Çayeli’nin Seferberlik Şehitleri ve İstiklal Kahramanları adlı eser farklı devlet kurumlarında görev alan ve halk şiirleriyle bir çok ödül alan yazar Adem İmdat KESİCİ ‘ye ait kıymetli, alanında belki de tek olan bir kitap. Eseri elimize aldığımızda Rize’nin şirin ilçesi Çayeli’ye ait eski bir fotoğrafının İstiklal Madalyası ile süslenmiş hali kapak fotoğrafı olarak biz okuyucuyu karşılıyor. İlk olarak 1 Nisan 2022 tarihinde Beyan yayınları tarafından piyasaya sürülen kitap yaklaşık olarak 304 sayfalık bir tarihi eser. Hali hazırda bu yazıyı hazırlarken kitap sitelerinde satış fiyatı yaklaşık 80 TL civarındaydı. Bana yazarımız imzalı bir tanesini gönderdi ki yazarımızın en çok merak ettiğim kitabı, bu eserdi. Bu açıdan da iyi oldu diyebilirim. Gelelim kitap hakkında düşüncelerime, notlarıma…
Çayeli’nin Seferberlik Şehitleri ve İstiklal Kahramanları adlı kitapta seferberlik şehitlerinin ve istiklal kahramanlarının katıldıkları savaşları, kimlik bilgilerini, istiklal madalyası sertifikalarını (bazılarına ait resimler kitabın son kısmına eklenmiş), millî mücadele kahramanlarını ve bu kahramanlardan bazılarının fotoğraflarını, seferberlik döneminde Mapavri’nin (Çayeli’nin eski adı) sosyal ve kültürel durumunu, kıtlık senelerini ve bu senelerde yaşananlardan kesitleri, şehitlerin ve şehit yakınlarının o döneme dair anılarını bulabiliyoruz. Bu haliyle yeterli mi? Açıkçası beni “doyurmadı”. Beklentim daha fazlaydı ancak bu kitap kötü demek değil: ben, tarihimizi daha derinlemesine incelemek, görmek, hissetmek istiyorum. Bu konuda anladığım kadarıyla o dönem şartlarında dedelerimizin hayvancılıkla uğraşmaları (yazma/kayıt altına alma yok) ve o döneme dair yeterli araştırmaların olmaması en büyük iki engel olarak karşımıza çıkıyor.
Kıymetli yazarımız kitabın önsöz kısmında direkt konuya giriyor ve kitabımıza ismini veren Çayelili Seferberlik Şehitleri ile İstiklal Kahramanlarının sayılarını daha ilk cümleyle okuyucuya aktarıyor: “Yemen’e gönderilen Mapavri Taburunda bulunan 837 kişinin muharebeye katıldığını ve 440 kişinin orada şehit olduğunu tespit ettim. Seferberlik yıllarında ise Çayeli’nden 1667 kişi şehit olmuştur. Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’nın arşivlerinde Birinci Dünya Savaşı’nda, İstiklal Savaşı’nda, Çanakkale Cephesi’nde ve görevleri başında 35 kişinin şehit olduğu kayıt altına alınmıştır. İstiklal Madalyası alan kahramanlardan sadece 15’inin bilgi ve belgelerine ulaşmış bulunmaktayım.” (s. 7) diyerek istatistiki olarak bilgileri bizlerle paylaşıyor. Devamında 15 Temmuz hain darbe girişiminde vefat eden sayısından tutun da polis/asker şehit sayısına kadar diğer kitapta alakası olmayan bilgilere de önsözünde yer veriyor.
Kitabın içerik kısmı yine dolu dolu: yazar, Çayelili şehitleri anlatmadan önce şehadet gibi terimlere de girişte yer vererek (bu biraz da akademik tez hazırlama mantığına benziyor) okuyucuyu önce konuya hazırlıyor. Sonrasında Çayeli’nin ilk fotoğrafı ile devam ediyor, Çayeli’nin tarihi ve kültürel varlıkları gibi konulara da değiniyor. Yani kitap salt şehitleri anlatmıyor: o dönemde yaşananları, anıları, ayrıntıları, fotoğrafları, terimleri, hatta daha da ileri giderek Rize’nin fatihi Cafer Paşa’nın (Rize fatihi olduğu söylenen Cafer Paşa’nın mezarı, Cafer Paşa Camii’nin yanındadır. s. 13) hayat hikayesine kadar bir çok konuyu okuyucuya aktarıyor. Bu açıdan bakıldığında sadece şehitlerimiz üzerinden bir araştırmayı değil, içerik olarak 1900’lü yılların başlarının Çayeli’si özelinde güzel bir özetini de aktarıyor diyebiliriz. Bu kısımlardan birinde paylaştığı “Tarihi çeşmeler içerisinde ise Zancel’in 156 yıllık Taşoluk Çeşmesi, İncesu köyünün 144 yıllık Mağribudam Çeşmesi önde gelenlerdir.” (s. 12) cümlesi ise bu yerleri görme isteği uyandırdı bende.
Çayeli’nin Seferberlik Şehitleri ve İstiklal Kahramanları Kitap Özeti
Burada kitapta okuyarak öğrendiğim bazı bilgileri de paylaşmak istiyorum: örneğin Çayeli’nin eski isminin Mapavri olduğunu biliyoruz: bu ismin ne zaman ve neden değiştiği sorusu bir çoğumuzun aklına gelmiş olabilir. Yazar bu olası sorunun cevabını dipnot olarak okuyucuya şu şekilde aktarıyor: “Harbiye Nazırı Enver Paşa, 5 Ocak 1916’da yayımladığı bir emirle Osmanlı ülkesindeki Rumca, Ermenice ve Bulgarca olan bütün vilayet, sancak, kasaba, köy, mahalle, nahiye, dağ, nehir isimlerinin Türkçe’ye çevrilmesi için talimat verir. İslam olan (Arapça ve Farsça kökenli) ancak Türkçe olmayan isimler bunun dışında tutulacaktır. Bu emir neticesinde eski adıyla “Mapavri” Çayeli’ne, “Mesahor” Kaptanpaşa’ya, ve “Hohoneç’de” Çataldere’ye çevrilmiştir.” (s. 14). Ayrıca (s. 12) yine yazarın aktardığına göre Rize ve çevresine 109 farklı noktadan Türk getirilerek bu bölgenin Türkleşmesi sağlanmıştır.
Yine o dönem Rize’nin askeri açıdan Osmanlı’nın en büyük ordu mıntıkası içerisinde kaldığını öğreniyoruz: “II. Abdülhamid devrinde askeri açıdan Rize, yedi Osmanlı ordusundan biri olan 4. Ordu’nun mıntıkasındaydı. Merkezi Erzincan olan 4. Ordu, Osmanlı Devleti’nin en geniş mıntıkaya sahip ordusu olup Trabzon, Sivas, Erzurum, Mamuretülaziz (Elazığ), Bitlis, Van ve Diyarbakır vilayetlerini içine almaktaydı.” (s. 24). Kitapta ayrıca Yemen Harbine katılan taburun yaşadıklarından ayrıntılı olarak bahsedildi. O dönem kumandan olarak kaymakamların görev yaptığını biliyorduk (Kaymakam yarbay ile miralay arasında bir rütbeydi o dönem şartlarında), bizim Mapavri isimli taburumuzun kumandanını ise şu sözlerle öğreniyoruz: “Mirliva Hasan Muhyiddin Paşa’nın özel defterine göre Rize, Mapavri taburunda 1 havan, 1 mantel, 3 cedel bulunmaktadır. 4. Ordu, 54. Alaya bağlı olan Mapavri Redif Taburunun mevcudu 837 kişidir. Kumandanları ise Kaymakam Şerif Bey’dir.” (s. 31). Böylelikle mantel tarzı silahın ne olduğunu da öğrenme isteği doğuyor ve ufak bir google araştırması ile nasıl bir şey olduğunu buluyoruz. İşte böyle yeni şeyler öğreten kitapları seviyorum.
Çayeli’nin Seferberlik Şehitleri ve İstiklal Kahramanları adlı kitapta yazarın dönemin ekonomik/sosyal durumunu anlatması isabet olmuş: o dönem ecdadımızın yaşadıklarını okurken hüzünlenmemek elde değil. Çok zor şartlarda, imkansızlıklar içerisinde bu ülkenin kurtuluşuna doğru adım adım yürüyen ecdadımızın korkusuz ama aç, cesaretli ama eksik durumu hepimize örnek olacak, şükrümüzü daha da artıracak türdendi. O dönem giyilen muşi çarığı, çarık ve hasıllık çarıkların anlatıldığı kısım (s. 46) hem genel kültür açısından bilgilendirici hem de dönem şartlarını görmek açısından çok net ifadelerdi. “Çarıkların altı delindiği zaman dikilirdi. Buna saval veya çarığı saval denirdi.” (s. 47) türünden cümleler sonrası o dönem ki dedelerimizin yaşadıkları zorlukları okumak, gözlerimizi yaşlandırıyordu. Kitapta köyümden tarihçi Cemil Kutlu‘nun ismini görmek de hüzünlendiren bir diğer ayrıntı oldu.
Kitaba adını veren Seferberlik Şehitlerinin isimlerine ise ancak 90. sayfada ulaşabiliyoruz: bu kısımda “şehidin ailesinin hangi adla tanındığı, şehidin adı, babasının adı, annesinin adı ve doğum yılı, doğum yılının ardından eğer ulaşılabildiyse şehadet yılı veya kaybolduysa kayıplık nedeni de belirtilmiştir.” (s. 90) denilerek köy ve mahalleler ayrı liste halinde okuyucuyla paylaşıldı. Burada şehitlerimizin bazılarının yanında “şehit” kelimesi yazarken çoğunun yanında bu ibare yoktu, bunu da belirtmek istedim, özel bir sebebi var mı yoksa şehitler farklı kaynaklardan mı tespit edildi, sadece resmi kayıtlarda olanlara mı bu ifade eklendi, bilemiyorum. Yine de hangi mahalleden veya köyden kaç şehit olmuş: ayrı ayrı liste halinde öğreniyoruz. Bu arada Ertuğrul Firkateyninde de 2 Çayelili şehidimizin olduğunu görüyoruz.
Seferberlik şehitlerimizden sonra Rusların Çayeli’ni işgaline geçiyoruz. Burada öğreniyoruz ki, Ruslar 3 yerde karargah kurmuş: “Ruslar Azmanlı, Ayazlı ve Sırt köyünde karargahlarını kurdular.” (s. 162). Burada Rusların karargah ve saldırı/savunma hatlarının olduğu bir harita ile geçiş güzergahlarını gösteren bir harita olsaydı, süper olur, olayı daha iyi anlayabilirdik diye düşündüm (Bizim köye gelip karargah kurduklarını da ilk defa okudum). Ayrıca “Çayeli’nde Rus işgaline karşı ilk kurşunu atan Sofuoğlu lakabıyla tanınan Nusret’tir.” (s. 167) cümlesi ile düşmana ilk kurşunu atan vatandaşımızın kim olduğunu da öğreniyoruz (mekanı cennet olsun, kendisinin şehitlerimizden olduğunu da öğreniyoruz). Bu arada Rusların işgal sırasında planörler yardımıyla halka attığı “600 senelik hükümetinizin bir köprüsü bile yok” benzeri cümlelerle yaptığı propaganda ile günümüzde her yerde köprü, yol olmasına rağmen hala “beğenmezük” tarzı insanların olması ibretlik bir bakış açısı olarak karşımıza çıkıyor, bunu da yazmak istedim.
Kitapta bulduğum eksiklikler ve aklıma gelen diğer sorular nelerdi?
Bazı okuduğum kısımlar sonrasında aklıma gelen sorulara cevaplar bulamadığım da oldu. Örneğin “Kazmaz, bunu, dedesinin dedesi Hacı Mustafa Efendi’nin el yazısıyla yazdığı bir Kuran-ı Kerim’den öğrendiklerini söylemektedir.” (s. 16) cümlesi direkt aklıma “bu el yazması Kuran şuan duruyor mu?” sorusunu getirdi. Ayrıca Yemen Harbi’nde şehit olanların sayıları bahsedilmesine rağmen, sadece bazılarının künyelerine ve isimlerine (3 adet) yer verildi: tam sayı fazla olduğundan belki verilmemiştir ancak neden isimlerin tamamına yer verilmediği hakkında bir bilgi bulamadım. “Yörede yeterli elma bulunduğu düşüncesi ile bir Çek firması tarafından 1938’de Pazar ilçesinde elma kurutma fabrikası yapılmış fakat elmanın az ve kalitesinin düşük olduğu gerekçesiyle kapanmıştır.” (s. 54) cümlesi ise günümüzde benzer bir hamlenin denenerek çaya alternatif ürün yetiştirilmesi konusunda adım atılabilir mi sorusunu aklıma getirdi.
Kitapta yararlanılan kaynaklar ya cümle içerisinde kullanıldı veya dipnot olarak eklendi. Kaynaklara ilişkin bilgiler dipnot olarak sayfaların sonuna eklenmiş ancak kitabın sonunda ayrıca bunlara ilişkin kapsamlı bir kaynakça kısmı oluşturulmamıştı. Ayrıca yazar bazı konuları derinlemesine anlatmak istemiş olacak ki (örneğin seferberlik dönemi bir kumanya örneği kısmını anlatması sonrası daha ayrıntılı bir şekilde yine benzer cümlelerin geçtiği dönemin sosyal durumunu anlatması) konuların birbirine benzer olması nedeniyle cümlelerin tekrar etmesi kitabın akışkanlığını azalttı diyebilirim. Çünkü tekrar cümleler okuyucuyu sıkar, yorar. Bir de rakamlar konusunda bir eksiklik mi var çözemedim: önsöz de Çanakkale Cephesi dahil 35 şehitten bahsedilirken, “Çanakkale Savaşları’nda Çayelililer” başlıklı kısımda şehit sayısı 71 olarak verildi (ilerleyen sayfalarda -s. 198- yine 35 şehitten bahsedildi). Bunların yanında giriş kısmında direkt konuya girmek yerine Seferberlik döneminin ayrıntısını, ne zaman başladığını, ne zaman bittiğini “bir kaç cümle ile anlatsaydı, iyiydi” cümlesini kurmama neden oldu. Çünkü konuların daha derli toplu olması ve eğer ayrıntılara girilecekse konu bütünlüğü açısından faydalı olabilirdi: yoksa kopukluk var gibi…
Kitabı okurken bazı kelime, cümle hatalarına da rastladım: “Bunlat”, “Bunlar” olmalıydı (s. 11), “yapılarak”, “yaparak” olmalıydı (s. 160) gibi örnekler bunlardan bazı aldığım notlardandı. Yine bazı yerlerde tekrar cümleler var (örneğin: ” her köyde iyi durumda, bir erkek, bir de kadın elbisesi bulunur, her evlenen kız ve erkek bu elbiseleri ödünç alarak dünya evine girer, düğünden sonra da sahibine iade ederdi” s. 55, en az 3 kez benzer cümleleri okuduk, s.278’de de tekrar cümleler var), bunun yanında nadir de olsa anlatım bozuklukları vardı (örneğin: Kurdeleler TBMM’de verilen ilk madalyaların kurdele rengi yeşildir, s. 220), bazı yerlerde de konu anlatılırken sanki araya bir boşluk girmiş veya konuda verilmek istenen mesajlar arasında kopukluk var gibiydi.
Bir de bazı yazıları makale tarzında yazdığından ve farklı kaynaklardan yararlandığından olsa gerek anlatılmak istenen ve verilmek istenen mesajlar içerisinde tezatlık var gibiydi: örneğin Sarıkamış Felaketi anlatılırken hem planın başarısından bahsediliyor hem de Enver Paşa’yı aşırı başarısız bulan, hatta neredeyse yerin dibine sokan cümlelere yer verilmesi garibime gitti. Kitaba eski resimlerin eklenmesi güzel bir tercihti ancak kitabın baskısından mı nedir, resimler çok net değildi, evet eski resimler hepsi ama çok soluk geldi. Bir de bazı anılar anlatılırken “19 Haziran 2012 tarihi itibariyle sağ olup…” gibi cümleler ile tanıtılan kişiler hakkında, kitap basım öncesi bir güncelleme yapılabilirdi. Bu arada kitabı okurken bazı dipnotta yer alan eserleri ileride satın alıp okumak için not ettim.
Velhasıl… Emeğe saygı tabii ki: yazarımızın dediği gibi “Sahip olduğumuz manevi emanetleri geçmişten geleceğe taşıma adına yazmış olduğum bu eseri, önce milletimize, sonra aziz Çayeli halkına takdim ediyorum.” (s. 8) düsturuyla olaya bakıyoruz. Biz Çayelilere de kitabı okumak, o dönemi yaşamak, hatırlamak düşer. Gerçekten bazı tekrarlar dışında akıcı bir dil ile yazılan, üzerine baya emek harcanan, isim isim tüm şehitlerimizi bize aktaran, başarılı bir eser olarak kütüphanemde yer alan bu eseri yazan yazarımızı kutluyorum.
İyi okumalar.