Bilim kurgu kitaplarına olan ilgim beni bilim kurgu tarzı kitaplara yönelmeme sebep olsa da bu tip kitaplarda görselliği anlatmak açısından sıkıntı ile karşılaşıyordum ve bir çok yazar da bunu tam olarak başaramıyordu. Fantastiğe kaçmadan, daha sıradan ve daha olağan olayların anlatıldığı ve bilim kurgunun kurgusunu değil de bilim kısmını ana tema olarak ele alıp akıcı bir dille anlatılan kitaplar daha okunası geliyor insana… Hani; bilimsel bir konuda yazılan makalenin senaryolaştırılmış hali olabilir ya işte öyle…
Maxime Crattam, kitabıyla aynı adı taşıyan bu teoriyi çok güzel ele almış ve polisiye tarzıyla birleştirip akıcı bir roman çıkartmış ortaya. Akla gelen onca soruya tam olarak kitabında cevap verememesi ile yaşananlara dini açıdan bakmaması belki de bir eksiklikti ama sürükleyici bir dil kullanarak kitabın bir çırpıda okunmasına vesile olması yazar açısından büyük bir artı diyebiliriz.
Gaia Teorisi , ilk defa 976 yılında James Lovelock tarafından ortaya atılmış ve dünyayı bir mikro organizma olarak görüp buna göre yorumlarda bulunan biraz mitoloji kaynaklı da sayılabilecek bir teori. Gaia zaten bir yunan mitolojik tanrısı. İsmini ondan almış. Teori kısaca; ” neslini tükettiğimiz her canlı varlıkla sadece dünya’da yaşayan canlıların sayısını azaltmış olmuyoruz. dünya denilen bu narin organizmanın içinde var olma şansımızı da azaltıyoruz. kirlenen her ırmak ve denizle birlikte biz de kirleniyoruz. ” diyor aslında. Ve bunu derken, insanı da bu dünya üzerinde olsa olsa kanser hücresi olarak gördüğünü ifade ediyor.
Kitap aslında güncel konuları içeriyor; küresel ısınmanın etkilerinin bahsedildiği günümüzde bu tip bir kitap aslında iyi de bir kaynak sayılabilir. Ben bu tip konuları işleyen yazıları da takip etmeye çalışıyorum çünkü bilim adamı olmasam bile bu tip konular aslında geleceğimizi, gelecek neslimizi ilgilendiren konular. Yaşlılardan duyduğumuz kadarıyla zaten bir çok şey farklı; özellikle yaşam standartları ve teknolojinin gelişmesiyle eskiye nazaran uzay çağındayız ama… Ya dünya? Ya doğa? İşte bunları da değiştirerek bu günlere geldik. Ve bu yapılanların da bir karşılığı olmalı değil mi? İşte bu karşılığın ne olabileceğini sorgulayıp içlerinden birini kurguya ekleyerek yazar bu romanı sürükleyici bir hikayeye dönüştürerek işlemiş…
Kitabın konusuna gelince… Evli bir çift profesör ve bayan profesörün kardeşi AB komisyonu tarafından bir göreve atanırlar; fakat görevleri hakkında hiç bilgileri yoktur. Bu görev sırasında farklı bölgelere gönderilirler; ve doğanın engeliyle bir süre tüm dünya ile bağları kopar. Bu arada işin içine bilinmeyen güçler, istihbarat örgütleri, ordu ve hükümetler girer…
Kitapta, dünyada yaşanan suç oranları ile doğada yaşanan akıl almaz değişimler bir arada düşünülerek; insanın sonunun nasıl gelebileceği ve bunlar arasındaki etkileşimler irdelenmiş. Ben severek okudum. Eksik kısımları elbet vardır ama yine de bir solukta okunacak kitaplardan biri diyebilirim…
Kitabı okuduktan sonra benim de bir teorim oldu; o da şu: insanlar arasında teknolojinin ve bilgi kirliliğinin artması neticesinde ahlaki çöküntünün yaşanması insanların daha okuma yazma bilmediği dönemlerdeki hayvani özelliklerini cinsellikle birleştirerek ortaya çıkmasına neden olacağını düşünüyorum. TV, bilgisayar ve filmler ile magazinsel olayların bunu tetiklediğini de eklemek istiyorum. Bu da bir teori. :)
Okunması gereken kitaplardan biri diyebilirim.
İyi okumalar.