Şeytanın Çırağı adlı eser, Japon edebiyatı polisiye türünün en önemli isimlerinden biri olarak dilimizde Şiro Hamao olarak çevirilen yazarın İthaki Yayınları tarafından okuyucuyla buluşan eserinin adıdır. Orijinal adı 悪魔の弟子 (Akuma no deshi) olan ve aslında Türkçe’ye tam olarak “Şeytanın Öğrencisi” şeklinde çevirebileceğimiz kitabın Japoncadan çevirisi ise Nilay Çalşimşek tarafından yapıldı. 128 sayfalık eser yayınevi tarafından Japon Klasikleri – 3 koduyla yayımlandı. Elimde 2023 Nisan tarihli 16. baskısı yer alırken, eserin ilk baskısının tarihi belirtilmemişti (Japonya’da ilk kez 1929 yılında yayımlanmış olduğunu öğrendim). Güvenilir kitap siteleri üzerinde ben bu yazıyı hazırladığım sıralarda yaklaşık 44 TL gibi bir fiyata eseri satın alabiliyordunuz.
Şeytanın Çırağı adlı kitabın yazarı olan Hamao, ilk kez eserini okuduğum yazarlardan biriydi. Bu yüzden hayat hikayesini kitabı okumadan önce inceledim: bir dönem savcılık yapan yazarımız sonrasında dedektif öyküleri yazan biri oldu ve 40 yaşında beyin kanamasından hayatını kaybetti. Evlendiği eşinin soyadını alan yazarımız hakkında ilginç bilgilerden bir tanesi yaşadığı dönemde eşcinsel hakları savunucusu olmasıydı (eserlerinde eşcinsellik önemli yer tutuyormuş ki Japonya’nın en ünlü polisiye yazarı Edogaya Ranpo, Hamao için, “Homoseksüellik konusunda her şeyi ondan öğrendim” demiş). Bu bilgileri yazarın kitabında yer alan biyografisi de doğruluyordu. Zaten kitapta yer alan novellaları okuduğumuzda eşcinselliğe yönelik ifadelerin izleri olduğunu görüyoruz, bazıları da açık açık yazılmıştı.
Sayfa İçerikleri
Şeytanın Çırağı Kitap İncelemesi
Kitabın kapak illüstrasyonuyayınevi tarafından birine yaptırılmış ancak benim Google üzerinde yaptığım araştırmada söz konusu görselin özellikle Japon görsellerin satıldığı resmi sitelerde benzerinin satışının yapıldığını (hatta satıldığını) gördüm. Kapakta bir Japon kadının elinde fenerle sokakta dolaştığını görüyoruz, yıl olarak bazı sitelerde 17. yüzyıl verilse de 1920’li tarihler olduğunu yazan sitelerde var: romanımızın da benzer tarihlerde geçtiğini söylemiştik. Arka kapakta ise kitaptan, kitabı merak ettirecek özenle seçilmiş bir cümle ile kırmızı beyaz zemin üzerinde iki kısa romanın kısa bir özeti ve yazarın öne çıkan özelliği okuyucuya aktarılmaya çalışılıyor (kapak illüstrasyonu Şotei Takahaşi çalışması olabilir ama tam emin değilim).
Şeytanın Çırağı adlı kitap ülkemizde Novella türünde en çok okunan eserler arasında ilk 10’a girdi, girecek gibi… Polisiye roman türleri arasında da en çok okunan ilk 60 eser arasında sayabiliriz. Novella neydi bu arada? Bir hikâyeden uzun, romandan kısa, olayları hikâyeden daha ayrıntılı ve kişi kadrosu hikâyeden daha geniş olan edebi eserlere Novella diyoruz. Kitabımızda iki roman yani iki novella var. Bu romanların isimleri ise Şeytanın Çırağı ve Onları Öldürdü mü? şeklindeydi. Her iki novella kendi içerisinde bölümlere ayrılmıştı. Bazı Japonca kelimelerin anlamları da çevirmen tarafından dipnot olarak eklenmişti (örneğin, paar kelimesi).
Kitabın ilk kısmına yayınevi tarafından adeta bilgi notunu andıran bir metin de eklenmişti: bu metnin başlığı “Japonca isimlerin yazılışı ve telaffuzu hakkında” şeklindeydi. Bu kısımda çevirmen tarafından biz okuyuculara adeta genel kültür dersi verildi: “Japoncada kişi isimleri soyad, ad sırasıyla yazılır. Yazarın adı Japoncada Hamao Şiro olarak yazılır, yani adı Şiro, soyadı Hamao’dur. Türkçe sıralamayla Şiro Hamao şeklindedir. … Eserde kişi isimleri Türkçe sıralamaya uygun olarak yazılmıştır.” (s. 5) şeklinde ilk defa öğrendiğim bilgiler paylaşıldı. Ayrıca devamında kitaptaki karakterlerin isimlerinin Türkçe okunuşunun yazılı hali de verildi. Böylelikle okurken daha dikkatli okudum.
Şeytanın Çırağı iki farklı cinayet olayına odaklanıyor
Eserdeki ilk romanımız kitaba ismini veren Şeytanın Çırağı şeklindeydi. Bu kısımda cinayetle suçlanan bir suçlunun, çocukluk arkadaşı olan savcıya yazdığı mektubu okuyoruz. Mektubun büyük bir kısmında suçlu, savcı olan çocukluk arkadaşına suçlamalar yöneltirken kendisine de inanmasını istiyor, birlikte oldukları dönemde savcının kendisine önerdiği Edgar Allan Poe, Arthur Conan Doyle, R. Austin Freeman, Richard Freiherr von Krafft-Ebing, Edward Carpenter, Walt Whitman, Michel de Montaigne gibi edebiyat dünyasının tanınmış isimlerinden bahsediyordu. Güya savcı, suçluyu çocukken bu kitaplara yöneltmişti, bu cümleler dikkatimi çekti. Çünkü bu isimler, evet önemliydi, ancak karakteri olduğu kadar acaba yazarı da etkilemişler miydi?
Poe, Doyle, Freeman dedektif ve polisiye türünden eserler veren isimlerdi; kendisi de bir polisiye roman yazan yazarımızı etkilemeleri (yazarımızdan önce yaşadıkları ve eser ortaya çıkardıkları için) normaldi. Kitaptaki karakterimizi de işleyeceği suç için etkileyebilirdi. Krafft-Ebing ise psikiyatristti ancak eşcinsellik hakkında çalışmaları olan biriydi. Carpenter ve Whitman arkadaştı ancak her ikisi de homoseksüel haklarını savunan isimlerdi. Montaigne’in bu isimler arasında yer alması herhalde hakkındaki homoseksüel ilişki iddialarından dolayı olsa gerek diye düşünüyorum. Yani yazar hem polisiye konusundaki bilgi birikiminin arka planını hem de sapkın düşüncesinin kaynağını karakterleri üzerinden bir nevi ifşa ediyordu.
Şeytanın Çırağı adlı eserde, savcının görüşlerine yer verilmedi, savcıyı suçlu tarafından anlatıldığı kadarıyla tanıyor, anlamaya çalışıyoruz. Ancak suçlunun kaleminden “Çocukluk yıllarımda sizinle karşılaşmış olmasaydım, hiç şüphesiz şimdi burada olmayacaktım. Siz, bana suçu öğreten insan değilsiniz; siz, bana bir suçlunun kişiliğini kazandıran insansınız.” (s. 16) şeklinde ithamda bulunulan savcının, yukarıda adını saydığım yazarların eserleri ile buluşturduğu suçlunun üzerindeki etkisini ve yazarın bakış açısının tam olarak ne olduğunu anlamaya çalıştım. “Lisedeyken bana önerdiğiniz tüm kitapları yeniden okudum. En zekice cinayetin nasıl işlenebileceğini araştırdım.” (s. 31) diyerek yazarların eserleriyle daha fazla ilişkilendirme çabası olduğunu gördüm.
Yazar eserinde suçlunun ağzından yazarların etkisinden bahsettikten sonra “Bu şekilde, akla gelebilecek her türlü silahla saldırıya uğrayıp sizin tarafınızdan şeytanın felsefesini inşa etmeye zorlandım.” (s. 16) ifadesiyle ne demek istedi? Hem homoseksüelliği savunan biri hem de bunu karakteri üzerinden şeytani bir şeymiş gibi göstermiş olmadı mı? Bu ve üstteki paragrafı, yazarın hayat hikayesi üzerinden okuduğumda ilginç bulduğumu söylemem gerek. Homoseksüellik açısından çocuklara ve gençlere iyi örnek olacağını sanmıyorum: keşke konuyla hiçbir alakası olmayan bu tür nefsi bir şeyi, kurguya eklemeseydi yazar… İlla kendi karakterlerini dibine kadar yansıtacaklar! En önemli olumsuz yanı buydu…
Kitapta psikolojik olarak zor durumda olan, geceleri uyuyamayan birinin bedensel ve ruhsal durumu üzerinde de sıkça duruluyor: yeri geldiğinde kullandığı ilaçların adına kadar her ayrıntıyı yazar veriyor (Veronal, Bromal, Adalin sanırım bu ilaçların adları). Suçlunun son tahlilde geldiği psikolojik durumu “Oysa bir kez sizin şeytani felsefenizi öğrenen biri, nasıl olur da yeniden, ailesinin yaşadığı o sade ve gösterişsiz taşra toprağına ayak basabilirdi ki?” (s. 21) sözleriyle özetleyen yazarın eşcinselliğe bakış açısının izlerini “Siz, benden daha genç ve güzel bir oğlana gönlünüzü kaptırdıktan sonra kendimi bir süre yalnızlığın tam ortasında buldum.” (s. 19) sözlerinde görüyoruz. Normalmiş gibi hareket ediyor… Değişik bir sapıklık durumu, ahlaksızlık var. Şeytanın Çırağı adlı kısa romanda sadece mektup varken dava sonucunun ne olduğunu bilemiyoruz.
Onları Öldürdü mü? Üç kurban var ama hangisi masum?
İkinci bölüm olan Onları Öldürdü mü? Romanında “Oysa sadece bir hukukçu olan ben …” (s. 56) diyen bir avukatın başından geçen olayları kendi ağzından takip ediyoruz. Aslında avukatımız olaylar karşısında tüm gerçekliğe sahip ancak bu gerçekliğin bir roman olabileceğini düşünerek, en baştan anlatıyor olayları ve bizde takip ediyoruz. Bunu yaparken de “Polisiye roman yazarı olan sizlerin …” (s. 80) veya “Mesela şuna ne dersiniz? Karısını öldürenin Seizo Oda’nın kendisi olma ihtimali.” (s. 80) cümleleriyle okuyucuyla konuşmaya çalışıyor, başından geçen bu olayın bir roman gibi olduğunu söylüyor, “Bu hatırat hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim. Gerisini sadece sizlerin tahmin ve hayal gücüne bırakıyorum.” (s. 127) diyerek olaya konu hatırat hakkında bizleri yönlendirmeye, düşündürmeye sevk ediyordu.
Ayrıca “Bunun hangi şekilde benim elime geçtiği konumuzla ilgili olmadığından burada bahsetmeyeceğim.” (s. 99) diyerek okurken aklımıza gelebilecek varsayımların önünü tıkıyordu.
Yazarın yukarıda bahsettiğim yolu kullanması, okuyucuyu kitaba bağlayan etkenler olarak sıralanabilirdi. Bu bölümde aslında suçlumuzun gerek ailevi hayatında yaşadıkları gerek aşk hayatında yaşadıkları sonucu başından geçenler anlatılıyor. Suçlumuzun kadınlara ve kadınlara yönelik nefreti var: hem ailesi hem de sevdiği kadın yüzünden. Her ikisi sonucu hem kanunlardan hem de aşkından intikam almak için kendine bir yol çiziyor. Burada hikayeyi özetleyen cümle herhalde yazarın “Sapkın arzuları olan insanlarda sıklıkla görülen bir şeydir; fiziksel olarak mazoşist, duygusal ve zihinsel olarak bunun tam tersi olan insanlar vardır.” (s. 127) şeklindeki avukatımız üzerinden bizlere aktardığı tespitiydi. Bunu kitabı okuyanlar daha iyi anlayacaktır.
Şeytanın Çırağı bir polisiye roman. Bu türde olmazsa olmaz gizemdir, meraktır; tabii bir de suç olmak zorundadır. Her iki kısa romanda da suç, bir cinayet. Başından sonuna kadar cinayetin arkasındaki gizemi öğrenmeye çalışıyor, tahminde bulunuyoruz. Fakat yazar eserinde suçluların bakış açısından bir psikolojik arka plan oluşturmaya çalışmış ki okuduktan sonra aslında olayların suçluların geçmişinde yaşadıklarının bir sonucu olduğunu görüyoruz. Yine de ilk defa okuduğum bir yazar olması, Japon kültürünün örneklerini de içerisinde barındırması açısından ve tabii ki kısa bir roman olması dolayısıyla çerezlik niyetine hemencecik okudum. Genel kültür hakkında bir katkısı oldu mu? Eh. Ancak Japon kültürünün özellikle 1900’lü yılların başındaki durumu, Japon edebiyatına ait her eseri okuduktan sonra beni üzüyor. Ne kadar korkunç durumdalardı!
Şeytanın Çırağı adlı eserde kadınların “kendisini feda ederek” evlilikler yapması her iki kısa romanda da anlatılıyor: bu, yazarın hayatında gerçekleşen evlilikle bağdaşır mı acaba diye düşünmedim değil. Ancak yazarın anlattıklarından o dönem Japon kültüründe görücü usulü evliliklerin yanında kadınların ailelerinin durumunu düşünerek de (üstelik server için, diyor yazar kitabında) evlilikler yaptıklarını görüyoruz (çıkar ilişkisine dayalı): “Çünkü zeki kadınlar böyle şeyleri oldukça iyi düşünürler.” (s. 60) diyor yazar kadınların bu tercihi konusunda. Ama her iki romanda da olması hasebiyle yazarı da etkileyen bir konu olsa gerek.
Bu arada kitabı okuduktan sonra merak ettiğim konulardan bir tanesi de Mahjong adlı oyundu. Okey oyununun atası olduğu şeklinde yorumlar var. Aşağıya bir video bırakıyorum. Bu oyunu bir ara iyice incelemek gerek.
Kitap çevirisi hakkında ise; Japonca bilmediğimden ne oranda çeviri başarılı bilemiyorum ancak okumanın akıcılığı ve yalınlığı nedeniyle başarılı bir çeviri olduğunu düşünüyorum. Düşük cümleler yoktu, anlatılan kolay anlaşılıyordu, gerekli bilgiler dip not olarak verilmişti. Yine de; “incelemiş” yerine “incelenmiş” olmalıydı (s. 9), “endişelenmemizi” yerine “endişelenmememizi” şeklinde olmalıydı (s. 93), “öldürüreceği” yerine “öldüreceği” şeklinde olmalıydı (s. 95), “duyudum” yerine “duydum” şeklinde olmalıydı (s. 123) şeklinde imla hatalarının olduğunu gördüm. Bu arada sırası gelmişken yayınevlerine çağrıda bulunuyorum: son kontrolü yapan arkadaşları iyice uyarın! Bu tip basit hataları nasıl göremezler?
Şeytanın Çırağı bildiğim polisiye romanlarına benzemiyor: bu bir gerçek. Ayrıca bizden çok farklı bir kültüre ait şeyleri okuyoruz. Eserin sade ve akıcı olması dikkati çekiyor. Bu da hızlı bir okuma sağlıyor: çünkü okurken katilleri kovalamıyor, maktule bakıp derin ve kafa patlatan analizler yapmıyorduk… Sadece ve sadece anlatıcı ile biz okuyucular varız: Şeytanın Çırağı mektup yoluyla, Onları Öldürdü mü? anılar ve mektuplarla ilerliyor. Yine de her iki romanda cinayetlerin ve olayların gidişatı nedeniyle bir kadın düşmanlığının olduğu, eşcinselliğin ise normal gösterilmeye çalışıldığının izleri var diyebiliriz. Normalde polisiye romanlarda katile üzülmezsiniz ancak bu eserde katilin hikayesi ve geçmişi sizi ele geçirip ilginç duygular yaşamanıza neden olabiliyor.
Velhasıl… Gerçek, sadece gördüklerimiz midir?
Okuduktan sonra sorulabilecek en mantıklı soru bu…
İyi okumalar.