Ağrı Dağı Efsanesi, Yaşar Kemal’in okuduğum ikinci eseri. Türk edebiyatının çınarları arasında görülen Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi eserinin, kütüphanemde uzun bir süredir sessiz, sakin bir şekilde kenarda beklediğini görünce; biraz utanarak, biraz geç kalmışlıkla – kendime de yakıştıramadan – alıp okumaya başladım. Çünkü uzun süredir kitap da okumuyordum.
Yapı Kredi Yayınlarının 52. Baskısı (2018 – ilk baskı 1970 yılında yapılmış) vardı elimde; ön kapak resmi ünlü ressam Abidin Dino’ya ait. (Kitabın içeriğinde de ilginç ve resimden anlamadığım belli herhalde ki çok beğenmediğim çizimleri de var) Eserin önsözünde Abidin Dino ile iyi bir arkadaş olduklarını da öğreniyoruz. Arka kapakta ise “Bir aşk destanı olan Ağrı Dağı Efsanesi” ifadesiyle kısa bir slogan ve sonrasında – nedense anlamadığım bir şekilde, niye yabancılar? – yabancı basına ait eser hakkındaki değerlendirmelere yer verilmiş. Eserin kapak rengi de ne bileyim: iç bunaltıcı. Daha güzel bir renk seçilebilirdi; hani eserde anlatılan Küp gölünden esinlenebilirlerdi ama yapmamışlar. Neyse.
Soner Yalçın’ın bir yazısında yaptığı Yaşar Kemal değerlendirmesinde, ünlü edebiyatçıdan “toplumcu / sosyalist yazardır” ifadesini kullanmıştı; okuduğum bu eserin ön sözünde de yazarın biyografisinde benzer ifade mevcut. (Aklımda kalmış nedense) Fakat en sonda söylemem gerekeni şimdi söyleyeyim: Yine yaşarken verdiği demeçlerde gördüğümüz üzere Yaşar Kemal, Alevilere karşı özel bir ilgi ve sevgisi var ki biraz Google üzerinde araştırma yaptığımda “(…) Üstelik de Alevileri yazdım çokça. Onlar da çok zulüm görmüş insanlardır. Ben zulüm gören insandan yanayım yazar olarak. Çünkü onlar zulüm gördüler, onları öldürdüler, onları dövdüler. Yine de o sevgi dininden vazgeçmediler, onlar çok cesur insanlar. O nedenle Alevileri çok seviyorum.” şeklinde hayattayken bir söyleşisi olduğunu gördüm. Kitabı okuduktan sonra yazarın Aleviler hakkındaki düşünceleri konusunda bazı ön yargılara sahip olmuştum ki bu röportajını bulup okuyunca, ön yargı değil de tespitimde haklı olduğumu anladım. Bu hikâye belli ki Alevi efsanesi ve – ne yazık ki – yazar, Alevilerin tarih sahnesinde devletler arasında yaşanan çatışmalar nedeniyle Osmanlı’ya olan nefretine kendisini de kaptırmış ve esere yansıtmış. (Veya efsaneyi değiştirmek istemediğinden yer vermiş)
Ağrıdağı Efsanesi Kitap Hakkında
Ağrıdağı Efsanesi (nedense dağ ismi kitap kapağında ve eserde hep Ağrıdağı şeklinde bitişik yazıldı, ayrı yazılması gerekmiyor mu?) hakkında sosyal medyada yaptığım bir araştırmada yapılan tüm yorumların “destansı” olduğunu gördüm; klasikleşen ve ödül alan birçok roman gibi kısa ve öz olması da dikkatimi çeken bir diğer unsurdu.
Yukarıda belirttiğim iki noktayı tekrar etmem gerek: bu kitap tanıtımında aşk romanı olarak nitelendirildi, yorumların birçoğu da destansı olduğu yönünde. Fakat eklenmeyen bir husus var: eserin propaganda konusunda oldukça çok anlatıma yer vermiş olması ve Kürt milliyetçiliğini göze soka soka anlatmış olması gerçeği. (Kürtlerle – Alevileri böyle bir payda da buluşturması da ilginç geldi) Kitabın daha ilk sayfalarından itibaren bozuk Türkçe ve imla hatalarını (yöresel kelimeleri çok sık kullandı ama bu normal tabii ki, o yöreyi anlatıyor) görmezden gelmek istiyorsunuz ama büyük yazara yakışmayacak türden hatalar bunlar, neden düzeltilmedi; bilemiyorum. Ancak dedim ya; ilk sayfadan itibaren bozuk Türkçe, imla hataları (ancak bu durum biraz daha halka hitap eden, samimi bir hava da katıyor nedense) ve öyküleme kendini hissettiriyor: sonrasında ise propaganda başlıyor. Demirci Hüso, Zindancıbaşı Memo, Hoşap Kalesi, Beyler, Paşalar gibi geleneğine bağlı karakterlerin, iktidarın gücünün sınandığı ve sonunda kaybettiği anlar, “bir olmanın” başarısı ve kitabın ana konusu olsa da arka planda kalan aşk bir şekilde birbirine bağlanmış. (Ortada bir de masal durumu söz konusu olunca tüm eser başarısız bir Küçük Prens denemesi gibi geldi bana açıkçası)
Ağrı Dağı Efsanesi kitap eleştirisi
Aslında şunu söylemek lazım: yazarın elinde güzel bir konu var ancak bunu yazmak isterken daha ikinci sayfadan itibaren etnik unsur vurguları ile yönünü belli etmesi, Osmanlı’ya saldırması (zalim olarak görmesi) içeriği bir çukura dönüştürüyor; yani hani Anadolu’da doğup büyümesem, bu kitabı anlarım. Okumaya başladıktan bir süre sonra bir Köroğlu- Bolu Beyi kapışması olacağını ve kitabın sonunu anladım ama yazarın efsaneye bu kadar müdahale edeceğini, tarafgir olacağını düşünmemiştim. Efsaneleri seven, mitolojiyi, destanları, eskileri, hikayeleri okumayı seven biriyim. Uzun zaman sonra böyle bir öykü veya hikâye okumak ilk başta hoşuma da gitmişti ama yaklaşık 1- 2 saatlik sürede okuduğum eserden sonra aklımda Ahmet ile Gülbahar’ın aşkı kalmadı çünkü zaten hikâye içerisinde de bu eridi, bir anda gitti, sonlandı. Daha çok olumsuzluklar göze battı.
Toparlayalım.
Yaşar Kemal eseri yörenin diliyle kaleme almış, masalsı bir anlatımla okuru büyülemek isterken Osmanlı düşmanlığı (aşağıda örnekleri vereceğim) ya da Osmanlıyı aşağılamaya çalışma ve bölgede yaşayanların kimliğini vurgulamaktan öteye gidememiş, bir alevi efsanesi olduğunu düşündüğüm efsaneyi Kürt milliyetçiliği kimliğine büründürerek (aşağıda örnekleri vereceğim) anlatmaya çalışmış, bu yüzden de efsane dedikleri konuya duygulanamadığınız, hüzünlenemediğiniz, kısır geçen kötü iktidar – birleşen halk kurgusu içerisinde araya siyasi söylemde sıkıştırılmaya çalışılmış, adı aşk hikayesi denilen bir nevi karman çorman bir eser ortaya çıkmış.
Osmanlı düşmanlığını ve Kürt milliyetçiliğini hikâyeye yansıttığı ifadeler:
Mahmut Han hakkı, yadigarı bilemez. O, Osmanlı olmuştur. (s.17)
Sen Osmanlı olmuşsun Paşa. Yoksa bir at için bu işleri başımıza açmaz, evleri yakmaz ocakları söndürmezdin. Ağrının laneti, Ağrının gazabı, Ağrının hışmı senin üstüne olsun Paşa. Babanı tanırım. Yiğit bir beydi. Sen Paşa oldun. Sen yozlaştın Paşa. (s.19)
Şeyh dedi ki: “Mahmut Han bir Osmanlı, bir kafirdir. Bunlar insandan ayrı yaratıklardır. Bunu bizim yanımıza bırakmaz. Ağrıdağının başına iş açar. Bir şey değil çoluk çocuğu öldürür. (s.86)
Ve Kürtler konuksever olurlardı. (s.42)
Kürt Beyleri el pençe divan, yüreklerinde sonsuz bir başkaldırma istemi, saraydan, yıkılmış, dışarı çıktılar. (s.66)
“Pirler sana yardımcı oldular. Bundan sonra pirler seninle olsun,” dedi, üstüne kıvılcımlar saçaraktan onu kutsadı. (s.114)
Yani aslında bunlar esere veya yazara yönelik eleştiriler değil, tespitler: çünkü yazar Kürt kökenli olabilir veya Alevileri sevebilir, bunda bir yanlışlık zaten yok: biz burada tespit yapıyoruz. Hangi açıdan? Destansı bir roman deniyor mesela: okumasak, yeriz ama yemiyoruz. Değil çünkü mesela roman baş kahramanlarından ikisi de Kürt ve bu aşıkların son derece mert, geleneklerine saygılı, töreler için ölümü göze alan, isyankâr tipler (günümüze çağrışımını hissediyor musunuz?) olarak anlatılması ile Mahmut Hanın Osmanlı’ya itaat ettiği için yapılan yakıştırmaları, aşağılanması… Yani, niye illa Osmanlı? Yani yazarın amacı burada destansı bir eser yazmak değil gibi geldi bana, niyet okumayı sevmem ama durum bu şekilde. Klasikleri okuyoruz; toplumsal tespitler olur, bu kitapta da var ama araya sıkıştırılan söylemler hem günümüzü hem de yazılan dönemi hem de yukarıda yazdığım gibi yazarın ideolojisi aşırı ön plana çıkartıyor.
Bu arada romanda en dikkatimi çeken karakter, Memo oldu. Helal be!
Ben bütün bunları bir araya getirdiğimde Ağrıdağı Efsanesi adlı eseri belirli bir niyetle ve ideoloji ile yazılan, kırık not verdiğim, sıradan bir eser olarak görüyorum. Bu düşüncelerim sadece bu eseri içindir, onu da belirteyim.
İyi okumalar.
Altını çizdiğim diğer yerler:
Şu insanlar, şu dünyada var oldukça her şeye akıl sır erdirecekler. Karanlığa, ışığa, her şeye, her şeye akıl erdirecekler, tek insanoğluna güçleri yetmeyecek. Onun sırrına ulaşamayacaklar. (13)
Ölürken, son sevgiyi, bütün bir ömürlük sevgiyi bir ana bir geceye sığdırmışlardı. (62)
Aşk kuşu bir yalımdır. Dokunduğu yüreği yalım eder. Sevda yuvası yalımdır. (98)
Ağrıdağı Efsanesi – VLOG
Çok güzel yorumlamışsınız, devamını dileriz.