Siyah Sancak Adaletin Kılıcı

Siyah Sancak Adaletin Kılıcı

Siyah Sancak Adaletin Kılıcı adlı eser Ali Kuzu adlı yazar tarafından kaleme alınmış, tarih türünde bir inceleme – araştırma eseridir. Kitabın elimde bulunan basımı 2019 basımdır ve Eftalya Kitap tarafından piyasaya sürülmüştür. Kitabın künyesinde bu eserin daha önce “Muhteşem Türkler: Altın Çağ” adıyla yayınlandığını görüyoruz. Toplam 440 sayfadan oluşan kitapta yer yer resimlere de yer verilmiş (bu resimlerden bir çoğunun açıklaması olmaması eksiklik). Kitabın kapakta bulunan resmi her ne kadar eserin isminden hareketle kılıçtan olsa da Kayı boyuna ait bayrağı temsil ettiği açık. Zaten kitapta daha çok Osmanlı Devleti döneminden bahsedilmektedir.

Giriş kısmında yazar kitabın yazılış amacını aslında şu cümlelerle anlatmaya çalışıyor: “… Tarih boyunca, dünyanın neresinde açlık olsa, sefalet olsa, adaletsizlik olsa, zulüm olsa, eşitsizlik olsa, ‘bunlar hangi dinden, hangi inançtan’ diye sormadan, açların, fakirlerin, mağdurların, mazlumların imdadına koşan tek devlet var: Osmanlı Devleti… Tek millet var: Türk milleti… Bunun bir örneğini dünya tarihinde göremezsiniz…” (s. 11)

Trablus Antlaşması veya ABD – Osmanlı Sözleşmesi, ABD ve Osmanlı tarihi açısından çok önemli bir anlaşmadır. Osmanlı’nın Akdeniz ticaretindeki etkisi ve güçlü donanması nedeniyle 5 Eylül 1795’te anlaşma yapmayı kabul etti ve 1818 yılına kadar anlaşmaya bağlı kaldı. Bu anlaşmaya göre ABD, Cezayir’deki esirlerin iadesi ve gerek Atlas Okyanusu’nda, gerekse Akdeniz’de ABD sancağı taşıyan hiçbir gemiye dokunulmaması karşılığında, tek sefer mahsus 642.000 altın ve yılda 12.000 Osmanlı altını (21.600 dolar) ödeyecekti. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya, Amerika Birleşik Devletleri adına Joseph Donaldson ve Osmanlı adına Cezayir Beylerbeyi Cezayirli Hasan Paşa (kitapta Hasan Dayı diye anlatılır) imza attı. Bu, ABD’nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzalanan tek anlaşması olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödenmesini kabul eden tek ABD belgesidir. ABD bu güçlü donanmaya karşı kendi donanmasını kurması için başkanlarına yetkiler vermiştir. “Afrika Ocakları yüzünden, günümüzde Akdeniz’de görev yapan meşhur 6. Filonun temeli atılmış ve Amerikan donanmasının kurulmasına yol açılmıştır (s. 51).”

Siyah Sancak Adaletin Kılıcı İncelemesi

Kitapta ilk kez duyduğum bilgiler de var. Bunlardan bir tanesi de Hollanda’yı tanıyan ilk devletin Osmanlı olması: “Hollanda bağımsız bir ülke olarak ilk kez Osmanlı İmparatorluğu tarafından tanındı (s. 97).” Yazar eserde ayrıca Hollanda’nın tarımsal zenginliğinden de dem vurmuş: “Lalenin anavatanı olan İstanbul kendine ait bu değerin farkına yeni yeni varmaya başlarken, lale günümüz Hollanda’sının en önemli ihraç ürünlerinden (s. 101). … Katoliklerin üç lale karşılığında Protestanlardan satın aldıkları kilisenin adı bugün bile Üç Lale Kilisesi olarak geçiyor (s. 102).”

Öğrendiğim bilgilerden bir tanesi de kağıt üretiminde çok iyi olmamamızdı: “Bizde Ali Kurna olarak bilinen kağıdın merkezi Algorna idi ve Osmanlı Devleti’nin bütün kağıt ihtiyacını Venedik karşılıyordu (s. 138).” Kağıtlar Livorno şehrinde üretiliyor ve üzerine soğuk damga ile A. Ligorna mührü basılıyordu. Osmanlı halkı ise bu mührü Ali Kurna diye okuyordu. Ali Kurna kâğıtları, hattatların pek sevdiği ve hususiyetle sülüs meşki için kullandığı, muteber bir kâğıt türüydü.

1631’den itibaren ise denizcilerimiz, İngiliz limanlarını yıllık vergiye bağladılar ve İngiltere’nin Bristol, Plymouth, Southampton ve İrlanda’nın Cork ve Baltimore gibi birçok limanları Osmanlı denizcileri tarafından denetim altına alındı ve Atlantik ortasında yüzlerce İngiliz, İspanyol ve Hollanda gemisi ele geçirildi. … 19 Haziran 1631 gecesi İrlanda’nın Baltimore limanı da Osmanlılar tarafından zapt edildi. Hatta meşhur şair Thomas Usborne Daways’ın söz konusu hadise ile ilgili olarak 56 mısralık uzun bir şiir yazdığı da bilgiler arasında (s. 129 – 130). … İzlanda’da ilginç bir yasa yürürlüğe girdi ve Türk öldürmek cinayet suçu olarak tanımlanmaktan çıkarıldı. Bu yasa İzlanda’da 1972’ye kadar yürürlükte kalmaya devam etmiştir (s. 131).

Dünya savaşlarının başlama nedenleri oldukça fazla ancak temelde geçmişten günümüze kadar savaşların dini sebeplerle yapıldığı söylenir, durur. Yazar bu yanlışı çok güzel bir özet cümle ile sonlandırmıştır: “Tarihte dini endişelerle yapılan hiçbir savaş yoktur, bütün savaşların sebebi iktisadi ve siyasi olup, dinle meşrulaştırılmışlardır (s. 139) … Mesela Fransa Katolik olmasına rağmen, Protestan bloğunda yer almıştır (s. 140).”

Bir krala lakap verdiğimizi de öğrendim: “Öyle ki, “Devlet-i Ali” tarafından ağırlanan İsveç kralının masraflarının bütçenin hangi kaleminden karşılanacağı konusunda Osmanlı maliyesinde sorun çıkmış, sonunda bu harcamaların bütçedeki “demirbaş” kaleminden karşılanmasına karar verilince, kralın lakabı “Demirbaş Şarl” kalmıştı! (s. 156).”

Dünyanın en güzel firkateynlerinden biri sayılan Karlskrona’daki Kraliyet Deniz Müzesi önünde demirli Jarramas (Yaramaz), bir zamanlar Akdeniz’i titreten Türk korsanlarının belki de dünyada hala yaşayan tek tanığı (s. 160). İsveç kralı Demirbaş Şarl’ın Türk korsan teknelerini kopya ederek inşa ettirmişti.

Türk İşi Dondurma adlı filmi oldukça başarılı bulmuş, beğenmiştim. Filmle ilgili anektodlara yazar da eserinde yer vermiş. Avustralya’ya savaş ilan eden iki Türk’ün hikayesini bir de yazı olarak yazardan okuduk ve şu kısmı özellikle not aldım: “İki askerin şuan mezarı Sidney’e 250 km uzakta Karlıdağlar’da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar (s. 170).”

Tarihimizde oldukça fazla sinemaya konu olabilecek olaylar var ve bence bunlardan bir tanesi de uçak gemisini tek başına batıran Osmanlı askerinin öyküsü olsa gerek: “… dört sahra topu ile dünyada bir uçak gemisini batıran ilk askerin, Topçu Mülazım (Teğmen) Mustafa Ertuğrul’un öyküsüdür (s. 208).” … “Batırdığı uçak gemisi ise, 120 metre boyunda, saatte 24,5 mil hız yapan ve altı uçak taşıyan İngiliz bandıralı Ben My Chreedir! (s. 209).”

İçerisinde onlarca yaşanmış öykü barındırıyor

Bazı konu ve cümleler tekrara geçiyordu, farklı sayfalarda yine benzer cümleler ile karşılaştım. Örneğin “özellikle Atina, Selanik ve Pire gibi büyük şehirlerde açlıktan ölenlerin sayısı hızla artmaya başladı.” cümlesi 232 – 233 sayfalarında tekrar tekrar önüme geldi. Bu tip durumlarda kitabın akıcılığını engelliyordu. Daha akademik veya roman tadında yazılabilirdi. Ayrıca bazı yerlerde paragraflar arasında hem imla açısından hem de anlam açısından kopukluklar vardı. (örneğin s. 268 gibi) Bunun yanında bazı sayfalarda anlamsız yere koyulmuş tırnak işaretleri de vardı; başı sonu belli olmayan tırnak işaretleri (s. 235 veya 283 gibi). Bazı cümlelerde anlaşılmıyordu: “Türk donanması, 1544 yılının Nisan ayına kadar da tam sekiz ay Türk idaresindeki bir Türk şehri olarak kaldı Toulon… (s. 381).” Bu kitap editörleri kitapları okumuyor mu? “Açlığın başlamasıyla birlikte açlığa katkıda bulunmak için (s. 190)” şeklinde bir cümle neden kurulur? Bunun gibi onlarca imla hatası vs. eserde mevcuttu.

Bunun yanında bazı konuları anlatırken (örneğin Yunanlılara Osmanlı tarafından yapılan yardımlar) konuyla alakasız ancak yeri gelmişken anlatayım düşüncesiyle yazdığını düşündüğüm başka konuları üstün körü anlattıktan sonra farklı bir başlığa geçiyor ve bu sefer yine aynı şeyleri uzun uzadıya bu başlık altında yeniden ele alıyor. Bu da tekrara biniyor ve dediğim gibi eserin akıcılığını engelliyor. Ayrıca kitap okurken dipnotlar hiçbir sayfada verilmedi; bu da anılan konunun nereden alındığı sorusunu cevapsız bırakıyor. Örneğin “… gemi mürettebatı yaşadıkları tehlikeyi ve geminin nasıl battığını daha sonra sanki o anı yaşarmış gibi bir kere daha anlatırlar (s. 309).” cümlesini okuduk ama nerede anlattılar, hangi kitap veya gazetede anlattılar bilemiyoruz. Bunun için kitabın sonunda kaynakça var ve oldukça zengin ama hangisiyle ilgili olduğunu biz nereden bileceğiz? Hiç akademik bir yaklaşım değildi.

Bugün Portsmouth’un ambleminde bulunan hilal ve yıldız, II. Abdülhamit’in tuğrasının bir kopyasıdır (s. 166).

Yazar Siyah Sancak Adaletin Kılıcı adlı eserinde Yunanlılara yapılan yardımlardan oldukça fazla bahsetti. Günümüz konjonktürü açısından merak ettiğim bir konu ve açıkçası Yunanlıların tarihlerinden hiç ders almadıklarını görmek ilginç. Bizim de ne kadar merhametli bir devlet olduğumuzu görmek gurur verici. Ancak kitapta Yunanlılara yapılan yardım miktarlarının abartılı yazıldığı izlenimi oluştu bende; örneğin 1942 tarihinde (varlık vergisi alınan dönem, ekmeğin karne ile alındığı zamanlar) Yunanlılara 400 ton incir yardımında bulunmuşuz ki o dönem verilerine göre toplam üretim 30 bin ton kadar. Bu kadar fazla yardımda bulunduk mu? Benim mantığıma pek yatmadı. 5 fıçı tuzlu sardalye balığı, 23 sandık tuzlu yabani domuz eti, 3 sandık sigara (s. 333 – 334) gibi yardımlarımızda gerçekten anlam veremediğim yardımlar olarak kafamda yer etti. Ancak tüm bu yardımlar bugün sadece Suriyelilere değil ihtiyaç sahibi kim varsa uyruğuna bakmadan yardım ettiğimizi gösterir ki kitapta yazdığı üzere o dönemde İngiltere, Amerika, Avrupa devletleri Yunanistan’ı adeta aç bırakmışlardı. Şimdi de benzerlerini onlar mültecilere yaparken biz yine sanki dünyanın en cömert ülkesiymiş gibi yardım etmeye devam ediyoruz.

Bazı hikayeler sizleri şaşırtacak

Siyah Sancak Adaletin Kılıcı adlı eser sayesinde Arizona’nın ‘Quartzsite’ kasabasının piramit şeklinde anıt mezar nedeniyle ünlü olduğunu, anıt mezarda Hi Jolly ve onun develerinin küllerinin yer aldığını da bu kitap sayesinde öğrendim. ‘Hacı Ali’ adında bir Müslüman Osmanlı deve bakıcısı, görev kapsamında Amerikan askerlerine büyük sahrada yardımcı olmak için Amerikanın yolunu tutar. Quartzsite’ta her yıl adına deve geçit törenleri ve yarışları düzenlenen Hacı Ali’nin ABD yolculuğu İzmir’den başlıyor, bu yolculuğun geri dönüşü ise maalesef olmuyor. Bununla ilgili şöyle bir fragman buldum, izlemenizi öneririm:

Kitapta oldukça iddialı cümleler de vardı. Bunların bazıları gaza getirmek için, slogan atmak için kullanılan cümleler. Tarihi gerçekleri bire on katarak yorumlamak ne kadar doğru bilinmez. İrlanda’nın yaşadığı açlık/sefalet sonrası yaptığımız 5 gemilik yardım tabii ki önemli ancak bu yardımın yaklaşık 5-6 tane ABD başkanının İrlanda kökenli olmasına ve ABD siyasi hayatını yönlendirmesine sebep olduğunu söylemek zor. Bunun benzeri bir cümlede şu: Alman İmparatorluğu Türk Askeri gücü karşısında sinmeseydi, bugün Fransa diye bir devlet belki de olmayacaktı (s. 390). Tarihimle gurur duyuyorum ancak biraz daha mütevazi olmak gerek diye düşünüyorum.

Yeni bir bilgi de öğrendim: Japonya’ya vizesiz seyahat edebiliyormuşuz! Bu durumu yazar eserinde şu şekilde yorumluyor: “… Japonya, ABD’ye dahi vize uygularken Türklere vize uygulamamaktadır. Neden diye soracak olursanız iki sebebi vardır bu cevabın. Birincisi Ertuğrul Gemisi diğeri ise İran’da yapılan yüzyılın operasyonudur. (s. 413). Yazar bu vize uygulamama muhabbetini 419. sayfada da devam ettirip tekrara giriyor. Yüzyılın operasyonu ise Japon vatandaşların İran’dan kurtarılması, Turgut Özal’ın uçak tahsis etmesi olayıdır ki filmlere de konu olmuştur.

Neden Siyah Sancak?

Kitabın sonunda hangi ülkelerin kaç yıl Osmanlı egemenliğinde kaldığı yer alıyor. Başı çeken ülke 545 yıl ile Bulgaristan. İzlanda ve Kenya 5 yıl ile son sırada yer alan ülkeler. Kaynakça kısmında ise yaklaşık 213 tane kaynak yer alıyor ki bunların çoğu internet sitelerinin linkleri olarak göze çarpıyor. İnternet sitelerinden alıntılar bu tip kitaplara bakış açısını nötr olarak değiştiriyor. Kaynakların daha resmi olması gerektiğini düşünüyorum.

Kitabın ismi Siyah Sancak Adaletin Kılıcı. Peki neden Siyah Sancak? Yazar buna eserinde cevap vermemiş ancak tahmin edebiliyorum. Muhammed’in sancağı ya da yaygın adıyla Sancak-ı Şerif, İslam peygamberi Muhammed zamanında kullanıldığına inanılan siyah renkte sancaktı. Osmanlı İmparatorluğu da bu sancağın yer yüzündeki taşıyıcısı konumundaydı. Yardıma muhtaç tüm insanlara en zor zamanlarında bile yardım etti, bunun benzeri daha sonra Osmanlı’nın devamı olan Türkiye Cumhuriyeti tarafından da devam ettirildi.

Sonuç olarak Siyah Sancak Adaletin Kılıcı adlı esere bilmediğim bir çok şeyi öğrettiği için müteşekkirim yalnız özellikle yazım yanlışları, imla hataları, yapılan tekrarlar ile akıcılığın sıkıcılığa dönüştüğü anlar, gereksiz ayrıntılar, dipnotların ilgili sayfada verilmemesi ve daha çok internet sitelerindeki bilgilerin paylaşılması nedeniyle akademik bir çalışma olarak göremediğim esere bir kaç puan düşük vermek gerekiyor. Bunun yanında ecdadı anlatması nedeniyle de değerli bir eser olarak göze çarpıyor. Farklı bir isimle gerekli düzenlemeler ve eksiklikler giderilmeden piyasaya sürülmesi de bende ticari amaçla hareket edildiği izlenimi kazandırıyor. Ön yargılı olmak istemiyorum ama okurken sıkılmıyorsanız, öneririm. Bu tip konuları araştıranlar açısından da belki de yönlendirme adına yararlı olabilir.

İyi okumalar.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık