Polisiye kitaplar son zamanlarda ilgimi çekmeye başladı; hem film gibi kurguları hem de akıcı yapısı yüzünden. New York Post tarafından ” Polisiyenin kraliçesi. ” olarak lanse edilen Tami Hoag‘ın okuduğum ilk kitabı Paranoya oldu. Paranoya (Orjinal adı: Dust to dust) yazarın bir diğer kitabı olan Psikopat’ın devamı niteliğinde fakat farklı olayları inceliyor. Polis departmanında görevli kitabın baş karakterleri olan Sam Kovac ve Nikki Liska ikilisinin uyumu ile beraber özel hayatlarında yaşadıkları gel-gitler çok iyi anlatılmış kitapta. Bir de polisiye romanların klişe bir yapısı vardır: kurt bir dedektif ve bolca çözülemeyen cinayetler, katilin kim olduğunu tahmin etmekle geçen sayfalar. Önemli olan katili gizlemekle beraber izleyici şaşırtmak olsa gerek polisiye roman kitaplarında… Bütün bu klişeleri Paranoya adlı polisiye gerilim romanında görüyoruz.
Paranoya kitabının arka kapak yazısı kurgunun çok iyi bir özeti aslında: ” Üzgünüm. Aynada yazılı tek kelime buydu. Tam karşısında ise tavana asılmış bir polis. Bu bir intahar olabilir miydi? Ya da trajik bir sona dönüşen oyun? Ne olursa olsun bir cinayet değildi. En azından üstün güçlere göre. Ama eski kurt dedektif Sam Kovac ile onun espirili ve hırslı ortağı Nikki Liska aynı kanaatte değildi. Birlikte genç polisi ölüme götüren nedenleri, onu kimin öldürmek isteyebileceğini öğrenmeye çalışarak, bir şüpheliden diğerine doğru giden uzun bir yolculuğa başlarlar. Ama gölgeleryalnızca şehrin elit tabakası üzerine değil, polis teşkilatının içlerine kadar uzanmaktadır. Birileri davanın mümkün olan en kısa şekilde, sonsuza dek kapanması için uğraşmaktadır. Ama ne Kovaç ne de Liska pes edecektir. Artık her ikisinin yaşamları da meslekleri de buna bağlıdır. Kovac ile Liska iki ay önce işlenen bir cinayetle yirmi yıl önce işlenen cinayet arasında katılın unutturmaya çalıştığı bağı kurmaya çalışırlar. Sırlar dökülmesin diye her şeyi yapabilecek katili avlama arzusuyla… ”
Paranoya’da gerilim ve polisiye türünün en klişe noktaları bol bol kullanılmış. Tami Hoag, övüldüğü kadar mükemmel bir yazar değil gibi ama polisiye konusunda yazmış olduğu bir çok kitabı var: bu kadar bol kitap ürettiğine göre, bir kalitesi vardır herhalde diye düşünüyorum. Fakat abartılacak kadar mükemmel değildi; okurken sıkılmadığımı yine de söylemem gerek: eksiklik olarak ise ilk başta kurgunun uzatılarak kalın bir kitap ortaya çıkartıldığını söylemem gerek. Konuların bazen gereksiz yere uzatıldığını bazen de nedensiz eklemeler yapıldığını gördüm. Konuları uzatması bir yerden sonra olayları karıştırmasına da neden olmuş gibi… Bir de Türkçe çeviri de bazen karakter isimleri diyaloglarda yanlış ifade edilmiş.
Olaylar, işinde başarılı bir polisin intihar etmesi ile başlıyor. Geçmişte yaşanan bazı olaylarda araya serpiştirilmiş; belli ki iki konu birleştirilecek. Peki bu polis gerçekten intihar mı etmişti? Sam Kovac ve Nikki Liska genç polisi ölüme götürebilecek nedenleri, onu kimin öldürmek isteyeceğini öğrenmeye çalışarak bir şüpheliden diğer bir şüpheliye giden uzun bir yolculuğa başlıyorlar. Tabii dosya kapanıyor bu sırada, intihar ettiği sabitleniyor ama Kovac ve Liska inatçı iki polis! İşin peşini bırakmıyorlar; tabii buldukları ipuçları ile beraber iş sarpa sarıyor ve çorap söküğü gibi bir çok olay aydınlanıyor.
Liska ile Kovac’ın birbirleriyle olan diyalogları komikti. Kurgunun temelinde ise polis departmanı içerisinde yaşanan gay ilişkilerin yattığını görüyoruz. Geçmişte kalan hesabı alınmamış olaylar, günümüzde polislerin yaşadığı zorluluklar, içişlerinin polis departmanı üzerindeki etkileri, aile içi şiddet ve aile içerisinde yaşanan istenmeyen olaylar, yanlış kararlar ve tabii ki bu tip kitaplar için olmazsa olmaz cinsellik. Orta karar bir polisiye film ne kadar başarılı ise, bu roman da o kadar başarılı diyebiliriz.
İyi okumalar.