Geçici Korunanlara Yönelik Sağlık Politikalarının Analizi (2011-2019)
  1. Anasayfa
  2. Kişisel Yazılarım

Geçici Korunanlara Yönelik Sağlık Politikalarının Analizi (2011-2019)

0

Geçici Korunanlara Yönelik Sağlık Politikalarının Analizi (2011-2019) adlı eser İçişleri Bakanlığı tarafından desteklenen, Türk İdari Araştırmalar Vakfı (TİAV) tarafından 1. Basımı yapılan bir kitap. Kitap yazar Nagihan ÖNDER tarafından yüksek lisans tezi olarak Sakarya Üniversitesine sunulmuş ve oy birliği ile kabul edilen tezinin yeniden gözden geçirilmiş halinin son versiyonudur. İçişleri Bakanlığı İç Güvenlik Stratejileri Dairesi Başkanı olarak görev yapan sayın Nagihan ÖNDER aslında mesleği açısından kendisine çok yabancı olmayan bir konuda derli – toplu bir metin ortaya çıkartmıştır. Benim amacım bu yüksek lisans tezini eleştirmek veya düzeltmek değil; amacım bu yüksek lisans tezini okurken aldığım notlar ve yorumlarımı sizlerle paylaşmaktır. Zaten yüksek lisans alanında uzman kişiler tarafından incelendi, bakanlık olurundan geçti ve yayımlandı. Benim amacım günümüzün önemli bir sorunu olan konu hakkında 225 sayfalık eserden sizlere aktarmak istediğim bilgi ve cümleleri paylaşmaktan ibarettir. Bunu belirterek yazıma başlayayım.

2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı’ndan en çok etkilenen ülkelerin başında ülkemiz geliyor. “İlk kez 29 Nisan 2011’de iç çatışmalardan kaçan 252 kişilik bir grup, Hatay ili Yayladağı ilçesi Cilvegözü sınır kapısından sığınmak üzere sınırlarımıza gelmiştir.” (s. 87). Zorunlu olarak göç etmek zorunda kalan Suriyeliler kültürlerini, dillerini, yaşayışlarını, değerlerini de sırtlayarak hala ülkemize gelmeye devam ediyorlar. Yaklaşık 12 yıldır süregelen savaş sorunu hala çözülememiş, bu nedenle milyonlarca Suriyeli ülkemiz başta olmak üzere çeşitli ülkelere göç etmek durumunda kalmıştır. Özellikle İstanbul gibi büyük şehirler halihazırda binlerce Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapmakta, çoğu Suriyeli kamplarda kalmamakta, bu durum da Suriyeliler hakkında birçok rapor, makale ve araştırma yapılmasına sebep olmaktadır. Elimdeki Geçici Korunanlara Yönelik Sağlık Politikalarının Analizi (2011-2019) adlı eserde bunlardan bir tanesi. Ben kitabı / daha doğrusu akademik tezi okurken altını çizdiğim yerleri sayfa numaralarını da belirterek bu blog yazıma ekledim.

Geçici Korunanlara Yönelik Sağlık Politikalarının Analizi

Eser, İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman SOYLU’nun önsözü ile başlıyor. Sayın bakanımız aslında Suriyelilerin yaşattığı göç sorunu konusunda özet niteliğinde, çok net ifadelerde bulunmuş: “Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika kaynaklı kitlesel göç hareketini yönetirken ortaya koyduğu tavır, bugün kimi çevrelerce takdir edilse de eleştirilse de, esasında tüm analizler, güncel siyasetin gölgesinde geçmektedir. Oysa bundan yıllar sonra, muhtemeldir ki güncelin baskısından kurtulmuş analizler, meselenin daha bilimsel ve daha gerçekçi boyutlarını ortaya koyacaktır. İşte o zaman hem Türkiye’nin üstlendiği yükün ağırlığı, hem de politikalarında ve uygulamalarındaki tutarlılık, kamu düzeni hassasiyeti, vicdani ve insani tutum, daha net şekilde ortaya çıkacaktır. Türkiye, dünyada en fazla göçmen barındıran ülkedir. Daha da önemlisi, bunu en sistemli, en medeni, kamu düzenini sarsmadan ve sosyal uyumu gözeterek yönetebilen tek ülkedir. Küresel ortamın karşımıza çıkardığı bu meseleye ciddi bir kaynak ayıran Türkiye, medeni olarak tarif ettiğimiz batının aksine, meseleye gelir gider dengesi açısından bakmanın ötesine geçmiş ve aslında ‘gerçek anlamda modern’ bir devletin yapması gereken ne varsa yapmıştır.” (s. 3)

Yazar kitabın devamında veriler yardımıyla tablo üzerinden durumu şu şekilde özetlemiştir: “… zorunlu kitlesel göçlerden, Suriye’ye 311 kilometrelik sınırı olan Türkiye, coğrafi konumu, geliştirdiği insani temelli yaklaşım ve açık kapı politikasıyla en çok etkilenen ve en fazla Suriyeliye ev sahipliği yapan ülke olmuştur.” (s. 86).

Geçici Korunanlara Yönelik Sağlık Politikalarının Analizi (2011-2019) adlı akademik eser İçişleri Bakanlığı resmi internet sitesinde bu şekilde tanıtıldı.
Geçici Korunanlara Yönelik Sağlık Politikalarının Analizi (2011-2019) adlı akademik eser İçişleri Bakanlığı resmi internet sitesinde bu şekilde tanıtıldı.

Çalışmanın amacı kitapta “Suriyelilere yönelik oluşturulan sağlık politikaları nelerdir temel sorusuna yanıt aranmaktadır. Bu doğrultuda; Suriyelilerin ve yerel toplumun sağlık durumlarını etkileyen temel unsurların neler olduğu; geçici koruma altındaki Suriyelilerin sağlık hizmetlerine erişimlerinde temel problem alanlarının ve bu sorunların çözümüne yönelik geliştirilen politikaların neler olduğu; Suriyelilerin bu hizmetlerden nasıl faydalandıkları soruları cevaplanmış, süreç modeline uygun olarak Suriyelilere yönelik sağlık politikalarının ne olduğu, politikaların seyri, kapsamı ve değişimi ilk günden günümüze kadar bütüncül bir şekilde ele alınarak, sağlık hizmetlerinin genel bir resmi ortaya koyulmuştur. Bu çalışma ile, Suriyelilere yönelik oluşturulan sağlık politikalarının analizi yapılmış ve Suriyelilerin sağlık hizmetlerindeki deneyimleri incelenmiştir. Suriyelilere yönelik sağlık politikalarının geliştirilmesi kamu politikası analizinde çok sık kullanılan süreç modeli ile incelenmiştir. Ayrıca söz konusu politikaların etkinliği/başarısı ise Ankara örneğinde yürütülen bir alan araştırması ile değerlendirilmiştir.” (s. 19) şeklinde özetlenmiştir. Bu çalışma için 363 adet dipnot paylaşılmış, 113 adet ayrı kaynaktan yararlanılmış ve bu kaynaklar kaynakça kısmında ayrıntılı olarak verilmiş, 20 adet mevzuattan da ilgili kısımlar gerekli yerlerde paylaşılmıştır. Kitabın yazarın akademik tezinin kopyası değil, 2019 yılı itibariyle akademik tezin güncellenmiş yeni hali olduğunu da belirteyim.

Kitapta çalışma üç bölüm üzerinde incelenmiş; birinci bölümde, kamu politikası alt alanı olarak göç konusu ile göç politikalarına ilişkin kavramsal çerçeve ele alınmış, ardından kamu politikası analizinde süreç modeli açıklanmış, ikinci bölümde, ilk bölümde genel çerçevesi sunulan göç ve iltica alanındaki gelişmeler Suriye zorunlu göçü özelinde ele alınmış, üçüncü bölümde, süreç modeline uygun olarak Suriyelilere yönelik sağlık hizmetlerinin uygulama ve değerlendirme aşamaları ele alınmıştır. Bu kapsamda sahada alınan veriler tablolar halinde de kitabın ilgili kısımlarında paylaşılmıştır. Kaynakça ve dizin kısmının oldukça geniş olduğunu da söylemek lazım.

Ülkemiz, Suriye’ye komşu olması nedeniyle jeopolitik konumunun bir sonucu olarak yaşanan bu savaştan en fazla etkilenen ülkedir. “Suriye’de 2011 yılında yaşanmaya başlayan iç çatışmalar sonrasında bugün gelinen noktada zorla yerinden edilmiş 6,6 milyondan fazla insanın yarısı Türkiye’de bulunmakta olup, sayıları 3,6 milyonu bulmuştur.” (s. 16). Yerli halk ile göçmenler arasında bu göç nedeniyle yaşanan temas sonucu her iki tarafı etkileyen sonuçlar ortaya çıkmaktadır. “Kamusal hizmetler ve göç edenlerin hukuki tanımlamaları dışında göç alan ve veren ülkelerin göç olgusu sonucunda siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda da etkileri olmakta, gerek demografik yapıya etkisiyle nüfus politikalarına konu olmakta, gerekse hacmine göre gidilen kentin altyapısı ve dokusuna etki etmektedir.” (s. 32). Bu nedenlerle bazı kavramların, bazı yasaların bilinmesi elzemdir. Yazar bu nedenle ilk bölümde mülteci, göçmen, uluslararası koruma, düzenli ve düzensiz göç gibi kavramları açıklayarak olayı anlatmaya başlamıştır. Bu kısmın biraz uzun ve ayrıntılara girilerek aktarıldığını belirteyim.

Kitabı okudukça göç terimi konusunda ve diğer kavramlar hakkında literatürde farklı farklı tanımlar olduğu görülüyor. “Türkiye’nin 1934 tarihli eski ve 2006 tarihli yeni İskan Kanunu kapsamında ise göçmen terimine uluslararası literatürden farklı bir ihtiva yüklendiği görülmektedir. Göçmen, bu kanunlara göre Türk soylu olanları ifade etmektedir. Her iki Kanunun göçmen tanımında, Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup yerleşmek amacıyla bireysel veya toplu olarak Türkiye’ye gelen kişiler göçmen olarak ifade edilmektedir.” (s. 36). Bunun yanında mülteci kavramının literatürde de farklı tanımları olduğu, ayrıca vatandaş nezdinde bilindiği anlamından farklı anlamları da olduğunu öğreniyoruz. “Mülteci kavramı, iltica kelimesinden türemiş olup, ‘bir kişinin vatandaşı olduğu ülkede vuku bulan siyasi olaylar sebebiyle bu ülkeyi iradesiyle veya zorla terk etmesi fiilinin karşılığı’ olarak tanımlanmıştır.” (s. 36). Mülteciler konusunun son yüzyılda yaşanan savaşlar nedeniyle de uluslararası arenada sorun teşkil ettiği ve çözüm konusunda çalışmalar yapıldığı açık: “Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesine göre mülteci, sözleşmede sayılan beş temel gerekçe ile başka bir ülkeye sığınan kişilerdir. Bu beş temel gerekçe, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrama korkusu olarak açıklanmıştır.” (s. 36). Literatürdeki farklılıklar nedeniyle “… göçmenlik ve mültecilik, göç kararının alınması aşamasındaki zorunluluk ve gönüllülük esasındaki farka dayanmaktadır.” (s. 38). şeklinde bir tespit yapılabilir.

Kavramlar aslında vatandaş nezdinde aynı olarak görünse de literatürdeki farklılık göze çarpıyor. Bu durum sığınmacı / mülteci kavramları içinde geçerli. “Sığınmacı, mülteci olmak amacıyla bulunduğu ülkenin sınırlarını aşarak, başka bir devletten koruma talep eden kişidir. Mültecilik, hukuki bir statünün kazanılmasıyken, sığınmacı olmak ise bu statü alınana kadar kısa süreli barınma durumunu ifade etmektedir.” (s. 38). Halk arasında nedense Suriyelilere mülteci denilmekte, haberlerde de benzer ifadelerin kullanıldığını görmekteyiz ancak yasal olarak farklı ve hukukumuzda imzalanan uluslararası anlaşmalar gereği Suriyeliler bu tanıma uymuyor: “Türkiye mülteciyi sadece Avrupa’dan gelen kişilere tanımlanan bir statü olarak yorumlamaktadır. Avrupa dışından gelen kişiler işlemleri sonucunda mülteci olarak tanımlanamayacağından, sığınmacı güvenli bir üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar ülkede kalmasına izin verilen kişiyi ifade etmektedir.” (s. 39). “Görüldüğü gibi misafirlik, göçmen, mültecilik ve sığınmacı kavramları hukuki ve teknik olarak farklı içeriğe sahiptir.” (s. 41).

Ülkemizdeki Suriyeliler aslında geçici koruma kapsamındadır. “Geçici koruma, devletler tarafından kitlesel akın karşısında yerinden edilmiş kişilerin sayıca çokluğu sebebiyle tek tek mültecilik statüsü belirlenmesinin imkansız olduğu durumlar için acil duruma müdahale politikası olarak formüle edilmiştir.” (s. 41). “Geçici koruma, acil durum ve kitlesel akın sebebiyle mültecilik işlemlerinin bireysel olarak uygulanamaması durumunda 1951 Sözleşmesinin öngördüğü uluslararası koruma prosedürlerinden daha esnek, pragmatik ve gelenlerin geri dönüşüne odaklı bir politika olarak tasarlanmıştır.” (s. 43).

Türkiye ilk kez göç sorunuyla karşılaşmadı

Türkiye, göç sorunu ile ilk kez karşılaşmadı. 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrası dahil olmak üzere “Türkiye, 1980 yılında İslam Devrimi sonrasında İran’dan, 1988’de Halepçe Katliamı sebebiyle Irak’tan, 1992-2001 yıllarında Eski Yugoslavya’dan ve 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) ülkeye müdahalesiyle Afganistan’dan yoğun bir şekilde göç almıştır. … Özellikle hedefi Batı Avrupa’ya geçiş olan ve “Avrupa Kalesine” giremeyen yabancılar, Türkiye’yi transit geçiş alanı olarak kullanmış ve Türkiye’de yığılmaya başlamıştır.” (s. 55). Bütün bunlarda ülkemizin jeopolitik konumunun etkisi de büyüktür. “Türkiye’ye, Cumhuriyetin ilk yıllardan itibaren Türk/Müslüman kökenli kişilerin ülkede iskanı ile alışılmış göçmen profillerinden farklı olarak, 1980’li yıllar itibarıyla farklı coğrafya ve profilden insanların ülkeye geldiğine şahitlik edilmiş, Türkiye’nin göç deneyimleri çeşitlilik göstermiş, hız kazanmıştır.” (s. 54).

Birleşmiş Milletler nezdinde imzaladığımız sözleşmeler veya hukukumuzda yaptığımız yeni düzenlemeler olsa da mültecilere bakış açısı olarak ülkemizin Avrupa’dan gelenlere mülteci statüsü verilmesi pratiği sonuçta göçe engel olmamıştır. “Türkiye her ne kadar coğrafi kısıtlamayla, mülteci statüsünü dar bir coğrafyadan gelen kişilere vererek yoğun kitlesel akın ve düzensiz göçlerin önüne geçmek istese de pratikte bu durum farklı işlemektedir. Bu sınırlama sebebiyle Türkiye’de mülteci ve sığınmacı terimleri uluslararası hukuktaki literatürden farklı bir içerik kazanmıştır. Avrupa dışından gelenlere mültecilik statüsü verilmediği için, ülkeye diğer coğrafyalardan sığınan kişiler bu statü tanımlanmaksızın, üçüncü bir güvenli ülkeye yerleştirilene kadar ülkede kalmaktadır.” (s. 65). Bu durum devletin çıkardığı yönetmeliklere de yansımıştır: “Suriyeliler Ekim 2011 tarihi itibariyle 1994 Yönetmeliği’nin 10. maddesi uyarınca geçici koruma statüsüne alınmışlardır.” (s. 76). Daha sonra çıkan kanun ile durum aynen devam etmiştir. “TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu tarafından hazırlanan raporda da mevcut düzenlemeler ve uluslararası hukuk teamülleri uyarınca, Türkiye’nin açık kapı politikası sonucunda ülkeye kabul edilen Suriye vatandaşlarına “geçici koruma” statüsünün verildiği kayıt altına alınmıştır. Raporun devam eden satırlarında ise Suriye’deki durumun normale dönene kadar Suriyelilerin bir anlamda ‘misafir’ konumunda bulunduklarına dikkat çekilmiştir.” (s. 76).

Göç aslında daha iyi bir hayat sürme dürtüsü ile yapılır. Savaş, çatışma, kıtlık gibi ortamlardan kaçıp daha iyi, daha güzele gitme arzusuyla hareket edilir. Ancak göç sonucunda gruplar halinde göç eden kişiler gittikleri yerlerde yabancı olarak görülür. “Bu grupların çoğunlukla kaçak çalışma, sağlıksız, kötü koşullarda yaşamaları, olumsuz koşullarını pekiştirmekte ve bir kısır döngü oluşmaktadır. Bu durum yerel toplumda bu kişilere karşı olumsuz bir algı oluşmasına ve toplumdan itilmelerine yol açabilmekte, bu beşeri olgunun doğru yönetilememesi, yerel toplulukta gerekli farkındalığın oluşturulamaması kültürel çatışmaları, uyum problemlerini ve hatta yabancı düşmanlığını doğurabilmektedir.” (s. 81). Bu durum ülkemizde de aynı şekilde olmuş, özellikle sosyal medyaya yansıyan görüntüler nedeniyle ülkemiz vatandaşlarının Suriyelilere bakış açısı değişmiştir.

Savaş 2011 yılından bu yana devam ettiğinden, herhangi bir sonuç elde edilemediğinden göçlerde devam ediyor. İlk başta kimse savaşın bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştir herhalde. “Türk hükümeti ilk etapta krizin kısa sürede son bulacağını, diğer ülkelerdeki gibi rejimin el değiştirmesiyle ülkedeki iç savaşın biteceğini ve gelenlerin de ülkelerine geri döneceklerini öngörmüştür. Ancak iç savaş beklenildiği gibi sonuçlanmamış, ülkeye gelmeye devam edenler için Ekim 2011’de açık kapı politikası ilan edilmiştir. Sekiz yıldır devam etmekte olan savaşta, Türkiye’ye sığınanların sayısı, iç savaşa dahil olan radikal gruplar, şiddetin artması, kaosun bitmemesi ve derinliğinin artmasıyla çok büyük bir hızla artmıştır.” (s. 88). Ancak geçen zaman sonrası yaşanan göçün, daha önce ülkemizde tecrübe edinilen diğer göçlere benzemediği ve sonlanmadığı görülmüştür. “1989’da Bulgar Türklerinin, 1991’de Kuzey Iraklı Kürtlerin kitlesel sığınmasından farklı olarak Suriyelilerin göçünün daha geniş bir zamana yayıldığını, ikinci olarak Türkiye’nin dış siyasetteki gelişmelere bağlı olarak istemeden de olsa bu krizde çatışmalardaki taraflardan biri haline geldiğini ve son olarak bu defa etnisite üzerinden değil dini kimlik üzerinden kabul gören bu kişilerin Türkiye’de kısa süre konaklayıp ülkelerine geri dönecekleri beklentisinin olduğunu ifade etmişlerdir.” (s. 89).

Kitapta sayısal verilerden de yararlanılmıştır

Kitapta verilerden de yararlanıldığını söylemiştim. Dikkatimi çeken bazı verileri burada da paylaşmak istiyorum. 2019 tarihli bu verilerin güncel halini bulamadım ancak yine de fikir vermesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum. 2019 verilerine göre en çok Suriyelinin yaşadığı il – bilindiği ve tahmin edildiği üzere – İstanbul’du ve kayıt edilen Suriyeli sayısı yaklaşık 560 bin kişiydi. Bu sıralamada Trabzon 43., Rize 62., Bayburt ise 81. ile son sırada yer alıyordu. En çok Suriyeli bulunan iller ise İstanbul, Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep ve Adana illeriydi. Görüldüğü üzere Suriyeliler İstanbul dışında genelde Suriye’ye yakın illeri tercih etmişti. Kayıtlı nüfusun il nüfusuna oranlandığında sıralamada Kilis ili %82,25 ile ilk sırada yer alıyordu; Trabzon %0,38, Rize %0,26, Bayburt 24 kişi ile %0,03 oranlarıyla son sıralarda yer alıyordu.

Bu arada Suriyelilerin misafir edildiği kamplardan da bahsedildi. Adana / Sarıçam ilçesinde yer alan kampı gezen biri olarak kamplar hakkında da bir kaç yorumda bulunmak istiyorum. “Kamplarda eğitimden sağlık hizmetlerine, mescit, Kuran kursu, spor alanları, oyun parkları, dinlenme salonları, internet salonları, kuaförler, güvenlik personeli istihdamı ile güvenlik hizmetleri, itfaiye, market, bulaşıkhane ve çamaşırhane gibi birçok sosyal hizmet verilmektedir.” (s. 94). Bu hizmetlerin bir çoğunu yerinde gördüm; devletimiz elindeki güç ile Suriyeliler için adeta sıfırdan şehir kurmuştu. Ancak zamanla, sığınmacı sayısının giderek artması sonucu kampların yetersiz kalması, Suriyelilerin çalışmak ve çocuklarını okula göndermek istemesi, kamp koşullarının sürdürülebilir olmaması Suriyelilerin kamplardan çıkmasına ve topluma karışmasına neden oluyordu. Bu kamplarda kalanlarla yaptığım görüşmelerde devletimize olan şükranlarını gördüm. Aynı zamanda cahil kelimesi belki doğru olmaz ancak bilmeden çok şey istemeleri gerçeğiyle de yüzleştim. Yine de devletimize şükretmeleri, o an ki halleri devletimiz için gurur verici olmanın yanında savaşın ne kadar kötü olduğunu, devletin ne kadar önemli olduğunu da gösteriyordu.

Ziyaret ettiğim kamp dahil olmak üzere Suriyeliler konusunda en dikkat çekici şey doğum oranının oldukça yüksek olması, etrafta oldukça fazla Suriyeli çocuk dolaşması idi. “2011-2018 yılları arasında toplam 375.394 doğum gerçekleşmiş, bu sayı 2019’da 495,842’ye ulaşmıştır.” (s. 99). Ülkemize gelen Suriyeliler farklı meslek gruplarından, farklı etnik kökenlerden, farklı bölgelerden gelmişler ve içlerinde çok sayıda kadın ve çocuk bulunmaktadır. Kamplarda kadın ve çocukların durumuna yönelik çeşitli kararların alındığını gördüm. Sayılarının hayli fazla olması karşısında durumlarından ötürü üzüldüm.

Göç sorununun başka bir boyuta evirilmesi, daha önceki göç tecrübelerinden farklı bir yöne doğru ilerlemesi ve bir türlü savaşın sona ermemesi nedeniyle göçün devam etmesi sonucu ülkemizde göç konusundaki mevzuatlar güncellenmiş, günümüz şartlarına uygun hale getirilmiştir. Bu kapsamda en son çıkan ve en kapsamlı kanun Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’dur. “6458 sayılı YUKK, 4 Nisan 2013 tarihinde Meclis’te kabul edilmiş ve 11 Nisan 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.” (s. 112). “Kanun, hazırlık sürecinde bürokrasi, akademisyenler, uluslararası örgütler ve STK’larla çeşitli platformlarda fikir alışverişinde bulunulmasıyla katılımcı bir anlayışla oluşturulmuş ve böylece evrensel değerler ve normları temel alan yönetilebilir bir göçü hedefleyen kapsamlı ve bütüncül bir yasa ortaya çıkmıştır.” (s. 113). “Kanun ile Türkiye’de uluslararası koruma rejimi ilk defa yasal bir düzenlemeyle kapsamlı olarak ele alınmıştır.” (s. 114).

Kanun nedeniyle Suriyeliler mülteci olarak nitelendirilmemiştir. “Mülteci statüsü bireysel değerlendirmeye tabidir ve kitlesel akın halinde uygulanmaz. Dolayısıyla ülkemize kitlesel akınla gelen Suriyeliler hem bu sebeple, hem de coğrafi kısıtlama sebebiyle mülteci olarak tanımlanmamışlardır.” (s. 120). “İkincil Koruma statüsünün uluslararası literatürdeki diğer adı tamamlayıcı korumadır ve mülteci olarak nitelendirilemeyen, fakat uluslararası koruma ihtiyacı olduğu değerlendirilen kişiler için tasarlanmıştır. YUKK’ta bu koruma, ikincil koruma olarak ifade edilerek, uluslararası koruma çeşitlerinin üçüncüsü ve sonuncusu olarak düzenlenmiştir. Türk hukukunda ilk kez düzenlenen bu statü, Kanunun 63. maddesine göre mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen ancak geldiği ülkeye geri gönderildiği takdirde ölüm cezası ya da işkenceye, insanlık dışı muameleye maruz kalma riski bulunan ya da yaygın şiddet hareketleri sebebiyle şahsına yönelik ciddi tehdit bulunan kişilerin, ilgili ülkenin korumasından faydalanamaması ya da faydalanmak istememesi durumunda verilen statü olarak düzenlenmiştir.” (s. 121).

Suriyelilerin ülkemizde ilk başta geçici koruma kapsamında kaldığını yukarıda belirtmiştik. Ben bilgi olması babında ikincil koruma, sığınmacı ve mülteci kavramlarını ve tanımlarını da yukarıda sizlere aktarmaya çalıştım. “Geçici koruma hem kavram olarak açıkça hem de yasal düzeyde ilk kez 6458 sayılı YUKK’ta düzenlenmiştir. Türkiye’deki geçici koruma politikası oluşturulurken esas alınan AB Geçici Koruma Yönergesi’nin aksine, Türkiye’de Suriyeliler pratiği ile hemen uygulama alanı bulan geçici koruma, Türkiye için yeni bir koruma türüdür. Geçici koruma YUKK’un 91. maddesinde, ‘ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir’ şeklinde düzenlenmiştir.” (s. 122). “… geçici koruma kimlik belgesinin Türkiye’de kalma hakkı sağladığı ancak bu belgenin ikamet izni yerine geçmeyeceği, uzun dönem ikamete geçiş hakkı vermeyeceği, ikamet izni süresinin toplanmasında dikkate alınmayacağı ve Türk vatandaşlığına başvuru hakkı tanımayacağı açıklanmıştır.” (s. 124). İlgili kanun kapsamında 2014 yılında bir yönetmelik çıkarılmıştır. “Yönetmelikte geçici korumaya ilişkin net bir süre öngörülmemiştir.” (s. 125).

Kitapta uzun uzadıya göç ve göç politikaları, tarihsel arka planı, göç konusunda ülkemizde yapılan çalışmalar, göçü kontrol etmek için Avrupa standartlarına uygun çıkartılan mevzuatlar ve sonuçları sırasıyla anlatılarak konuya vakıf olunmaya çalışılmış, son olarak ise sağlık politikalarına geçilmiştir. Yani aslında Suriyeliler konusunda yapılacak sağlık politikalarının ve sağlık hizmetlerinin alt yapısı ve arka planı anlatılmaya çalışılmıştır. İlgili yönetmelikte de sağlık hizmetleri konusunda geçici korunanlara yönelik düzenlemeler yapılmıştır. 2011 – 2019 yılları arasında geçici korunanlar kayıtlı olmak şartıyla sağlık hizmetlerinin bir çoğundan ücretsiz yararlanmakta iken 25/12/2019 tarihi itibariyle bakanlık tarafından belirlenecek tutar üzerinden katılım payı alınması yöntemine geçilmiştir.

“Geçici korunanlara yönelik sağlık hizmetlerinin il düzeyinde koordinasyonundan ve yürütülmesinden İl Sağlık Müdürlükleri sorumludur.” (s. 147). Geçici korunanlara yönelik sadece devlet eliyle değil sivil toplum örgütleri yardımıyla da sağlık alanında yardım çalışmaları yapılmış, gönüllü sağlık kuruluşları kurularak buralarda Suriyelilere sağlık açısından destekte bulunulmuştur. “Gönüllü sağlık hizmetlerinin İçişleri Bakanlığının gözetimine ve sağlık hizmet sunumu bakımından Sağlık Bakanlığının denetimine tabi olduğu, hizmetin sunulduğu yer ve kayıtların bulundukları ilin İl Sağlık Müdürlüğünce altı aylık süre içinde en az iki defa denetlenmesi gerektiği ifade edilmiştir.” (s. 151).

Ben Adana / Sarıçam’da Suriyelilere yönelik yapılan kampta yapılan sağlık hizmetlerinin kalitesini gördüm. Her ne kadar üst düzey bir sağlık ocağı olmasa da bugün birçok ilçemizde bulunan sağlık ocaklarından daha kapsamlı olduğunu, yeterli personele sahip olduklarını, tercümanların istekli çalıştıklarını gördüm. Mutlaka eksiklikleri vardır. Buralarda tedavisi mümkün olmayanlar da en yakın devlet hastanelerine götürülebiliyordu. Bu açıdan bakıldığında sağlık konusunda devletin modern devletleri kıskandıracak bir çalışma yaptığını söylemek mümkün. Zaten buraya tedavi için gelenlerin de memnun olduğunu gördük. “GSM’lerden Suriyelilerin Sağlık Ocakları diye bahseden katılımcılar, sağlık hizmetleri ve hakları konusunda yeterince bilgi sahibi oldukları değerlendirilmektedir.” (s. 182).

Eserde bazı imla hataları vardı; bunlar çok dikkat çekmiyordu ve cümlelerin anlam bütünlüğünü bozacak düzeyde değildi: örnek olarak “bu satılarda”, “bu satırlarda” olmalıydı. (s. 6), “bu durum da”, bu durumda” olmalıydı. (s.18) söylenebilir. Akademik bir tezin devamı olması nedeniyle açıkçası imla hatalarına vs. çok dikkat etmemeye çalıştım ancak gözüme çarpanları da not edip yazıma ekledim.

Kitapta altını çizdiğim ve bazılarını yukarıda aynen kitapta yazdığı şekliyle aktardığım cümlelerden bazıları kitapta dipnot olarak verilmiş başka kaynaklara ait cümleler ancak ben bu kitaptan cümleleri aldığımdan ilgili sayfanın numarasını da belirterek kaynak gösterdim. İlgi sayılı sayfada söz konusu cümlelerin bulunduğu kaynağa ilişkin dipnotta gerekli bilgiler verilmiştir, ayrıca ben blog yazıma eklemedim. Yani burada paylaştığım bazı cümleler ilgili kitapta yer almasına rağmen kaynağı farklı kitaplar olabilir, akademik bir metin yazmadığımdan sadece cümleyi aldığım kitabı referans olarak gösterdim.

Suriyeliler sorunu bitecek mi? Öneriler neler?

Suriyeliler uzun süredir ülkemizde yaşamaya devam ederken Ortadoğu’daki çatışmalar ve yaşanan istikrarsızlıkta devam etmekte. Bu nedenle ülkelerine geri dönüş konusunun söz konusu olmadığı, yasal olarak üçüncü bir ülkeye yerleştirilen Suriyelilerin sayısının az olması düşünülürse geriye bir tek yerel entegrasyon kalıyor ki bu da tam anlamıyla bir çözüm değil. Yazar bu ve benzeri nedenlerle sonuç kısmında “Sosyal uyum ve entegrasyon politikalarına öncelik verilmesi, Sağlık alanında hasta katılım payı ve ilaç ücretleri ödemelerini kendilerinin yapmasının sağlanması, Sağlık harcamalarında uluslararası desteğin artırılması, Uzun vadede gönüllü geri dönüşün desteklenmesi, Türkiye’de kalacak olanların ikamet izni almaları sağlanarak geçici koruma politikasına tabi olanların sayısal olarak sınırlandırılması, politikanın kademeleri olarak sonlandırılması…” (s. 196). şeklinde önerilerde bulunmuştur. Bu arada eserin 2019 yılına kadar olması, pandemi dönemini de incelemek / görmek adına bir eksiklik olarak gözüme çarptı. Yani pandemi dönemi de eklenseydi güzel olabilirdi. İleri de mutlaka pandemi dönemi de eklenerek yeniden değerlendirmeye tabi tutulacağına eminim.

Suriye sorununun ne zaman sonuçlanacağı ve gelen Suriyelilerin ne zaman geri döneceği muamma. “… Birleşmiş Milletler’in tespitlerine göre yerinden edilenlerin kendi ülkelerine dönme ortalamaları 17 yılı bulmaktadır.” (s. 198). Entegrasyon için uyumun olması, iki toplumun etkileşim içinde olması önemlidir. Ortada bir rekabet varken, yerel toplum ile Suriyeliler arasında sürtüşme varken, Suriyelilere yönelik olumsuz yaklaşım devam ederken, hele hele son dönemde artan yalan haberlerin de etkisiyle Suriyelilere yönelik bakışı olumsuz etkileyen tehditler artmaya devam ederken uyum sağlamak biraz zor gibi gözüküyor. Suriyelilere yönelik olumsuz önyargıların kırılması için yerel toplumun hassasiyetleri gözetilerek çok boyutlu uyum politikaları geliştirmek gerektiğini düşünüyorum. Devletin özellikle yasal anlamda büyük bir boşluğu doldurduğu, özellikle insani beklentileri karşılama konusunda olağanüstü çaba gösterdiğini görmek gerek. Aksini söylemek körlük olur.

Ülkemizin dünyaya ders olacak bir şekilde – ki bence Dünya Barış Ödülü ülkemize verilmeli – bu sorunla başa çıkmak adına gayet insani davrandığını ancak hem pandemi dönemi hem de dünyada yaşanan ekonomik kriz nedeniyle ülkemizdeki yansımasının bir dönem oldukça olumsuz olduğunu, son dönemde bu olumsuz bakış açısının azaldığını gözlemlemekteyim. Ancak sosyal medyaya yine de dikkat etmek lazım. Kitabın sadece sağlık kısmını irdelediğini ekonomik ve sosyal kısmı da incelemek gerektiğini düşünüyorum ki bu konularda ayrı bir tez konusu.

Burada sizlere anlatmaya çalıştığım, alıntılar yaptığım söz konusu kitabı herhangi bir kitapçıda bulabilirsiniz. İnternette satışı bulunmaktadır. Ayrıca eser hakkında İçişleri Bakanlığı sayfasında da kitap tanıtımı yer almaktadır. Çalışmanın amacına uygun bir şekilde ülkemizin geçici koruma sağlanan Suriyelilere yönelik geliştirilen sağlık politikalarını akademik model üzerinden başarılı bir şekilde analiz ettiğini de ekleyelim.

  • 0
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 3
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir