İskender Pala’nın kaleme aldığı Şah ve Sultan romanını daha önce okumuştum: fakat şimdilerde Yavuz Sultan Selim üzerinde yapılan tartışmalar neticesinde, 3. köprüye isminin verilmesi ve aleviler üzerindeki baskısını irdelemek için kitabı tekrar okuma ihtiyacı hissettim. Çünkü her ne kadar roman olsa da tarihi bilgiler içeriyordu ve tarihi bir karakterin analizini yapmak için okunması gereken kitaplardan biri olarak görüyordum. Bloguma yazısını eklemediğimi görünce de bir yazı patlatmam gerekti…
Şah & Sultan tarihî bir roman niteliği taşıyor. Roman, isimlerden de Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim arasında geçen çatışımı temel alıyor. Bu yönüyle yapıt, romandan ziyade söz konusu iki şahsiyetin paralel biyografilerini andırıyor. Tabii ki ele alınan bu meşhur çatışmalar silsilesi/olaylar zinciri, bu iki hükümdarın arasındaki savaşı salt olarak ele almıyor. Bir roman için hacimli sayılabilecek bu eserde iki hükümdar arasındaki ilişkinin yalnızca savaşlar düzeyinde olduğu dikkate alındığında, eserin daha başka dinamiklerle sürdürüldüğü anlaşılıyor. İskender Pala’nın romanı işte bu iki tarihî şahsiyetin hayatını, özellikle de Kızılbaş / Safevi Şah İsmail ile Sünnî/ Osmanlı Yavuz Selim’in 1500’lerin hemen başından ölümlerine kadar geçen yılları ve aralarındaki mücadeleyi, Çaldıran doruk noktası olacak biçimde hikâye ediyor. Fakat tarihi açıdan bakıldığında, kitap da çok büyük eksiklikler olduğu gözükür. Bu eksiklikler, daha çok kitap da yer almayan savaşlar ile olaylardır. Örnek vermek gerekirse; Sultan Selim’in babasıyla olan savaşları ile kardeşlerini tahttan uzaklaştırmak için yaptıklarına neredeyse hiç değinilmez. Sultan Beyazıt’ın verdiği tepki ile aralarındaki husumet tek cümle ile ifade edilirken, kardeşleri Korkut ve Ahmet’i bertaraf etmesi 447 sayfalık cep boy kitapta bir buçuk cümle ile geçiştirilir.
Yapıtı ciddi bir biyografiden uzaklaştırıp ona bir masal havası ekleyen öğeler de yok değil. Kitabın didaktik söylemi, Selim’in Tebriz’deki Safevi Sarayı’na derviş kılığında girip İsmail’in karısı Taçlı Hatun’a, İsmail’in de bulunduğu bir mecliste, yani onun gözleri önünde kur yapması ya da Selim’e Mısır seferinde, ordusunun Şam’da konakladığı zaman zarfında hizmetini gören cariyenin Selim’e duyduğu aşkın yarattığı heyecana dayanamayıp onun kollarında ölmesi gibi olayların varlığı bu masal havasını veren unsurlardan.
Sevgi, romanda kendine geniş yer buluyor. Sevgiyi anlamak isteyen Kamber Can’ın bu konudaki düşünceleri ve soruları ile biz de Sevgi’yi arayışa ortak oluyoruz. Bunun yanında romandaki temel dinamiklerden birini teşkil eden aşk, kendi içinde çok boyutluluk taşımaktadır. Biz buna çok boyutlu bir aşk örgüsü diyebiliriz. Şöyle ki; romandaki ilk aşk serüveni Taçlı ve Ömer arasında vücut bulur. Sonradan Şah İsmail, Taçlı’yı sarayına alır ve aşk ibresi bu anlamda yön değiştirir, yani Şah İsmail’in tutkulu aşkı başlar. Çaldıran meydanında, savaşın Şah İsmail tarafından kaybedilmesi, bunun üzerine Şah’ın kendine ait ne varsa –Taçlı da dâhil olmak üzere – savaş meydanında Yavuz’a terk etmesi, Sultan Selim’in, bunun üzerine Taçlı’yı esir olarak İstanbul’a götürmesi, son olarak da bunu takip eden olaylar zincirinde kesin olmamakla birlikte Taçlı’ya âşık olmuş olması ihtimal dâhilindedir.
Aynı dönemin iki önemli karakterini bir araya getiren roman, bu karakterler arasındaki benzerlikleri de dile getirmiştir: ‘’ Yaşananlar, Selim ile İsmail’i birbirinin karşısına koymuştu. İkisi de aynı dehaya sahipti ve ikisi de cihangir olmak istiyordu. İkisinin de artık diğerine tahammülü yoktu ve ikisi de kendi varlığını diğerinin yokluğunda görmeye başlamıştı. Aslanlar karşılıklı birbirine kükrüyor, sesleri etrafa dehşet saçıyordu. Yaptıklarının farkındalıkla yapıyor ve diğerinin bunu fark etmesini istiyorlardı. İzledikleri siyaset birbirilerinin adımlarını takibi gerektiriyordu. Her ikisi de büyük hükümdarlık kumaşından biçilmiş siyaset gömlekleri giyiyorlardı ve her ikisinde de acımasızlık en belirgin vasıf idi. Elbette günün birinde yollarının kesişeceğinin farkındaydılar. ‘’(s.70)
Roman da Yavuz Sultan Selim‘in tarafının ağır bastığı bir gerçek: o dönemde yaşananların asıl suçlusu olarak kefeye Şah İsmail konuluyor. Belki de bunda Şah’ın izlediği siyasetin sonucunu görmek mümkündür. Osmanlı Devleti içerisinde genişlemek için yaptığı ince siyaset, doğru bulunmayabilir: çünkü bu yaptıkları, aynı halk içerisinde ayrımcılıkları körüklemekten öte, dini de suistimal eden bir sonuç doğurmuştur. Buna karşılık Yavuz Sultan Selim‘in sadece cihadı düşünmesi, dini açıdan yine doğru bulunabilir. Yazar da böyle düşünmüş olacak ki Şah İsmail’i genellikle yaşananların sorumlusu olarak görür ve zaten savaş sonrası inzivaya çekilmesini de bunlara bağlar. Yine de çoğu yerde Şah ismail’in hakkını teslim eden cümlelerde kullanır, bunun yanında duygu dünyasının izlerini taşıyan sahneleri de romana ekler. Aleviliğe getirilen eleştirilere de roman karakterlerinin ağzından yer veren yazar, Osmanlı’nın yaptığı iddaa edilen katliamlardan bahsetmek yerine o dönem de Yavuz Sultan Selim’in yaptığı politikayı örneklemekle yetinir. Ki bu yaptığı davranış, tarihi belgelere de uygun olur.
Tarihi romanları sevenler için kaçırılmaması gereken bir roman, Şah ve Sultan.
Her şeye rağmen eksiklikleri olduğu gerçek: hayali karakterler ile kurgunun sağlamlaştırılması ve anlatımın dinamikleştirilmesi ise bir başarıdır.
Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in dönemlerinde yaptıkları politikaya farklı bir bakış açısı getirmek için okunması gereken kitaplardan biridir.
Bu arada iki liderin duygusal yönünü okurken gerçekten insan şaşırıyor: bu kadar büyük hükümdarların bile aşk karşısındaki çırpınışları, düştükleri durum! Vah be! Aşk nelere kâdirsin! Sultan Selim ile Şah’ın Taçlı Hatun’a yazdıkları şiirler ile Yavuz’un Taçlı Hatun ile karşılaşmasında söylediği ” Başkasının çiğnediği sakızı çiğnemem ” cümlesi… Okunası yerler…
Ben bir çırpıda okudum.
Tavsiye ederim.
İyi okumalar.