Yoksulluk İçimizde

Yoksulluk İçimizde Mustafa Kutlu

Yoksulluk İçimizde adlı hikaye kitabı Dergah Yayınları tarafından Mustafa Kutlu Dizisi: 6 koduyla okuyucuyla buluşturulan eserdir. Mustafa Kutlu tarafından kaleme alınan bu hikaye kitabı ilk kez 1981 yılında yayımlanmıştı. Elimde eserin Ağustos 2023 tarihli 38. baskısı yer alıyor. Kapağında bir mezar taşı olduğunu tahmin ettiğim taşın arkasında masum/sinsi arası bir bakış atan kedinin yer aldığı eserin söz konusu kapak tasarımı yazarın kendisine ait (anlamını veya kitapla ilişkisini bilemiyorum). Bu yazıyı hazırladığım sıralarda güvenilir kitap siteleri üzerinde yaklaşık 75 TL’ye satın alabileceğiniz eserin ülkemizde hikaye türünde en çok okunanlar arasında yer aldığını da belirteyim.

Yoksulluk İçimizde adlı kitabımızın içerisinde 13 farklı başlık altında (ki bu başlıklardan bir tanesi de kitaba adını veren Yoksulluk İçimizde şeklindeydi) Engin ile Süheyla isimli karakterlerimizin başından geçenlerin anlatıldığı, zaman içerisinde yaşadıkları değişimler ve yaptıkları iç muhasebeleri üzerinden okuyucuya ders veren ince mesajları barındıran bir hikaye metni yer alıyor. Bu bölüm başlıkları altında anlatılan kurguda karakterler aslında ortak. İçindekiler kısmında yer almayan ancak sayfalar ilerledikçe karşımıza çıkan Levhalar, söz konusu başlıkta anlatılacak olan kurguya yönelik kısa metinler içeriyor. Zaten kitabın sonunda yer alan 6. Levhada anlatılan hadisin, kitabın kurgusuna ön ayak teşkil ettiğini de anlıyoruz.

Yoksulluk İçimizde Kitap İncelemesi

Başlıklar öncesi karşımıza çıkan Levha adlı kısımlar toplamda altı adetti. Kısa metinlerin yer aldığı bu levhalardan bir tanesinin Ataullah İskenderi’nin Hikem-i Ataiye’sinden esinlenerek yazıldığını görüyoruz (Levha 2): “Karamsarlığın kaynağı ışıktan uzak durmaktır. Gayret atına bin, himmet dile ve ümit et. Bidayeti parlak olanın nihayeti de parlaktır. Gönül eri garip olmaz.” (s. 18) şeklindeki anlamlı cümle de bu kısımda yer alıyordu. 4. Levhada ise Eşrefoğlu Rûmi tarafından yazılan bir şiir karşımıza çıkıyor ki son mısrasında yer alan “… Vücudu fâni etmektir adı aşk.” (s. 53) cümlesi, hem kitapta anlatılanları hem de kitabın kurgusunu çok iyi anlatıyor, özetliyordu diye düşünüyorum. Nokta atışı aforizma kokan cümleler ve şiirler seçilmiş diyebiliriz.

6 numaralı Levhada yer alan hadisi ise kısaca kitaptan cümlelerle değil de özet olarak şu şekilde aktarabilirim sizlere: “Ebû Talha el-Ensârî dul kalan Ümmü Süleym’e evlenme teklif etti. Ümmü Süleym, onun putlara tapmaktan vazgeçip İslâmiyet’i kabul ettiği takdirde mehir almadan kendisiyle evleneceğini söyledi. Bunun üzerine Ebû Talha müslüman oldu ve Ümmü Süleym ile evlendi.” Bu hadiste önemli olan şey, kadının erkekten evlenme şartı olarak sadece Müslüman olmasını istemesiydi; kitapta da benzer bir şey Süheyla tarafından Engin adlı karakterden istenilmişti. Herhalde hikaye ile hadisin en dikkat çekici yönü buydu.

Mustafa Kutlu, Yoksulluk İçimizde adlı kitabında hayatının amacı zengin olmak olan Engin adlı karakterin bir gün gerçeği görerek, geçmişe yolculuk etmesi ancak istediği sonucu elde edememesini de çok iyi anlatıyor. Burada “Bizler kimiz, neyiz, ne yapıyoruz? İnsanları aldatarak, onların saf ve temiz taraflarını kanatıp kirleterek ve katiyen ihtiyaç duymadıkları şeyleri ihtiyaçmış gibi göstererek, yetmeyen paralarını ve mal varlıklarını, giderek haysiyet ve umutlarını çalarak biriktirdiğimiz bu kirli para. İnsanları birbirine yaklaştıran ve yardımlaşmalarını sağlayan bir alışveriş değil bizimkisi. Onları her geçen gün daha bir ezerek, daha bir küçülterek insanlıktan çıkarmak, eşyaya, mahiyeti meçhul eşyalara zebun kılmak. Başka bir seçenek kalmıyor; ya esir olacaksın ya zorba…” (s. 93) şeklindeki tespiti gerçekten ibretlikti.

Yazar, Yoksulluk İçimizde kitabında günümüz dünyasının röntgenini “Ses seslikten, dudak dudaklıktan çıkmalıdır. Fitne vücuda adım adım yayılmalıdır. Toprağın üzeri asfaltla kaplanmalı, insanlar arabalara binmeli ayakları yerden kesilmelidir. Sebzelere sun’i gübre verilmeli, tüpte çocuk üretilmelidir. Yeryüzü devasa bir tiyatro sahnesidir, herkes rolünü ezberlemeli.” (s. 81) sözleriyle çekerken, okuyucuya adeta ince bir mesaj veriyordu. “İnsanoğlu putunu kendi yapar.” (s. 75) diyen yazar sonuna kadar haklıydı ancak karakterinin ağzından kullandığı “Bak işte karşında ağlıyorum. Senin için, ikimiz için, herkes için ağlıyorum.” (s. 71) cümlesiyle belki de insanoğlunun haline ağlıyordu. Ağlanacak halimize gülmüyor muyuz? Ne zaman uyanacağız?

Yoksulluk İçimizde adlı kitapta iki farklı karakterin ruh halini de yazarın tahlili üzerinden takip ediyoruz. Yazar, bunu yaparken karakterler arasındaki diyalogların arasına yeri geldiğinde uzun açıklamalar, yeri geldiğinde betimlemeler, yeri geldiğinde öznel yorumlar, yeri geldiğinde yan karakterlerin cümlelerini ekleyerek modernleşmenin getirdiği olumsuzlukları yansıtmaya çalışıyor, çünkü kurgusunun temeli bu. Bu açıklamalarının çoğunda yüklemi olmayan net cümleler kullanan yazar, betimlemelerinde de devrik cümleler kullanıyor. Satır aralarında hikayenin yazıldığı 80’li yılları da anlatan yazar, diyalogları kurarken sorulmayan sorulara sorulmuş gibi cevap veriyor, öznel yorumlarda bulunuyordu. Bu alışık olmadığımız bir hikaye türü tekniğiydi diyebilirim.

Mustafa Kutlu, Yoksulluk İçimizde ile ince mesajlar veriyor

Yazar ön planda “yeter ki işim olsun” mantığıyla yani maddi bir kaygıyla işe giren bir kadın karakter ile maddi imkansızlıklar içerisinde büyüyen bir erkek karakterin zengin oluşunu anlatıyor diyebilirdik: ancak yoksulluk, sadece diğer insanlardan daha az şeye sahip olmak demek değildi. Yaşamın temel gereksinimlerinden olan güven, inanç, samimiyet gibi konularda da insanoğlu yoksul olabilirdi. Yani yazar diğer hikayelerinde kullandığı teknik gibi ön planda ekonomik yetersizlikleri işliyor gözüküyordu ancak arka planda daha çok insanoğlunun kendi iç muhasebesini tutturamaması sonucu girdiği psikolojik durumu aktarmaya çalışıyordu. Zaten okurken ele alınan konular ilk başta anlaşılması çok kolay konular gibiydi, sonu tahmin edilebilir türdendi ancak okudukça önümüzde duran konuların okuyucuyu farklı düşüncelere, sürekli sorular sorarak görülenin arkasındaki görülmeyeni aramaya teşvik ettiğini anlıyorduk.

Mesela “Hayatım her gün kazandığım yeni yalnızlıklarla zenginleşiyor.” (s. 55) diyor Yoksulluk İçimizde adlı kitabında yazar; bunu neden diyor? İş hayatında yükselmesine, para kazanmasına, zengin olmasına, çevresini istediği/istemediği her türden insanın doldurmasına rağmen veya iş bulmasına, iş hayatına atılmasına, işini yapmasına rağmen şunu göstermek istiyordu: bu halde, bir insan nasıl yalnız olabilirdi? Günden güne yalnızlığı artıyordu ancak insanoğlu farkına varamıyordu. Farklı bir bakış açısıyla yazar “Ölüme ağlama. Kalbe bak. Hata ve isyan ile pişman, ibadet ve taat ile neşveli değilsen zaten ölüsün.” (s. 17) diyordu. Yine makyajıyla kendini daha iyi hisseden kadın hakkında ise “… yüzü, sürülen boyalardan manasını, değil tabii halini, yani göz gözlüğünü, ağız ağızlığını kaybetmiş …” (s. 67) tespitinde bulunuyordu.

Yoksulluk içimizde adlı kitabında yazarımız aslında modern hayatın getirdiği en önemli sorunlardan birine dikkati çekiyor: günden güne maddeye bulaşan, maddenin emrine giren insanoğlunun asla mutlu olamayacağı gerçeğine… Eserde, karakterlerimiz Süheyla ve Engin arasında yaşanan ilişkinin bitmesi sonrası her ikisinde yaşanan değişim üzerinde duruluyor: gerçeği tüm çıplaklığı ile görüp dine yönelen ancak madde ile mana arasında sıkışıp kalan bir kadın ile maddenin insanı mutlu edeceğini düşünen ve bu yolu tercih eden ancak geçmişine dönüp kendini bu girdaptan kurtarmaya çalışan Engin karakterini okuyoruz. Bir süre okuduktan sonra belki de bu iki karakter üzerinden kendi hayatımızda veya çevremizde izler görmeye başlıyoruz.

Neden veya neyi görüyoruz? Anlatılanları genele vurduğumuzda, çevremizde de sık sık gördüğümüz üzere hayat şartları iyileştikçe ve modernleşme arttıkça toplumumuzun yaşadığı değişim ve dönüşüm estetik bir düzlemde iki farklı karakter üzerinden anlatılıyordu. Devamında ise hayatın “maddi” zenginlikten ibaret olmadığı, esas zenginliğin “gönül zenginliği” olduğu vurgulanıyordu. Burada konu anlatılırken seçilen karakter isimleri de dikkat çekicidir: geleneği hatırlatan Süheyla ile modern bir isim olan Engin isimlerinin tercih edilmesinin de bir sebebi hikmeti vardır. Modern hayatın girdabından kurtulmamız için gelenekten ders almamız gerekir: Engin’in düştüğü girdaptan kurtulmak için Süheyla’ya kavuşması gerektiği gibi…

Yoksulluk İçimizde adlı kitapta “Balık kokuları, kabak kızartmaları, bir çocuk yoğurt götürüyordu.” (s. 24) gibi kendi içinde tutarsız ancak çok şey anlatan cümleler yer aldığı gibi “Kaf dağını aşan çocuk. Gibi bulutlara değer başınız” cümlesinde yer aldığı üzere noktanın yanlış yerde kullanılması, “birr’e” yerine “bir’e” olmalıydı, s. 57 gibi bazı sayfalarda görülen virgül yanlışlığı gibi imla hatalarının da çok sık olmasa da karşımıza çıktığını söyleyelim. Bunun dışında içerisinde diğer hikayelerine nazaran daha çok anlamını bilmediğim kelimeler ile karşılaştığım için bunlardan birkaç tanesini yazımın sonunda anlamlarını da verecek şekilde sizlerle paylaşacağım.

Son tahlilde…

Yoksulluk içimizde adlı kitapta Engin ile Süheyla’nın başından geçenleri okuyoruz: bunu yaparken iki karakterimizin hayata bakış açısı ve iç konuşmalarını okuyor, yazarın anlatıcı üzerinden araya girerek karakterlere yol göstermesini takip ediyor, karakterlerimizde yaşanan madde ile mana arasında denge kurma çabasını görüyoruz. Peki, bizim hayatımız çok dengede mi? Hangi karakter bize daha yakın? Kendi adıma Süheyla karakterini daha yakın görmekle birlikte aşk yerine karşılıklı sevmenin daha önemli olduğunu – hayatımız zaten kısa – bu haliyle gönlümüzün zengin olması gerektiğini düşünüyorum.

Yoksulluk İçimizde adlı kitapta anlamını bilmediğim bazı kelimeler ve anlamları:

Gerneşmek ne demek: Kol ve bacakları gererek esnemek, gerinmek anlamına gelir: “Besbelli bir acaip parlayan güneş altında artık iyice ısınıp, liflerini kütürtede kütürdete gerneşip, damarlarında ılık ılık yürüyen suyun akışına bırakmıştır kendini  (Mustafa Kutlu)”

Şavkımak ne demek: Işık saçmak, parıldamak anlamına gelir (halk ağzında kullanılır).

Abus ne demek: Somurtkan, asık suratlı, çatık çehreli anlamına “Abus, ters ve aksi bir adamdı.” veya İnsana baskı yapan, olumsuz bir etki bırakan, hoşa gitmeyen, sıkıcı, sert anlamına gelebilir: “Bir gün akşama doğru bu abus karanlıkta… (Ömer Seyfeddin)”.

Çârnâçâr ne demek: Çâresiz, ister istemez anlamına gelir: “Tâ dipteki kapıya gelince çarnâçar kapının önünde duracağım (Ahmed Midhat Efendi). Mümtaz çarnâçar tecrübeye katlandı (Ahmet H. Tanpınar)”.

Delişmen ne demek: Davranışları durumuna göre hafif kaçan, ölçüsüz, uçuk kaçık, delidolu, hoppa, delifişek, şımarık anlamına gelir: “Esir Jeminüs’ün sergüzeştini delişmen gençlik arkadaşlarıma yüksek sesle okuduğum senelerde İsviçre’ye gittimdi (Yahyâ Kemal).”

Helecan ne demek: Çarpıntı, titreme, yürek çarpıntısı anlamına gelir.

Karakoncolos ne demek: Çocukları korkutmak için îcat edilmiş hayâlî yaratık, cadı, vampir anlamına gelir: “Acaba iyi saatte olsunlar mı bunları karıştırmışlar? Bunlar hep o karakoncolosun işleridir, ben bilirim (…) kaç defa söyledim bu ev tekin değildir diye, ama kim beni dinler (Mâlik Aksel)”. Ayrıca çok çirkin, çok sevimsiz, esmer kimse anlamı da vardır.

Nabit ne demek: Arapça asıllı olan kelime yerden çıkıp büyüyen anlamına gelir.

Fevç ne demek: Bölük, takım, insan kalabalığı anlamına gelirken fevç fevç şeklinde olması halinde ise akın akın, akan bir kalabalık hâlinde anlamını sağlar.

Göverti ne demek: Göğerti şeklinde de yazılabilir; vücutta vurma sonucu meydana gelen mor leke, morartı anlamına gelir. Sebze cinsinden yeşillik anlamı da vardır.

Rayihasız ne demek: Güzel kokusuz anlamına gelir (olumsuz anlamlıdır, Rayiha ise güzel koku demektir).

Filbahriler ne demek: Filbahar şeklinde de yazılabilir; düğün çiçeğigillerden, ak asma ve Meryem ana asması denen, güzel kokulu beyaz çiçekler açan bitki.

Mütebessim ne demek: Arapça asıllı olan kelime gülümseyen, tebessüm eden anlamına gelir.

Bozbulanık ne demek: Çok bulanık, duru olmayan anlamına gelir: “Sakarya boz bulanıktı, ağır ağır akıyordu”

Gönenmek ne demek: Eski Türkçe bir kelime olan gönenmek kelimesinin anlamı gün görmek, mesut olmak, mutlu olmak, refâha kavuşmak şeklindedir: “Gönüle gireni gönendi derler / Gönüle sen de gir kim gönenesin (Yûnus Emre).”

Mülevves ne demek: Arapça sıfat olan kelime pis, kirli, iğrenç anlamına gelir: “Bendenizce mülevves bir arzudan başka bir şey olmayan bir hissiniz yoluna ikimizi de kurban etmek istiyorsunuz (Hüseyin R. Gürpınar).”

Remiz ne demek: Remz şeklinde de yazılabilir; bir şeyi akla getiren, o şeye delâlet eden nesne, işâret, resim, harf, kısaltma vb., sembol anlamına geldiği gibi: “Köpek sadâkatin, bülbül aşkın, kelebek gençliğin remz ü timsâli olmuştur (Ahmet Hâşim).” Merâmı üstü kapalı bir şekilde gizli bir yolla, îmâ ve işâretle anlatma anlamına da gelir: “Sırr-ı Hakk’ı nicesi fâş eyleyem ben ey sikāt / K’anı ancak remz ile etmiş beyan ehl-i nikât (Niyâzî-i Mısrî)”

Yoksulluk İçimizde adlı kitap içerisinde 13 farklı başlık altında hikayeler barındıran ancak bir bütün halinde tek bir hikayenin anlatıldığı, anlamlı bir kitap. Mustafa Kutlu’yu hiç okumayanlar için ilk tercih olacak eserlerden biri değil; çünkü okurken anlaşılmaz ve okuduktan sonra havada kalan bir etki bırakabilir. Benim için de verdiği mesaj önemliydi ve bu nedenle özellikle tavsiye etmekle birlikte, sıkı okuyucuları kaçırmasın derim.

İyi okumalar.

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık