Göğü Delen Adam son okuduğum ilginç eserlerden biri oldu. Özgün adı Der Papalagi Die Reden olan ve Almancadan Türkçe’ye çevrilen eser yaklaşık 110 sayfa. Ayrıntı yayınları tarafından çıkarılan eserin elimdeki baskısı 2022 yılına ait, 42. basım ve Erich Scheurmann tarafından kaleme alındı. Alt başlık olarak kitap kapağında “Kabile Reisi Tuiavii’nin Konuşması” seçilmiş. Kitabın ilk sayfalarında yazar Erich Scheurmann’ın ön açıklaması da yer alıyor. Burada yazar “Doğayla henüz iç içe bir insanın bizim kültürümüze hangi gözlerle baktığını öğrenmek biz beyazlar ve akıl insanları için bir değer taşıyor olsa gerek.” (s. 11) sözüyle bize aslında eserin özetini yapıyor. Yazarın kısa bir 1978 tarihli biyografisi de kitabın son kısmında yer alıyor. Kitabın son cümlesinin özellikle manifesto niteliğinde olduğunu belirtmek istiyorum.
Elimdeki eser bir çırpıda okunabilecek, yalın ve anlaşılır bir dile sahip. Bazı kitaplar vardır ya sizlere farklı pencereler açar, sizi farklı düşüncelere yönlendirir, olaylara bakış açınızı değiştirir: bu eserde o şekilde. Okudukça hayatımıza aksettirdiğimiz anlamların ne kadar boş olduğunu anlıyor, adeta bir zihin devrimi yaşayabiliyorsunuz. Tabii anlayarak, sorgulayarak, yorumlayarak okursanız. Papalagi denen bizlerin maskesinin arkasında kalmış, alışkanlık haline getirdiğimiz gerçekliklerinin ne kadar saçma olduğunu bir kabile reisinin gözlemleri ile yüzümüze çarpıyoruz. Bu arada Papalagi ne diyeceksiniz: evet, kitapta yazdığı üzere “Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse göğü delen anlamına gelir” (açılış sayfası).
Göğü Delen Adam Kitap İncelemesi
Kabile reisi Samoa adasındaki Tiavea kabilesindeyken yaşadıklarını kabile üyelerine aktarmak için bu kitapta yazılanları kaleme almış. Yazar eserde kabile reisini “Avrupa’yı hiçe sayan Tuiavii, yerli atalarının Avrupa’nın ışığıyla aydınlanmak gibi büyük bir yanılgıya düştüklerinin bilinci içinde sürdürdü yaşamını” (s. 12) ve “… O, bizim tanrılarımızı kendi ellerimizle yok edip yerine ölü tabular koyduğumuz dünyamızı tanımamıza yardım ediyor” (s. 16) sözleriyle tanıtıyor. Yabancı bir gözün bakış açısından kendimizi görebilmek, kendimize yabancılaşmak belki de en ihtiyacımız olan şey. İşte bu kitapta bunun için bir fırsat.
Aslında eser tarihi olarak biraz geçmişte kalıyor ancak anlatılanlar günümüz insanını da çok iyi özetliyor. Yani kabile reisinin tespitleri günümüz içinde geçerli. Gerçek yaşamdan kesitler var. Kabile reisi kısa Avrupa gezisinde anlamlandıramadığı, yanlış gördüğü şeyleri kabilesine aktarmak için bu cümleleri kaleme alıyor. Açgözlü bir toplumun meslekler adı altında yozlaşması ve paraya tapması gibi ‘insana özgü’ iğrenç özellikleri kendi gözünden aktarmaya çalışıyor. (“… beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin para adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kağıttan başka bir şey değildir.” (s. 35).) Okurken bir süre sonra rahatsızlık duyabilirsiniz çünkü anlatılan insanoğlundan biri de sizsiniz! (“Avrupa’da paran olmadı mı başsız, kolsuz, bacaksız bir insansın demektir. Bir hiç yani. Mutlaka paran olmalı. Para yemek, içmek, uyumak kadar gerekli.” (s. 37).) Bir süre sonra okuduklarınızdan pay biçerek nasıl insanlıktan çıktığımızı düşündüğünüz de rahatsızlığınız daha da artacaktır.
İnsanoğlu her şey oldu ama insan olamadı derler ya…. Öyle bir şey. Paranın tanrılaştırıldığı, maddiyata haddinden fazla değer verildiği şu günlerde kabile reisinin “Elini paraya değdiren onun büyüsüne kapılır, onu seven tüm yaşamı boyunca gücünü ve mutluluğunu paraya hizmet etmek için harcar.” (s. 42) ve “Parayla hiç kimseye yardım edemezsiniz; onu daha mutlu, daha güçlü ve neşeli kılamazsınız. Bu yuvarlak metali ve ağır kağıtları en büyük düşmanınız olarak görün ve ondan nefret edin.” (s. 42) sözleri zihninize mıh gibi vuruyor.
Kabile Reisinin Gözlemlerinden Ders Çıkarmamız Lazım
Teknoloji ve bilim alanındaki gelişmeler sonunda insanın nasıl kendini dünyanın hakimi gördüğünü, tanrıyı unuttuğunu ve tanrıcılık oynadığını da çok yalın bir şekilde anlatıyor. Hatta insanoğlunun bu çabasının çok yanlış olduğunu “Büyük Ruh yerin ve göğün güçlerini kendisi kontrol eder ve kendi ölçüleriyle dağıtır. Buna insanlar karışamaz. Papalagi’nin kendini balığa, kuşa, kır ata, solucana dönüştürmeye çalışması cezasız kalmayacaktır.” (s. 70) ve “Tanrı’nın birçok eli vardır. Her ağaç, her çiçek, her ot, deniz, gökyüzü, gökyüzündeki bulutlar bütün bunlar Tanrı’nın elleridir. Onları tutabiliriz, varlığına sevinebiliriz ama kalkıp da ‘Tanrı’nın eli benim elimdir’ diyemeyiz. İşte, Papalagi’nin yaptığı budur.” (s. 59) sözleriyle eleştiriyor.
Göğü Delen Adam aslında sosyolojik tabanlı, insana insanı anlatan ilginç bir eser. Okurken insanoğlunun taktığı maskenin sebep ve sonuçları da irdeleniyor. Hatta son sayfalara doğru insanoğlunun gidişatının hiç iyi olmadığını “Avrupa kendi kendini katlediyor. Papalagi zıvanadan çıktı. Herkes birbirini öldürüyor. Her yerde kan, korku ve çürümüşlük kol geziyor.” (s. 100) sözleriyle özetliyor. Hatta bu gidişatın iyi olmaması nedeniyle kabile üyelerini de uyarmak adına “Adalı kardeşlerim, uyanık ve aydınlık zihinli olmalıyız. Çünkü Papalagi’nin tatlı bir muz gibi görünen sözleri aslında içimizdeki sevinci ve ışığı yok etmeye çalışan gizli bir mızraktan başka bir şey değildir. … Kısacası onun bize söyledikleri, bizi zorlamaya çabaladığı her şey kötü ruhun zehre barındırılmış düşünceleridir.” (s. 51) sözlerini kullanıyor.
Bu kitap bir ada yaşayanı tarafından modern insanların aslında nasıl göründüğünü, nasıl bir sisteme hizmet etiklerini, nasıl olmaları gerektiğini ve bunlara karşı nasıl savunma yapılması gerektiğini objektif bir şekilde anlatıyor. Bazı kitaplar vardır ya kısacık olurlar ancak okuyucuya çok şey katarlar. İşte bu kitap da o kitaplardan biri. Bu açıdan bir günde bitirilebilecek çerezlik bir kitap şeklinde olsa da okurken iyi özümsenmesi gerektiğini düşünüyorum. “Ölü olmadıkları halde yaşayamaz onlar” diyor ya kitapta; günümüz insanını çok net bir şekilde ifade ediyor.
Göğü Delen Adam Kitaptan Alıntı Cümleler
“Ah kardeşlerim, inanın bana! Ben Papalagi’nin düşüncelerinin arka yüzünü, onun gerçek isteklerini öğlen güneşinin altındaymışçasına gördüm. O, geldiği yerde Büyük Ruh’un ‘şeylerini’ paramparça ettiği için, yok ettiklerini kendi eliyle yeniden yaratmaya çalışır. Bu arada bir sürü ‘şey’ yaptığı için de kendisinin Büyük Ruh olduğunu sanır.” (s. 46).
“… deniz susuz olamayacağı gibi Avrupa yaşamı da yalancı yaşamlar mekanı ve bir sürü kağıt olmadan düşünülemez. Bu ikisini Papalagi’nin elinden çekip aldın mı karaya vurmuş balığa döner. Boşuna çırpınır durur, ne yüzebilir ne de istediği gibi koşuşturulabilir.” (s. 80)
“Gazete bütün insanları tek bir kafa haline getirmeye çalışır. Benim kafama, benim düşünceme karşı savaşır. Tüm insanların kafasını ve düşüncesini ele geçirmeye çalışır. Bunu becerir de…” (s. 85)
“… Papalagi ise Hristiyan, Tanrı, sevgi sözcüklerini yalnızca ağzında taşır. Diliyle bunlara vurdu mu, dünyanın gürültüsünü koparır. Ama yüreği, sevgisi Tanrı’nın önünde eğilmez, yalnızca şeylerin, yuvarlak metal ve ağır kağıdın, zevk düşüncesinin ve makinenin önünde eğilir.” (s. 99).
“Düşüncelerime dayanarak söylüyorum, Papalagi’nin bize getirdiği İncil, onun için takas edilecek bir maldan başka bir şey değildir. Meyvelerimizi, ülkemizin en büyük, en güzel parçasını elimizden almak için kullandığı bir mal.” (s. 100)