Historia – Niketas Khoniates
  1. Anasayfa
  2. Kitap İncelemesi

Historia – Niketas Khoniates

0

Historia adlı kitap, tarihe olan merakımın peşinden giderek okuduğum; tabii ki amatör bir bakış açısıyla blogumda kendimce değerlendirmeye çalışacağım, içerdiği bilgiler hakkında alanında uzman olan kişilerin görüşlerine ve tercüme eser üzerinde emeği bulunanlara saygı duyacağım bir eser. “Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri” alt başlığı ile Türk Tarih Kurumu tarafından ilk çeviri baskısı 1995 yılında yapılan eser, alanında çok önemli bir eksikliği gideriyor aslında… Fakat sanırım bunu yapmak isterken bazı soru işaretlerini gideremiyor. Bu soru işaretleri nelerdir? diye soruyorsan, yazıyı okumaya devam et.

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu öncülüğünde, 1995 yılında, aslı Latince olan ve çok eskilere dayanan bir eseri Türkçe’ye kazandırmak, gerçekten hem emeğe saygı açısından hem de tarihimize katkısı açısından önemli (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulunun 15.05.2020 tarihli ve 799/9 sayılı kararı gereği 1000 adet basılmıştır” ifadesi yer alıyor kitapta). Prof. Dr. Fikret Işıltan hocamız tarafından tercümesi yapılan Historia adlı eserin orijinali Bizans saray tarihçisi Niketas Khoniates tarafından kaleme alınmıştı. Dönemini yansıtması açısından oldukça önemli olan eserin içeriğinde, Türk tarihi içinde yeri bana göre çok farklı olan Miryokefalon Savaşı hakkında bilgiler de yer alıyordu. İşte beni ilgilendiren kısmı burasıydı…

Hali hazırda Türk Tarih Kurumu’nun resmi internet sitesinde 2020 yılında Ankara’da basımı yapılan 2. baskısını (bende de bu var) yaklaşık 45 TL ücretle satın alabiliyorsunuz (bilindik kitap sitelerinde fiyat daha yüksek). Miryokefalon Savaşı özelinde merak ettiğimden, alıp okumak istedim: çünkü söz konusu savaşla ilgili tüm kitaplar, makaleler, profesörler, araştırmacılar ilk kaynak olarak bu kitaptan bahsediyordu. Ne yazık ki çok geç bir tarih olan 1995 yılında Fikret Işıltan hocamız tarafından tercümesi yapılan eser, alması gereken ilgi ve kıymeti göremiyor diye düşünüyorum. Ancak rahmetli hocamızın başlattığı yolda, aynı hızda devam ediyor muyuz? Onun eksikliklerini tamamlıyor muyuz? Bizans tarihini ve doğal olarak kendi tarihimizi daha iyi anlıyor muyuz? Karanlıkta kalanları ortaya çıkartıyor muyuz? Asıl sorulması gereken bunlar…

Historia adlı kitap hakkında

Yazarımız, Historia adlı kitabın çevirisini yaparken ilk sayfanın sağ üst köşesine “Bu Çeviriyi Bir Türk Üniversitesinde Orta çağ Klasik Dilleri Öğreten Bir Bilim Dalı Açacak Türk Bilginine Adıyorum” şeklinde bir dileğini yerleştirmiş. Kendisi de yıllarca tarih bölümünde Bizans tarihi alanında önemli çalışmalar yapan hocamızın bu talebinin yerine getirilip getirilmediğini Google amcamıza sordum ve sanırım Eski Çağ dillerinin olduğunu (örneğin İstanbul veya Akdeniz Üniversitesi’nde olduğunu bağlantı linklerinden gördüm, talep oluyor mu onu bilemiyorum tabii, ayrıntılı bakmak lazım) ancak Orta Çağ dilleri konusunda bir bölümün açılmadığını görüyoruz. 1995 yılında yazılan talep aradan geçen yaklaşık 30 yıla rağmen hala yerine getirilmemiş.

Konu hakkında TTK dahil birçok kurumun çalışmaları olmasına ve DİL/TARİH konularının çok önemli olduğunun bilinmesine rağmen böyle bir adımın atılmaması, tarih/dil bilimleri açısından üzücü. Eski Çağ Dilleri bölümü okumak yeterli mi, onu da bilemiyorum. Ancak kitabı okuduktan sonra bu alanda çok büyük eksikliğimiz var diye düşünmeden edemedim.

Tercüme kitap bizi giriş kısmıyla karşılıyor. Bu kısımda hocamızın 14.01.1995 tarihinde Levent’te yazdığı “Niketas Khoniates’in Historia’sı Anadolu’yu yurt edinme tarihimizin hala karanlıklardan sıyrılamayan ilk devresine, mütevazı bir ölçüde de olsa, ışık tutabilecek kaynaklar arasında önemli bir mevkie sahiptir.” benzeri önemli cümleler okuyucuyu karşılıyor. Yazarımızın bize aktardığı: “Niketas’ın İznik’te geçen son yıllarında kaleme aldığı – veya daha önce yazmış olduklarını gözden geçirip bunlara ilaveler yaptığı – Tarih’i, aslında 21 kitaptan oluşan ve Bonn baskısında 868 sayfa tutan büyük bir eserdir.” cümlesinden ünlü Bizanslı tarihçinin eserinin aslında 21 kitaptan oluştuğunu anlıyoruz.

Elimizdeki tercüme eser ise bize hocamız tarafından tercümesi yapılan 8 kitabı ihtiva ediyor: “Sunulan tercüme bunlardan sadece Ioannas II. Devrine ait I. Manuel Komnenos zamanına ayrılan 7, yani 8 kitabı kapsıyor.” Bu 8 kitaptan 1 tanesi II. Komnenos’un devrini, geri kalanı ise Miryokefalon Savaşı’nda Bizans ordusunun başında olan Manuel I. Komnenos’un devrini anlatıyor. Kalan kısımları hocamızın öğrencilerinin çevirdiğini ufak bir internet araştırması ile öğreniyorum.

Benim de eseri okumama sebep olduğunu belirttiğim Miryokefalon Savaşı dahil, yazıldığı dönemi yansıtması açısından önemli olan kitap hakkında yazarımız da “Müellifimizin tarihimize en esaslı katkısı ise, hiç kuşkusuz, onun tam olgunluk çağında iken, bütün hayatını izlemek imkanını bulduğu sultan Kılıçarslan II. (1115-1192) hakkında eserine kaydettiği bilgilerdir. Bunlar arasında Malazgirt saydığımız Myriokephalon savaşı hakkındaki ifadesidir.” ifadelerini kullanıyor. Burada şunu eklemem lazım: hocamız çeviri metni sanırım daktilo ile yazmış ve yayınevi bu haline hiç dokunmadan, sanki yine daktilo ile yazılmış gibi 2020 yılında yeni baskıyı, hiçbir değişiklik – kontrol yapmadan piyasaya sürmüş! Pes! Çok hata var çünkü, aşağıda ayrıca değineceğim.

Historia Kitap İncelemesi

Yine yazarın giriş kısmında yazdığı “Son ve en mükemmel çevirisi Avusturyalı klasik diller filologlarından Fransız Grabler tarafından üç cilt halinde Almanca olarak yayınlanmıştır. Ben bu son tercümenin I. cildini Türkçeye aktardım: Çevirimin sayfa kenarlarındaki rakamlar Bonn baskısının sayfalarıdır.” ifadesinden anladığımız kadarıyla hocamız tercüme yaparken orijinal eserin Latince aslına değil Almanca olarak çevirisi yapılan bir tercüme eseri referans alarak tekrar bir tercüme yapıyor. Zaten bence son tahlilde eserde bu kadar eksiklik ve hata olması, yeniden çevirisinin yapılması gerektiği gibi konularda en önemli kilit nokta ifadelerden bir tanesi bu…

Niketas eserinde hem düşüncelerini paylaşıyor hem de bildiklerini aktarıyor

Eser, Niketas’ın cümleleri ile başlıyor. Kendi öznel yorumlarının bulunduğu bu kısımda yazar, tarihi tanımlamaya çalışıyor ve “İkili anlamda, tarih’e ‘hayatın kitabı’ veya ölüleri mezarlarından çıkararak isteyenin gözleri önüne seren tiz sesli bir sur-ı İsrafil denilebilir.” (s. 1) ile “Tarih hoşa giden ifade şekillerini sever ve temiz, süslerle ağırlaştırılmamış bir dil giysisi taşımaktan hoşlanır; bütün göze çarpıcıklıklar, ukalaca parlaklıklar onun nefret ettiği şeylerdir.” (s. 2) cümleleriyle kendi açısından tarihin tanımını yapıyor. Bu ilk kısımda dikkatimi çeken cümlelerden bir tanesi de “İmparatorun en büyük teveccühüne nail olan kişi ise Ioannes Aksukhos idi. Bu zat bir Türk’tü.” (s. 6) idi.

Bunun yanında uçuş denemesi yapan Türk’ün başarısızlığı ile Haliç’e koyulan ve İstanbul’un fethi döneminde adı çokça geçen demir zincir hakkında da kısa bilgiler vardı ancak asıl konumuzla alakası yok, paylaşmak istedim. Meraklısına…

Dönemde yaşanan siyasi olaylar sonrası söylenen sözlere de yer veren yazar mesela siyasi bir cinayete kurban giden kral sonrası imparatoriçenin “Bir imparator tahta çıkartılmalı, ama bir kere imparator olduktan sonra artık düşürülmemelidir.” (s. 8) sözlerini paylaşması, bir tarih kitabında yer alması açısından değerliydi. Bunun yanında döneme ait atasözü benzeri cümlelerde yer alıyordu yine aynı sayfada: “dedikodu başını her deliğe sokar ve suskun kalmaz.” veya “İnsanlar arasında iftiracı bir dilden daha büyük bir kötülük yoktur.” (s. 72) gibi… Devamında yazarın günümüze de ışık tutacak türden önemli cümlelerini ara ara okuyorduk, örneğin: “Çünkü efendi neyse maiyyeti de odur. Ne olursa ondan olur. Hükümdar başarısızca bütün devlet mekanizması bozulur, liyakatliyse her şey canlanır.” (s. 28).

Historia adlı kitap hakkında

Eserde ecdadımızın ismini sık sık duyuyorduk: yukarıdaki gibi Bizans sarayında bir Türk komutanın olması yanında, dönem şartları içerisinde yaşanan siyasi çekişmelerde de Türk ismini sık sık görüyorduk (genelde barbar diyordu). Örneğin “Doğu Bizans şehirlerinin en tehlikeli ve azgın düşmanı, cessur ve cüretkâr kimseler olan Danişmendliler soyundandı.” (s. 22) cümlesini gösterebilirdik.

Tabii biz Türklerden çok hoşlandığını (!) belli eden yazarımız “Barbarlar da aynı şekilde davrandılar; nehir boyunca mevzilendiler.” (s. 45) ve “Bugün bu dinsizlerin, bu kalpleri sünnet edilmemişlerin bu beklenilmeyen engeli, bu hizmetçi Hacer’in oğullarını ortadan kaldıralım.” (s. 46-47) sözleriyle niyetini de çok iyi belli ediyordu. Kendisinin de yaşananlara şahit olduğunu söyleyen yazar “Türklerin uğradığı kayıpların büyüklüğüne, bugün bile, çok sayıda ve yolu o tarafa düşenleri şaşkınlığa düşüren, gerçek tepeler halinde yükselmiş kemik yığınları tanıklık etmektedir. Bunu görenler arasında satırları yazan da bulunuyor.” (s. 47-48) cümlesiyle yaşanan/görülen tarihi anlattığını ima ediyordu.

Yine eserde Miryokefalon Savaşı’nda Bizans’ın başında olan Manuel hakkında da geniş bilgiler, betimlemeler yapılıyordu: “Kendine hakim olamamak ise insanı felakete sürükler ve birçok delilikler yapmaya sevk eder. Manuel, yumuşak huylu olmak gibi başka bir haslete daha sahiptir. Hak vermekten çekinmez ve nasihat dinler.” (s. 29) gibi. Manuel dönemi hakkında geniş bilgilere ise “Manuel Komnenos’un İmparatorluk Devri” başlıklı kısımla giriş yapıldı. Bu bölümde çeviri yaparken bazı kısımları hocamızın düzelttiğini anladığımız cümlelerle de karşılaştım: “Göğüs göğüse savaşta da bunlar Almanlarla (Fransızlarla olacak) boy ölçüşemediler.” (s. 47) gibi.

Niketas bu değerli eserinde döneminde imparatoru ve hatta kendini etkileyen önemli isimlere de yer veriyordu: vergilerin icadı konusunda emsalsiz bir kişi olarak nitelendirdiği Putze’li Ioannes buna örnek gösterilebilir. Yaklaşık 2 sayfa sadece bu memurdan bahsetti. Yazarın Sırplar hakkındaki tespiti de tebrik edilesi cinstendi: “Sırplar, devlet huzur içinde ve güçlenmiş bulunduğu sürece, kendi halinde mert insanlar rolünü oynamış ve hep devlete bağlılıklarını teyid ve temin etmişlerdi. Fakat yüreklerinde başka şey yatmaktaydı.” (s. 61).

Miryokefalon Savaşı yaklaşırken

Eserde Niketas gayet cesur cümleler de kuruyordu. Saray katibi olmasına rağmen İmparator Manuel hakkında olumsuz düşüncelerini de esere yansıtmıştı. Örneğin “Ancak bu davranışı ile – aslında her zaman basiretli olmasına rağmen – uzağı gören bir hükümdar olmadığını göstermişti.” (s. 75) ifadeleri bunu gösteriyordu. Yine döneminde yaşanan gelişmeleri yorumlarken öznelliğin dibine vuruyordu: “Hatta güzelliklerini kitapların ve tarihin hikaye ettiği bütün kızlar güzellik bakımından onun yanında hiç kalırlardı.” (s. 79). Ama devamında kitapta ilk kez “Bunlar hatıra gelen her türlü silahları kullanarak Efendimizin nehirden geçmesini önlemeye çalıştılarsa da başarılı olamadılar.” (s. 92) sözleriyle eleştirdiği imparatoru hakkında ‘efendimiz’ tabirini de kullanıyordu.

Historia adlı kitabında sağda bulunan her sayfanın başında anlatılan konuya uygun başlıklar sayfa numaralarının yanında yer alıyordu, örneğin: “Manuel’in 2. Evliliği”, “Sultan’ın Konya’ya Dönüşü” gibi başlıkları söyleyebiliriz. Eserin bu bölümünde artık tarihe damga vurmuş savaşın iki kilit ismi hakkında da konulara girmeye başlıyoruz: “Manuel / sultanın burada bulunuşunun ve en ihtişama düşkün bir barbarı bile etkileyebilecek olan misafirperverliğinin, kendisinin doğudaki durumunu oldukça iyileştireceği ve bundan başka kişisel hükümdarlık ününü de yükselteceği gibi aldatıcı bir ümide kapılmıştı.” (s. 81).

Buradan anladığımız; Manuel ilk başlarda, Kılıçarslan’ı meydan da değil, masada yenmeyi hedeflemiş gözüküyor. Hatta ilişkileri o kadar ilerlemiş ki yazarın iddiasına göre “Birbirlerine yazdıkları mektuplarda imparator ona “oğlum” diye hitap ediyor, sultan da imparatora “baba” diyordu.” (s. 84) gibi çok farklı bir boyuta ulaşmıştı. İşte bu durum bizim tarihimiz açısından yazılı tarihe geç geçmemizin olumsuzluklarını bize gösteriyordu. Teyit edemiyoruz!

Bu gelişmeler ne kadar inandırıcı bilemiyorum ancak Kılıçarslan’ın İstanbul’a imparatoru ziyaret ettiği, buradayken bir Türk’ün uçuş denemesi yaptığı ancak başarısız olması nedeniyle Türklerin alaya alındığını ve son tahlilde Niketas’ın Kılıçarslan’ı hiç sevmediğini de anlıyoruz: “Sultan ise sahtekarın biriydi ve dürüstlüğün ne demek olduğunu hiç öğrenmemişti. Konya’da gelir gelmez yapılan bütün anlaşmaları unutarak Sebastteia ve buna bağlı yöreyi tahrip etti ve bütün bu yerleri kendi egemenliği altına aldı.” (s. 83). Hatta daha da ileri giderek “Kılıçarslan elleri sakattı ve her iki ayağı da topalladığından yolculuklarını araba ile yapardı. Bu yüzden de sonraları Androikos tarafından kendisine alay maksadıyla Kutzaslanes (Topal Arslan) lakabı takıldı.” (s. 84) ifadesini kullandı ki bunu tam olarak doğrulatamadım.

Niketas eserinde Sultan’a yönelik suçlayıcı tavırlarına “Kılıçarslan yatağından taşan bir ırmak gibi Bizans devleti üzerine yayıldı ve önüne çıkan her şeyi beraberinde sürükledi.” (s. 85) sözleriyle de devam etti. Hatta Sultan’ın bu saldırgan tutumunun arka planını da “Kim ateşli hastaysa, hastalığın yayılmaması için, en büyük ihtimam ona gösterilir.” (s. 86) sözleriyle özetledi. Kitapta ayrıca çeşitli dini kaynaklardan referanslar da vardı: “Her şeyden önce de insan, kendi dili önüne bir nöbetçi dikmelidir (Mezmur 140 (141)3) ve sakın “diş çiti” ve dudaklar kapısından üzerinde düşünülmemiş bir sözcük sızdırmamalıdır.” (s. 76) gibi.

Miryokefalon Savaşı Hakkında

Niketas’ın Historia adlı kitabının altıncı kitap başlıklı kısmıyla birlikte artık merak ettiğim Miryokefalon Savaşı öncesine tam olarak girmiş bulunuyoruz. İmparatorun amacını “Manuel, ülkeleri sadece alçak gönüllü bir biçimde bir denizden diğerine kadar değil, aksine, Doğu’dan taa Herakles sütunlarına (Cebelütarık) kadar uzanan eski büyük hükümdarlar gibi davranmak arzusundaydı.” (s. 111) sözleriyle özetleyen yazar, sıradaki hedefin Konya olduğunu dile getiriyordu. Yaşananları ise “Sultan (Konya Selçuklu sultanı Kılıçarslan) bir kere Bizans arazisine sürekli akınlar yapmanın kendisine servet ve Türklere fayda getirdiğinin farkına varmıştı. Bu yüzden hiç rahat vermeyen bizzat imparatorun kendisiydi. Manuel, uyuyan canavarı kışkırtıyor, onu kızdırıp yuvasından çıkmaya zorluyor ve böylece onu savaşa iteliyordu.” (s. 121) sözleriyle betimliyordu.

Ayrıca iki lider arasındaki farkları da şu sözlerle irdeliyordu: “Yalnız bir noktada birbirlerinden ayrılmaktaydılar: Sultan daima iyi bir düşünülmüş, planlı ve dikkatli davranıyor ve savaşları, emniyetli bir mesafeden izleyerek, komutanlarına idare ettiriyordu. Kimse onu birliklerinin başında ve savaşçılarının sıkıntılarını paylaşırken görmüyordu. İmparator Manuel ise buna mukabil cesur bir yüreğe sahipti; kendisini kolayca savaşa kaptırıyordu ve bizzat iyi bir savaşçıydı.” (s. 121). Savaşa götüren ilk hamleyi Manuel’in yaptığını ise “İmparator Dorylaion (Phrygia’da)’u yeniden inşa etmek istedi ve bununla da barbarları savaşa davet etmiş oldu.” (s. 121) sözleriyle dile getiriyordu.

Savaşın ayak sesleri ise “İmparator başkentten hareketle Phrygia ve Laodikeia içinden geçip, benim doğduğum yer olan müreffeh ve büyük şehir, eski Kolossai, şimdiki Khonai’a geldi. … Bundan sonra imparator Khoma ve Myriokephalon (Bin kelle anlamına)’a geldi. Burası eski ve terkedilmiş bir kaledir veya orda olup bitenlerden bu adını almıştır yahut da orada bu adın ifade ettiği olay vuku bulmuştur. Çünkü bu kale yanında, tasvir edeceğim gibi, binlerce Bizanslının kellesine ölümün darbesi inmiştir. … Türkler de görünmüşlerdi ve küçük çarpışmalarla Bizanslılara saldırmaktaydılar. Bunlar Bizanslıların önünden giderek, bunların hayvanlarına yem bulamamaları için yol boyunca bütün meraları yakmışlar ve içecek su bulamamaları için de kaynak ve kuyuları pislemişlerdi.” (s. 123) sözleri ile duyulmaya başlanıyordu.

Bu kısımda belirtilen Miryokefalon ismi de ünlü zafere ismini veren kalenin ismiydi ve ilk olarak bu kitapta adı geçiyordu. Yazının devamında zaten kendi memleketi ve çevresi olduğundan dolayı iyi bildiği topraklar üzerinde gerçekleşen savaşı yazar çok iyi betimliyor ancak sadece ve sadece savaşın son bulduğu yerin adını yazmaktan imtina ediyordu. Zaten bu tercihi nedeniyle yıllardır savaşın hangi bölgede yapıldığı konusunda çeşitli tartışmalar ortaya çıkıyor hatta bazıları jeolojik değişiklikler nedeniyle söz konusu yerin farklı yerlerde olduğunu iddia ediyordu. Niketas! Yerin ismini yazaydın da bizleri bu sıkıntıdan kurtaraydın, olmaz mıydı? Neyse…

Son çarpışmaların vuku bulduğu yerden hemen önceki yerin neresi olduğunu biliyoruz: “Bizans ordusunun Myrikephalon’dan hareket ettikten sonra geçmesi gereken ve “Tzibritze geçiti” adını taşıyan, yolun darlaştığı yeri işgal etti. Geçmek isteyecek olurlarsa/ Bizanslılara derhal karşı koymak üzere birliklerini bu dar geçide doldurdu. Tzibritze geçidi yüksek yamaçlarla çevrelenen uzun bir vadidir. Kuzeye doğru gittikçe dikliği azalır ve yayvan tepeler arasında geniş vadiler halini alır. Güneye doğru ise vadi gittikçe dikleşir ve sarplaşır. … Önünde böylesine güç geçilir bir yol bulunmasına rağmen imparator anlaşıldığına göre ordusu için hiçbir ön tedbire baş vurmamıştı. Kendisi büyük ağırlıkların yükünden kurtarmamış, kuşatma, aletlerini taşıyan arabaları bile geride bırakmamıştı.” (s.124). Ancak bu bilgiler bile bugünkü tartışmaları bitirmiyor.

Manuel’in yukarıda anlatıldığı üzere risk alarak yapmış olduğu tercih sonrası derin ve dar vadiye orduyu sokması, vur – kaç taktiğini çok güzel uygulayan Selçuklu ordusu için adeta altın tepside sunulmuş bir fırsattı. Sonuçta Selçuklu ordusu büyük bir savaş kazandı ve Bizans askerleri “Bu felaket vadisinden, bu cehennemin ağzından bize ne? Bu yamrı yumru, sert yokuşta yürümeye çabalamaktan kazancımız ne?” (s. 130) şeklinde cümleler kurmaya başladı.

Yazar burada yine cesurca “Bizzat imparator ise, çok korkakça ve namus ve haysiyeti unutmuş bir plan yumurtlamakla meşguldü: Gizlice kaçmak ve askerleri esaret ve ölüme terk etmek. Bu planı maiyyetine açıkladığında hepsi, özellikle Kontostephanos dehşete düştüler ve Manuel’in aklını kaçırdığını ve sayıkladığını sandılar.” (s. 129) cümlesini kullanmış ve imparatorun savaş sonrası kaçmayı bile düşündüğünü açık açık dile getirmişti! İşte tarihçi bu…

“Türkler seferlerin hedefine ulaştıktan sonra zengin ganimetle yüklü olarak geri dönüp, gidişleri sırasında saldırıda bulunmadıkları yöreleri de tahrip etmişlerdi. Batatzes ile arkadaşları, imparatorun kendilerine verdiği bütün birlikleri / beraberlerine alıp ve yolda yeni ve başka birlikler de toplayarak doğruca Hyelion ve Leimmokheir’e yürüdüler. Eskiden burada Menderes bir köprüden geçilirdi. Bütün yollara yerleştirilmiş olan gözcüler Türklerin geri döndüklerini bildirdikten ve bunların artık pek uzakta olmadıklarını belirttikten sonra Batatzes ordusunu ikiye ayırdı.” (s. 134) sözleriyle savaş sonucunu özetleyen yazar, savaş boyunca Türklerden hep barbarlar olarak bahsetmekten geri de durmadı. Bu paragrafta yer alan mekan isimlerinin savaşın tespiti açısından önemli olduğunu da düşünüyorum.

Savaş Sonrası Manuel’in durumu, dini düşünceleri, halka bakış açısı

Niketas, Miryokefalon savaşını anlattıktan sonra İmparator Manuel’in son dönemini daha çok kişisel düşünceleri, dine bakış açısı, halka yönelik tavırları üzerinden irdelemeye çalıştı. “Manuel fani hayatı terk edip devletin idaresi akıllı dümencisini kaybedince imparatorluk gemisi az kalsın batıyordu.” (s. 142) diyen yazar imparatorun dini konularda yeni tartışmalar başlatmasından da bahsetti. Hatta dini liderlere yönelik “Büyük mülk sahipliği ile bunun gerektirdiği iş hayatının, kendilerini yalnızlığa adamış olan kimselerin huzurunu bozacağını ve onları kendilerini yeminle bağlamış olduklarını Tanrı’ya hizmet adağından uzaklaştıracağını biliyordu. Bu sebeple manastıra hiçbir mülk, tarla veya bağ bağışlamadı; bunun yerine onlara imparatorluk hazinesinden, geçimleri için uygun bir maaş tahsis etti.” (s. 144-145) düşüncesini de okuyucuya aktardı.

İmparatorun son döneminde “Adam hayatının son yıllarında şunları da yaptı: Büluğ çağındaki çocukların vaftiz takviyesi için yapılan sınav için yazılan din kitaplarında (Katekhismus), diğer birçokları yanında birde, Muhammed’in “ne doğurtmuş, ne de doğurulmuş, donmuş bir vahdet içinde” olarak ifade ettiği Allah’ına lanet vardır. Manuel bu laneti bu tür din kitaplarından silip çıkarmayı aklına koymuştu ve buna Büyük Kilise (Ayasofya)’nın kitabında başladı.” (s. 149) şeklindeki tavırlarından hareketle dinde reform çalışmalarına gittiği ve savaş meydanlarından uzak kalmayı tercih ettiğini anlayabiliyoruz.

Ve son tahlilde “Öyle sanıyorum ki, “Adının son hecesi kaderindir” kehaneti de onun saltanat süresine ait olacaktır; çünkü l ve e rakam olarak okunursa 38 eder.” (s. 154) sözlerinden anlaşıldığı üzere yazarın numerolojik bir bakış açısıyla değerlendirdiği Manuel’in hükümdarlığı sona erer ve “Manuel, Pantokrator kilisesi girişinde, yan tarafta gömülüdür.” (s. 154) cümlesinden de günümüzde İstanbul Fatih’te yer alan kiliseye gömüldüğünü öğreniyoruz.

Niketas’ın Historia adlı bu değerli eserinden alıntı cümleleri sizlerle paylaşırken kitaptan aynen aktardığımı ve cümlelerde kelime/harf hatalarına hiç dokunmadan paylaştığımı belirteyim. Çeviri eserde ayrıca eski Türkçe’ye ait tefe’ül etmek, tebcil olunmak, muaheze etmek gibi kelimelerle de karşılaştım; bunların anlamını günümüzde bilen çok yoktur herhalde. Buna rağmen hocamız dipnot olarak günümüz karşılıkları vermemiş. Yeni baskılarda yukarıda bahsettiğim kelime hataları ile diğer belirttiğim eksiklikler konusunda yayınevi gerekli düzenlemeleri yapar diye umuyorum: ancak olması gereken Latince aslından, sıfırdan bir çeviri yapılmasıdır. Miryokefalon Savaşı özelinde sıkça tartışılan bir eser olan Niketas’ın bu eseri hakkında herkes ağız birliğiyle yeniden bir çeviri yapılmasını dile getirmesine rağmen bugüne kadar herhangi bir çalışma olmaması (ya da varsa ben bilmiyorum) gerçekten akademik camia açısından üzücü.

Kitapta oldukça fazla yazım hatası vardı: “Istanbul” (giriş kısmı), “tarih’ten” (s. 1), “böylebirisi” (s. 1), “yeniden” kelimesinin gereksiz tekrarı (s. 5), “cessur” (s. 15, 22), “amaciyle” (s. 22), “herşeyi” (s. 24), “soğuğiyle” (s. 24), “hiç bir” (s. 26, 30), “içindirki” (s. 29), “her hangi” (s. 29), “okyanoslar” (s. 39), “hiç bir” (s. 52 ve birçok sayfada), “her kese” (s. 62), “her kese” (s. 74), “olar ki” (s. 119) gibi.

Bunun yanında “gemi pek az sonra hareket edecek” veya “yeniden esir ve imparatora teslim edildi” (s. 16), “ama pek çok geçmedi” (s. 67), “en büyük bir endişe” (s. 71), “Manuel’i hiç de başarısız kalan suikasttan daha az olmayarak rahatsız eden şey” (s. 70), “Eğer Manuel’in icraatından birisi en büyüğü ise, eğer Manuel’in” (s. 103) gibi devrik cümlelerde yer alıyordu. Ayrıca olumlu bir cümlede olumsuz bir terim kullanması (çalkalanırken, s. 106 gibi) şeklinde anlamı bozan yaklaşımlarda vardı. Eserin neredeyse tamamında virgüllerin kullanımı eksik ve hatalıydı, gereksiz nokta işaretleri kullanılmıştı (sanırım daktilo kullanımından dolayı).

Bunun yanında kitapta yer alan Latince şehir isimlerinin günümüzdeki karşılıklarını da dipnot olarak veya parantez içinde paylaşılabilirdi (tabii bunu hocamızın çeviri eserde yapması zordu; farklı disiplinlerin konuyu inceleyerek eseri yeniden çevirmesi gerek). Yine eserde Peçenek Bayramı (s. 11) gibi ifadeler vardı: bunların ifade ettiği konu veya anlatmak istediği neydi, bunlar dipnot şeklinde yazabilirdi. Çok az verilen dipnotlar ise direkt farklı kitaplara atıftı; bunlar kaynakçada tam olarak yer almıyordu (kaynakça yok zaten sadece dizin var) veya ilgili kitap hakkında fazladan dipnot ile bilgi verilebilirdi. Historia adlı eserde ayrıca anlatılanların geçtiği bir harita olabilirdi, coğrafya çok dağınık olduğundan bu durum harita ile telafi edilebilirdi, bazı yerler neresi belli değildi çünkü… Tabii yine bu hocamızın tek başına yapabileceği bir şey değildi.

Sonuç olarak alanında çok önemli bir eksikliği gideren ve tarihimizin en önemli savaşlarından biri olan Miryokefalon Zaferi hakkında içerisinde önemli bilgileri barındıran Historia adlı kitabı bitirmiş bulunuyorum. Okuduktan sonra aklıma gelen ilk şeylerden biri: akademik anlamda bu kadar imkan, üniversite olmasına rağmen neden hala 1995’lerin de gerisindeyiz? Bence en önemli sorun bu. Rahmetli hocamıza emekleri için teşekkür ediyorum. Öğrencileri de peşi sıra devam ettirdiler ancak sonuçta yine ortada basit gibi gözükse de hatalarla dolu/eksiklikleri olan ve daha da önemlisi farklı disiplinlerin bir araya gelerek daha iyi bir çalışma ortaya koyabilecekleri bir tarihi eser var elimizde… Ama doğru değerlendiremiyoruz.

İyi okumalar.

Niketas Khoniates – Historia (Çeviri Kitap) altını çizdiğim diğer cümleler:

“Konstantinos adında birisi bu direnişin ruhu idi; Ermenilerin en ileri gelen bir ailesine mensup olup gücü ve şecaati ile herkesin üstündeydi.” (s. 14)

“İmparator Ioannes, Phrygia kenarından geçerek Attalos’un harika şehri Antalya’ya ulaştı. Civardaki bölge ve şehirlerde düzen ve asayişi kurmak için burada bir süre kalmak fikrindeydi. Çünkü bazı yöreler Türk boyunduruğuna boyun eğmişlerdi. Bunlar arasında, hemen hemen bir deniz kadar büyük Pusguse (Karalis, bugünkü Beyşehir gölü)de vardı. Gölün içinde, birçok yerde sudan fışkıran küçük fakat çok müstahkem adaların ahalisi Hristiyan olmakla beraber, o sıralarda kayıkları aracılığı ile Konya Türkleriyle çok canlı ilişkiler sürdürmekteydiler.” (s. 24)

“Büyük bir hedef seçerek, hatta Konya üzerine sefer etti. Konya surları üstünde savunmayı Mesud’un kızlarından birisi, rivayete göre imparatorun Türklerin yanına kaçan kuzeni Ioannes Komnenos’la birlikte yaşayan kız, babası Sultan adına başarı ile yürütmekteydi.” (s. 36)

“Kim sevimli barış aşkına savaştan çekinirse, bu durumda kendisine sadece topraktan fışkıran tohum gibi gittikçe daha çok düşman peyda olduğunu fark edemez. Böyle birisi yerinden atılır ve hiçbir şekilde barışı bulamaz”. Davud ise şöyle söylemiştir: “İnsanların düşünceleri kendini beğenmişlikten başka bir şey değildir ve planları da dayanıksızdır. Tanrı’nın kararı sağlamdır ve sallanmaz; kimse onu değiştiremez” (Süleyman’ın meselleri, 9, 14; Mezmur 93 (94) II ve 32)” (s. 61)

“Çünkü geçidin burasında birbiri yanında yedi adet yarık (hendek) vardır ve burada geçit bir az genişler ve hemen yine daralır.” (s. 127)

  • 0
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 3
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir