi; ırgat anlamına gelir: “Gününü bitirince sakat koluyla, düşük gündelikle rençperlik etti.”
Masiva ne demek: Sözlükte “şey” anlamına gelen mâ ile “başka, gayr” anlamındaki sivâ kelimesinden türetilmiş bir tabir olan mâsivâ mâsivallah, mâsive’l-Hak şeklinde de kullanılır. Tasavvufta yaygınlığı sebebiyle çok defa mâsivâ demekle yetinilir. Hakk’ın gayri kabul edilen varlıklara tasavvufta mâsivâ adı verilir.
Tarik ne demek: Arapça yol demektir.
Mütebahhir ne demek: Arapça sıfattır; geniş, derin bilgisi olan anlamına gelir.
İsmail Saib Efendi kimdir? Kitapta adı geçen biridir, Erzurumlu bir kütüphanecidir. Bugün Beyazıt Devlet Kütüphanesi olarak hizmet veren “Kütüphane-i Umumi Osmani”de kütüphaneci ve idareci olarak 43 yıl hizmet etmiştir. Kitap toplayıcılarının, araştırmacıların, ünlü şarkiyatçıların ve sahafların uzun seneler başdanışmanı olmuştur. “Ayaklı Kütüphane”, “Fihrist-i Ulûm”, “Canlı bir bibloğrafya” ve “Çağın cahızı” gibi sıfatlarla anılırdı.
Tevarüs etmek ne demek: Mal vb. miras olarak birinden diğerine kalmak veya kalıtım yoluyla birinden diğerine geçmek anlamına gelir.
Diskur ne demek: Fransızca bir kelimedir, argoda diskur geçmek (veya çekmek) şeklinde kullanılır ve nutuk verir gibi konuşmak manasında kullanılır: “Adayın etnoloji kürsüsüne layık olmadığına dair bir diskur geçer.”
İyi okumalar arkadaşlar.