Sinemada kült olmuş Matrix serisinin yönetmenleri Wachowski Kardeşler ile Parfüm ( veya Koku ) kitabını beyazperdeye başarılı bir şekilde aktaran Tom Tykwer’in bir araya gelip David Mitchell’in aynı adlı romanından ortaya çıkardıkları Bulut Atlası filmi ilk ortaya çıktığından beri sinemaseverleri heyecanlandırmıştı; Tom Hanks, Halle Berry, Jim Sturgess, Hugo Weaving, Jim Broadbent, Susan Sarandon, Ben Whishaw, Keith David, Hugh Grant gibi birbirinden ünlü oyuncuların bir arada olması filmin beklentisini de artırmıştı. Peki ya sonuç?
Filmi anlamak için; hem kitabını okumalı hem de filme felsefik açıdan bakmak gerek diye düşünüyorum; çünkü ne arkadaşlarla, ne de sevgiliyle veya sinemada izlenebilecek bir film olarak görmüyorum bu filmi. Birbirinden bağımsız gibi gözüken fakat daha çok evrim teorisi ile reenkarnasyon arasında gelip giden felsefik bir mantığa göre hareket eden 6 farklı hikayeyi izlerken, bu farklı hikayeler arasında o kadar gel git yaşanıyor ki; sizin dikkatinizi dağıtacak en ufak bir şey filmden kopmanıza neden olacaktır. Ki bu yüzden; bir çok kişi filmi beğenmedi ve belki de film bu yüzden beklenen ilgiyi göremeyerek zarar etti!
Bulut Atlası kitabında, bu 6 farklı hikaye filmdeki gibi değil de; daha farklı işleniyor: her hikaye daha bitmeden, bir sonraki hikayeye geçiyor ve oradan devam ediyor. Filmde ise yönetmenler senaryoyu yazarken, bu 6 farklı hikayeyi bir arada, son zamanlarda sinemada çok etkin olan geçmişe gidip gelme yöntemiyle bizlere sunmaya çalışıyorlar ve bu da filme bir açıdan aksiyon ve hız, bir açıdan merak, bir açıdan da çoğu izleyicinin tepkisi olan ‘saçmalık’ katıyor.
Filmi anlamaya çalıştıktan sonra ise hem taklit hem de kendi içerisinde değerlendirmek gerek sanırım; çünkü içerisinde bir çok filmde göreceğiniz benzer şeyler görmek mümkün. Buna taklit mi demeli? Bilemiyorum; çünkü bazı şeyleri izleyiciye aktarmak için farklı seçenekler olmuyor. Fakat; bir çok sahnede diğer bilimkurgu filmlerinde görebileceğimiz sahnelerin yer alması ‘bütün hayatlar birbirine bağlıdır.’ gibi kadim bir sözü yeni bir buluşmuş gibi ekrana yansıtan , matrix filmi gibi başarılı bir bilimkurgu felsefesi ortaya çıkarmış yönetmenlerden beklemediğim sahnelerdi. Hele; reaktörün karşısında Tom Hanks ile Halle Berry’nin konuştuğu sahne çok komikti: ve basitti de…
Filmin içerisinde çok fazla ‘mesaj verme kaygısı’ güden sözler var; bu da filmin yönetmenler tarafından ‘ihtilal’ bakışı güdülerek yapıldığını ve bir çok şeye ‘karşı’ çıkan devrimsel bir yapım olması için yapıldığını gösteriyor; fakat bunu yaparken sürekli aynı şeyleri tekrarlaması izleyici açısından bıkkınlık oluşturuyor. Akılda kalıcı bir karakter betimlemesi yapılmaması da filmin en büyük handikaplarından biri; fakat yönetmenlerin içten içe bazı mesajlar vermek istediklerini sadece ben mi sezdim bilemiyorum: İblis karakterinin, Amerikan Rüyasının baş aktörü olan Tom Amcaya benzemesi ve yüzünün dolar’ın rengi olan yeşil renkte olması ve insanların fabrikalarda yok edilip tekrar insanlara yiyecek olarak sunulması ( kölelik sistemi ) ve ‘zenciler ile beyazlar bir arada yaşayabilir’ in kanıtı olsun diye harmanladıkları avukat-zenci köle yakınlaşması ile belki de film için en önemli ve bana göre gereksiz olan ‘gay ilişkisi’ ile verilmek istenen ‘onlarda istedikleri gibi yaşamalı’ mesajı gibi daha bir çok konu… Siz de bu gibi şeyleri sezdiniz mi? Aslına bakarsanız ön planda bir kuantum, evrim teorisi ve reenkarnasyon izleri taşıyan, taklit sahneler ile yeni bir ‘kült’ film olma beklentisi içerisinde olan sinemasal bir yapıt varmış izlenimi olsa da ilk başta içerisinde derin ve farklı anlamlara gelebilecek, yönetmenlerin izlerini taşıyan bu gibi sahneler ben de yönetmenlerin ‘endüstriyel’ dünyaya karşı düşüncelerini filmlerine serpiştirdikleri izlenimi oluşturdu diyebilirim.
Filmin müzikleri daha başarılı olabilirdi bu kadar iddaalı bir yapımda; bulut orkestrası senfonisi adı altında bizlere sunulan herhangi bir başarılı müzik çalışması göremedim. Acaba Operadan anlamıyor muyum? Ama filmin makyaj konusunda -bana göre- kesinlikle akademi ödülü alacağına inanıyorum; yukarıda isimlerini saydığım oyuncu kadrosundaki her biri film içerisinde kılıktan kılığa girdi ve bazılarında gerçekte kim olduklarını anlamamız filmin sonundaki oyuncu tanıtımları sonucunda kafamıza dank etti diyebilirim!
Son tahlilde; İzlenmeli. Ülkemizde iyi bir gişe yapamayacaktır ve tabii ki Dünyada da çok iyi bir gişe yapamayacaktır. Hatta zarar etti belki de! Alışkanlıklarımızı gözden geçirmeye iten bir çalışma olmuş yine de; kuantum, evrim teorisi ve reenkarnasyon gibi bizim topluma uzak bir felsefik yapısı var: ve tabii ki bir çok biimkurgu filminden izler de taşıması ‘aynı şeyleri izliyoruz’ havası da yaratabilir. Yani aslında teknik olarak farklı ( özellikle uzak doğu’nun geleceğinin anlatıldığı sahneler ve teknolojik imkanlar ) ancak hikaye olarak çok orjinal değil, son on yılın basma kalıp dayatmacı ve ” çok biliyoruz” edaları ile nereden geldik nereye gidiyoruz yaklaşımı var filmde: bunu zaten Avatarda da gördük Matrixde ve daha bir çok bilimkurgu filminde de. Biz doğulular için doyuruculuktan uzak felsefi yaklaşımlar bunlar. Ancak sinema tekniğine ve özellikle makyaja şapka çıkarıyorum. 3 saatlik uzun yapısı ve bence gereksiz olan bir çok sahnesinin yanında, sinema izleyicisinin herhangi bir beklenti duymadan, sadece izlerken düşünmek ve bazı gerçekleri filmde görmek adına boş zamanında izleyebileceği bir film olarak görüyorum.
Bu arada belirteyim; bir çok ödül almış kitap hakkında yakın zamana kadar ‘bunun filmi çekilemeyecek kadar karmakarışık bir kitap’ deniyordu. Belki de en iyisi budur, kim bilir!
Benim puanım 7.
İyi seyirler.