2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi, hayırlısıyla bitmiş durumda: yeni Cumhurbaşkanımız, ‘cumhurun başkanı’ sözleriyle şu günlerde kutlamaları kabul etmekte. Fakat birbiriyle benzerlik taşıyan 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi ile 2014 de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi arasındaki karşılaştırma; bir çok açıdan ülkemiz siyasetinin gelmiş olduğu durumu gözler önüne serecektir diye düşünüyorum. Ünlü yazar Alev Alatlı’nın “Dünyayı bilmeyenler, dünyanın maskarası olur” sözünden hareketle dünü anlamadan, bugünü anlamanın mümkün olmayacağını söylemek herhalde doğru olur: bu yüzden, günümüzde yaşanan olayları daha iyi değerlendirmek adına geçmişin penceresinden bugüne bakmak yararlı olacaktır.
2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi, siyaset arenasının olaylı dönemlerinden biri olarak siyasi tarimizde yer edinmiştir. 2000 yılında bir çok partinin önerisiyle göreve başlayan Ahmet Necdet Sezer’in 16 Mayıs 2007 de görevi yeni cumhurbaşkanına devretmesi gerekiyordu: fakat, seçim aşaması çok ateşli tartışmalara sebep oldu ve referanduma gidilmesine karar verildi. Aslında 2007 seçiminin fitili, çok öncesinden atılmıştı. Tesadüfen, 2005 yılında sosyal medyanın etkin sözlüklerinden birinde bu konunun tartışıldığını hatırlıyorum da: aslında yıllar öncesinden 2007’nin o ateşli günlerinin hazırlığının yapıldığını söylemek doğru olur. Zaten seçim dönemine başörtüsü ve laiklik tartışmalarıyla gelinmişti; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt 12 Nisan’da Cumhurbaşkanı’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı olması sıfatı ile bu seçimlerin kendilerini de yakından ilgilendirdiğini belirtmiş ve seçilecek Cumhurbaşkanı’nın cumhuriyetin temel ilke ve kuralları ile Atatürkçülüğün gereklerine özde bağlı olması gerektiğini beyan etmesi gibi ‘radikal’ açıklamalar yapılıyor ve hatta ülkenin çeşitli yerlerinde “Cumhuriyet Mitingleri” adıyla geniş katılımlı gösteriler düzenleniyordu. Bütün bunların amacı iktidar partisinin, kendi siyasal çizgisinden bir ismi cumhurbaşkanlığına seçmesini engellemekti; hatta dönemin muhalefet lideri Deniz Baykal daha ileri giderek, bir konuşmasında ” Erdoğan aday olursa oylamaya katılmayacaklarını ” ifade etmişti. 10. cumhurbaşkanı Sezer’de bu açıklamalara katılıyordu: o dönem verdiği röportajlarında cumhurbaşkanlığı makamının korunması gerektiğini ifade eden açıklamalar yaparak; daha önce bir çok kez ‘laiklik’ karşıtı oldukları iddiasıyla kapatılma davalarıyla karşılaşan bir geçmişe sahip olan iktidar partisine abiane tabirle ‘aba altından sopa’ gösteriyordu. Seçimin ana gündemini ise, seçimden 4 ay önce ortaya atılan 367 tartışmaları belirliyordu. Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun bir gazetede yayınlanan makalesi üzerinden başlayan bu tartışmaya göre Anayasayanın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranması şartı sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı idi. Bu görüşe göre oylamalara 367 kişi katılmaz ise sonucun geçersiz olacağı iddia edildi. Tabii muhalefet partilerinin o güne kadar olan çabalarına destek ifade eden bu sözler sonrası, sandalye sayısı 354 olan iktidar partisi tek başına cumhurbaşkanı seçemeyecekti.
Bütün bunlara rağmen iktidar partisi adayını açıklamakta kararlıydı; dönem gazete başlıklarına bakılırsa, Erdoğan’dan tutun Nimet Çubukçu’ya kadar bir çok kişi iktidar adayı olarak kulislerde konuşuluyordu; hatta 2014 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da o dönemde iktidar partisinin adaylarından biri olduğu öne sürüldü. Yine de iktidar partisi istişareler sonrası adayını açıkladı: Abdullah Gül. İlk tur oylama 27 Nisan’da yapıldı ve Abdullah Gül 357 oy aldı. Oylama sonrası ana muhalefet partisi, 367 iddiasıyla sonucu anayasa mahkemesine taşıdı. Aynı günün akşamı ise Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesine sonrasında emuhtıra olarak alınacak bir basın açıklaması ekledi. Açıklamada seçimlerde laikliğin tartışma konusu yapıldığı ve Genelkurmay’ın bu konuda taraf olduğu söylendi. Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs’ta verdiği kararla, 367 iddiasını kabul ederek yapılan birinci tur oylamayı iptal etti. Bunun üzerine 6 Mayıs’ta yapılan TBMM’deki ikinci ve üçüncü tur oylamalara CHP, ANAP ve DYP katılmayınca 367 yeter sayısına ulaşılamadı ve 11. cumhurbaşkanı seçilemedi. Dönemin muhalefet partilerinden olan DYP ve ANAP’ın bu olaylar sonrasında yapılan ilk seçimde aldıkları hezimet ise hafızalarda yer edindi. Bu sırada görev süresi bitmesine rağmen 10. cumhurbaşkanı Sezer görevinde kalmaya devam etti ve bu duruma o dönemde ‘nedense’ kimse itiraz bile etmedi.
Burada ayrı bir parantez açmak gerek: 2014 yılında yapılan seçimlerde muhalefet partilerinin neredeyse hepsi birleşip, ortak adayla seçime girmişti. 2007’nin bir benzerliği de: neredeyse iktidara karşı olan tüm kesimin, bir ortak aday olmasa da: ortak bir tartışma konusunda uzlaşmaları ve o tartışma üzerinden hareket etmeleri idi. Bunlar ise 367 tartışması ile beraber sonrasında ordunun da ortak olacağı laiklik tartışması idi. Daha önce bir çok kez kapatılma kararlarıyla karşı karşıya kalan bir parti geçmişine sahip olan iktidarın, böylesi ithamlarla karşılaşması sürpriz olmasa da: bu yaşananlara yurt dışından bakanların değerlendirmeleri de ilginçti. O dönemde çıkan bir çok yabancı gazete manşetlerinde ” İslamcı ” etiketini sürekli iktidar partisinin ismiyle yan yana kullanıldığını görüyoruz. Hatta o dönem yayınlanmış bir ingilizce makalede şu sözler geçer: ” Türkiye, İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) büyük bir üstünlük elde ettiği 22 Temmuz genel seçimlerinden tam üç ay sonra, 21 Ekim’de cumhurbaşkanının halk oyu ile seçilmesini öngören, ihtilaflı bir anayasa değişikliğiyle ilgili olarak halk oylamasına gidiyor. ” Ayrıca bu ihtilaflı anayasa konusunda ordunun da taraf olduğunu iddia etmesi, çözüm konusunda umutları tek bir kaynağa: yani halka yönlendirmiştir. Taraf olduğunu deklare ettikleri açıklama, ülke kamuoyunda internet aracılığıyla verildiği için “emuhtıra” olarak adlandırılmıştır. 27 Nisan gecesi yayınlanan bu açıklama, dönemin hükümet sözcüsü tarafından aynı şiddette cevaplanmış; bu davranış yıllar sonra parti yönetimi tarafından ” iyi ki öyle cevap verdik. ” şeklinde yorumlanmıştır. Demokrasi tarihimiz için önemli bir tarihi olay olan emuhtıra, 29 Ağustos 2011’de Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesinden kaldırmıştır.
2007 seçimlerine dönersek; iktidar partisi bu olanlar ışığında erken seçim kararı aldı. YSK seçim takvimini belirledi ve 22 Temmuz’da karar kılındı. Mecliste seçim kararı alınmasının yanında, anayasada bazı değişikliklere gidildi. Buna göre, genel seçimlerin yapılma süresi beş yılda birden, dört yılda bire düşürüldü. Cumhurbaşkanlığı seçiminin iptaline yol açan toplantı yeter sayısı konusu, meclisin tüm işlemlerinde üçte bir çoğunluk olarak netleştirildi. Cumhurbaşkanının meclis tarafından değil, halk tarafından iki turlu oylamayla seçilmesi kararlaştırıldı; yedi yıl olan görev süresi beş yıla düşürülerek, iki kez seçilebilmenin önü açıldı. Değişiklik paketi mecliste 376 oyla kabul edilmişti. Ancak yeni cumhurbaşkanı seçilemediğinden, görev süresi dolmasına rağmen görevini sürdüren Ahmet Necdet Sezer, yapılan değişiklikleri “rejimi sıkıntıya sokar” eleştirisiyle veto etti. Değişiklik paketi tekrar meclise gönderildi ve bu kez 370 oyla aynen kabul edildi. Aynı metinle ikinci kez önüne gelen paketi veto yetkisi bulunmayan Sezer, 15 Haziran’da paketi halk oylamasına sunma kararı aldığını duyurdu. Değişiklik paketi referandum da %68 ile kabul edildi. Yapılan seçimde ise iktidar partisi tekrar tek başına iktidar oldu. Meclise giren MHP’nin de katılımıyla, muhalefet yeniden şekillenmişti. Değişen sandalye sayısı sonrası, cumhurbaşkanlığı seçimi yeniden yapıldı. MHP oylamalara katılacağını, CHP ise katılmayacağını açıkladı. Gül 20 Ağustos’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turunda 341 oy, ikinci turunda ise 337’de kaldı. Anayasaya göre ilk iki turda üçte iki çoğunluk olan 367 sayısına ulaşılamadığı için, 276 oyun aranacağı üçüncü tura gidildi. Abdullah Gül 28 Ağustos’ta yapılan üçüncü turda 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçimlerde ona MHP’den Kayseri milletvekili Sabahattin Çakmakoğlu, CHP listelerinden meclise giren DSP’li isimlerden ise Eskişehir milletvekili Tayfun İçli rakip olmuştu.
2007’de yaşanan krizin arkasında CHP açısından Türkiye’nin tepedeki üç makamın da Milli Görüşçü olmaması ve Cumhurbaşkanı’nın tüm partilerin uzlaşısı ile seçilmesi gerektiği gerçeği yatıyordu. Ordunun da bu olaylara müdahil olması, yurt dışı basının muhalefete destek vermesi gibi neticeler sonuç vermedi; sadece süreci kesintiye uğrattı ve bir çok siyasi analistin değimiyle: aslında iktidarın işine yaradı ve halkın iradesi son kararı vermiş oldu.
Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül; daha önce yapılan devir teslim törenlerinden farklı bir şekilde, sadece ‘kuru bir kutlama’ ve ‘basit bir el sıkışma fotoğrafı’ ile geçiştirilen görev değişimi ile yeni görevine başlamış oldu. 2007 seçiminin en önemli özelliği, iktidar karşıtlarının ortak bir aday olmasa da: aynı tez üzerinden iktidara karşılık vermeleri ve bu tez üzerinden savaşmaları idi. 2014 yılında ise bu sefer, ortak bir aday üzerinden karşılık verecekler ve yine umduklarını bulamayacaklardı.
2014 cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, iktidarın adayı hemen hemen belliydi. 2007 seçimleri öncesinde bile Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına hazırlandığı her fırsatta dile getirilen bir gerçekti ve öyle de oldu: 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde iktidarın adayı olarak açıklandı. Aslında burada merakla beklenen ve açıklandıktan sonra sürpriz olarak yorumlanan: muhalefet adayının kim olacağıydı. Belki de Türk siyasetinde ilk defa muhalefet partileri bir araya gelerek, bir aday belirlediler: o isim Ekmeleddin İhsanoğlu oldu. İslam Konferansı Teşkilatı döneminde iktidar partisiyle çalışmış bir akademisyen olan İhsanoğlu ismi muhalefet partisi milletvekillerinin bile ” TV’den öğrendik! ” ifadeleri ile haberlere konu oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yapılan yerel seçimlerden başarı ile çıkmış bir iktidar partisinin, öncesinde 17 aralık operasyonları diye lanse edilen yolsuzluk sorunu ile başı son dönemlerde ağrımıştı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin bu şekilde bir araya gelmesi, yıllardır iktidarda olan partiyi ‘yenmek’ için güzel bir fırsat olarak değerlendiriliyordu: fakat aday açıklandıktan sonra muhalefetin kendi içinde tartışmalara girdiklerini takip ettik. Son 1 yılın siyasi arena olarak çok zor geçtiği söylenebilir.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde bu sefer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘ın görevinden istifa etmeden mitingler düzenlemesinin ‘yasal olmadığı’ iddia edildi fakat herhangi bir yaptırım yaşanmadı. Hukuksal başka tartışmaların olmadığı bu seçimde, halkın ilk kez kendi oylarıyla cumhurbaşkanını seçecek olması önem kazandı ve bu vesileyle adaylar mitingler düzenleyerek yerel seçimleri andırmayacak şekilde oy toplamak için meydanlara indiler. Seçim sonucunda %52 ile iktidarın adayı olan Erdoğan 12. Cumhurbaşkanı oldu. Muhalefetin bir araya gelmesi ise ‘beklenen sonucu’ değiştirmedi. Bakalım önümüzdeki seçimlerde muhalefette neler olacak? Yine hangi yasal tartışmalar yapılacak? Ve tabii ki en önemli soru: kazanabilecekler mi?
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası yapılan devir teslim töreni ile 100 e yakın ülkenin konuk olduğu resepsiyonlar; 2007 seçimi sonrası yaşanan basit ve gösterişsiz devir teslim töreni için ” İçimizde ukde kaldı ” şeklindeki Arınç’ın açıklamaları ile daha da önem kazandı. Görkemli törenler, yüksek katılımlar ve daha fazlası: bir anlamda o günlerde yaşanan zorlukların ‘hıncının çıkarılması’ idi. Bu yazıyı yazarken cumhurbaşkanlığı tarafından düzenlenen resepsiyona 3500 den fazla kişinin katıldığını haberlerden okuyorduk.
Anayasal tartışma ve sıkıntılı süreçlerden geçen bir seçimden, halkın seçtiği bir seçime…
Sessiz sedasız yapılan bir devir teslim töreninden, görkemli devir teslim törenine…
İki ‘zıt’ kutbun bir anlamda karşılaştığı seçimden, iki ‘kardeş’ in yer değiştirdiği bir seçime…
Meclisin seçtiği bir seçimden, halkın seçtiği bir seçime…
Nereden nereye değil mi?
KAYNAKLAR:
Referandumkonusunda ingilizce makale: http://www.wsws.org/articles/2007/oct2007/turk- o06.shtml
Wikipedia
Genelkurmay açıklaması: http://www.yenisafak.com.tr/gundem/genelkurmaygeceyarisiaciklama- yapti42573