Kitap Yorum: Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk
  1. Anasayfa
  2. Kişisel Yazılarım

Kitap Yorum: Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk

4

babilde-olum-istanbulda-ask.jpgTarihi karakterleri işlediği ve aşk ile sevgi ile harmanlayıp bize sunduğu kitaplardan biri daha Babilde Ölüm İstanbulda aşk romanı: İskender Pala’nın o güzel Türkçesiyle işlediği ve belki de bir çoğuna divan edebiyatını gerçekten sevdirdiği kitaplardan biri olarak okuyucunun karşısında…

Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk romanında ana hatlarıyla Kanunî’nin Bağdat’ı fethinden Tanzimat sonrasına kadar ki uzunca bir süreyi içeren genelde Osmanlı devletinin, özelde ise Leylâ ve Mecnun mesnevîsinin yani kendini bu kılıklara bürümüş, bir olmuş varlıkların başına gelenler konu edilmektedir. Romanın ana konusu ise, başlarda İlimler Akademisi kütüphanesinin Süryani Kütüphane memurunun Fuzulî’ye elindeki hançeri bir emanet olarak verirken söylediği şu sözle atılır: “Ölmesini bilenler için hançer hayat demektir ve aşkı bilen biri için yedi gerçek sır vardır, ona sahip olan dünyaya hâkim olur.” (s.13) Romanın sonuna kadar hançerin niçin hayat demek olduğu, yedi gerçek sırrın ne olduğu, ona sahip olmakla dünyaya hâkim olmanın ne demek olduğu sorusu okuyucu için hep bir merak konusu olur ve romanın içerisinde bu hançerin üzerinden çıkan gerçekler ile gelişmeler neticesinde romanın sonunda bu düğüm çözülür.

Roman, tarihin belli bir zaman diliminde; Kanunî’nin Bağdat’a girişiyle başlar, tarihsel olaylar sırasıyla devam eder ve 1903’lü yıllarda biter. Kurgu tarihi akış içerisinde ilerlerken çok nadir bir şekilde geçmişe dönmekte ve tekrar kaldığı yerden devam etmektedir. Bölümler ise bir bütünlük içerisindeymiş izlenimi verse de adeta birbirinden ayrı olayların, dönemlerin, kişilerin yaşantılarına, serüvenlerine ve özelliklerine ayrılmış.

Romanın felsefî ve siyasî iki tarafı vardır. Felsefî açıdan; hayatın, dünyanın her şeyin özünün aşk, sevgi, mana ve ruh olduğudur. Buna bağlı olarak insanın biyolojik varlığı, tensel hazları, maddî ihtiyaçları adına manevî ve ruhî değerlerini, saf sevgiyi bir tarafa atmaması üzerinde duruluyor. Romanda aşkın beşerî ve ilâhî her çeşidi üzerinde durulmakla birlikte esasta aşkın fedakârlık boyutu çok fazla öne çıkarılıyor. Siyasî açıdan ise; bir devletin ayakta kalabilmesi için zamanın gereği olan bilimsel, teknolojik gelişmişlik düzeyine sahip olması, millî birlik ve bütünlüğünü koruması, en önemlisi de iç ve dış düşmanların işbirliği ile kurulan gizli ve sinsi tuzakları, tezgâhları boşa çıkarıcı, bertaraf edici tedbirleri almasıdır. Roman, aynı zamanda tarihî bir romandır. Osmanlı Devleti’nin belli bir dönemini edebî kültürel ve siyasî yönüyle sergiliyor. Bunu yaparken tarihî gerçeklere bağlı kalarak yeniden bir kurgulama yapıyor. Birçok tarihi kişiliğe romanında yer veriyor. Tarihi kuru bilgilerle değil, canlı yaşantı sahneleri halinde sunuyor. Ayrıca tarihî gerçekliklere bağlı kalma çabası, tahrif etmemesi, başka amaçlarla kullanmaması günümüz romancılarının – Özellikle yerli oryantalist kimlikli yazarlarda – , Türk tarihini adeta yağmacı bir zihniyetle gerçeklerle hiç örtüşmeyen bir biçimde yağmalamaya çalışmaları karşısında takdire değer bir çalışma olarak göze çarpıyor.

İskender Pala, 500 yıllık bir Divan edebiyatının macerasını verebilmek için uzun ömürlü bir figür olarak bir kitabı seçmiş. Ona insanî özellikler atfetmiş. Teşhis-intak sanatıyla onu kişileştirmiş. Hatta buna gerçeklik, sahicilik katabilmek için onu hikâyenin kahramanı olan Kays (Mecnun) ve kimi zaman da Fuzulî ve kendisi ile özdeşleştirmiş. Dolayısıyla cansız bir nesneye, bindirilmiş bir kişilik yüklemiş. Kitap, dünyanın çok değişik bölgelerinde gezdirilerek Osmanlı ve dünya ahvali, onun gözlem ve izlenimleri ile sunulmuş. Yazar, bu eseri, romanda birbirinden kopuk duran kişileri, olayları, dönemleri, mekânları ve zamanları organik bir bütünlük içinde tutan kaynaştırıcı, irtibat kurucu bir unsur olarak kullanılmış. Özellikle modern zamanlarda bazı yazarlar, cansız eşyaları roman kişisi yapmakta, teşhis-intak sanatıyla onlara insana özgü kişilikler yüklemekte ve onları bir insan gibi konuşturmaktadırlar. Bu, daha çok fantastik bir unsurdur. Geleneksel kişileştirmenin verdiği tekdüzeliği kırmak, okuyucunun dikkatini ve ilgisini çekmek ve etkiyi artırmak için bu tür figürlere yer verilmektedir. İskender Pala, bu romanında böyle bir figüre, roman kişisi olarak bir kitaba yer vermiştir. Bu önce bir çilekti, kazanlarda kaynatılıp kâğıt oldu, Fuzulî onu satın alıp üzerine Leylâ ve Mecnun mesnevisini yazdı.

Kitabın eksiklikleri de var: Türkçeyi mükemmel kullanan birinin yabancı kelimelerle süslediği cümleler okuduk. Bunun yanında kitaba kattığı ” Babil Cemiyeti ” yapılanması ile fantastik bir unsur da katması romanı okunur kılan gerçeklerden biri.

Yine de divan edebiyatını sevenler ile iskender pala hayranlarının mutlaka alıp okuması gereken romanlardan biri.
Fuzuli‘yi bu şekilde okumak gerçekten değişik bir duygu.
Ve Leyla ile Mecnun konusunda hem fikir sahibi olurken hem de onlar gibi aşık olan insanları cümleler içerisinde takip etmek de değişik bir duygu.

Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk yıllarca süren bir serüvenin özeti niteliğinde, sevgi dolu, aşk dolu, acı dolu, sabır dolu bir roman…

İyi okumalar.

  • 0
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 4
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir
Şehr-i İstanbul!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (4)

  1. kitabın dili çok ağır o yüzden okuyamadım burdan bakıyım dedim burda da kitabın nasıl yazıldığı anlatılmış , özeti yazılsa çok daha güzel olurdu

  2. kapsamlı,yeterli,olayların kronolojik sırasına göre ÖZET i olsaydı daha iyi olurdu.saatlerdir aıyorum yok.elimde bilgi yığınından baska bir sey yok.

  3. 14 Ocak 2016

    Tek kelimeyle muhteşem dilide kesınlıkle agır degıl bicari popiler roman bekleyenler için agır gelebılır fakat bu kıtabı gercekten yasayarak okumalısınız.Her ayrıntı her detay ınsanı fazlasıyla heyecanlandırmaya yetıyor her anlamda bu kadar zengın bir kulture sahıp oldugumuz ıcın yıne sanslı oldugumuzu dusunuyorum edebıyatından şirine mimarısınden tasınabılır sanat eserlerıne bu cografya kesınlıkle bır cennet ve helekı tarıhı sevıyorsanız bı solukta rahatlıkla okunabılecek bı kıtap.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir