Japonların en ünlü yönetmenlerinden olan Kinji Fukasaku’ya adanmış – ki kendisi uzak doğunun en önemli yönetmenlerinden biridir ve bir çok ödül almıştır. – bu kült filmi, uzun yıllar sonra tekrar izleme fırsatı buldum. Üniversiteye ilk başladığım sene yani 2004 de ( fakat yapım yılı 2003 ) sinemalarda yerini alan ve ünlü yönetmen Quentin Tarantino’nun 4. filmi olarak filmin kendisinde de lanse edilen o zamanların en güzel kadınlarından olan dünyaca ünlü Uma Thurman‘ın başrolde oynadığı bu filmi tekrar izleyip blogum için yazmak istedim.
Filmin konusuna gelince: ‘Gelin’ (The Bride) takma adıyla bilinen kiralık katil, düğünü sırasında – biz düğün olduğunu sanıyoruz, düğünmüş gibi bir izlenime sahip – kilise de saldırıya uğrar. Kilisedeki herkes öldürülür. O da karnındaki bebeğini düşürür ama hayatta kalmayı başarır. 5 yıl boyunca komada kalan ve hastanede bu şekilde zamanın geçmesinden sonra Gelin, bir mucize eseri hayata geri döner. Artık tek amacı vardır: Ona pusu kuran eski patronu Bill ve adamlarını teker, teker öldürmek. Bill’i en son öldürecektir. Gelin intikamını almak için yola koyulur ve kendi belirlediği sıraya göre onlarla karşılaşır. Film, bu azılı düşmanlarından bir kaçını öldürdükten sonra tam zamanında bitiyor ve 2. filmle yoluna devam edeceğinin sinyalini veriyor.
Filmin değişik bir başlangıç stili vardı: gerçi bunu yönetmen Tarantino’nun bir çok filminde de görmek mümkün. Bölümler arasında zamanda yolculuk yaparken her bölümün kendi adını taşıyan isimleriyle karşılaşıyoruz. Tıpkı kitabın bölümleri gibi… İlk bölümde: Yüzü gözü dağılmış, kanlar içerisinde gelinliğiyle yerde yatan ve yüzü gözükmeyen biriyle konuşmaya çalışırken ki sahne ile başlıyor film. Makyajdaki başarı yüzünü ilk burada gösteriyor bize. sadece ayakkabılarını gördüğümüz bu beyfendinin mendiliyle gelinin yüzünü sildiği an da mendilde yazan bill yazısıyla bütün bunları kimin yaptığını görüyoruz: BİLL!. İkinci bölümde ise filmin başındaki sahneden sonra olanları görüyoruz. Ve sonrasında ise intikam için ziyaret ettiği diğer katil arkadaşlarının adlarını taşıyan bölümleri izliyoruz. Savaş sanatı konusundaki mesajları ile diyaloglarda yer alan iğneleyici konuşmalar senaryonun ne kadar başarılı olduğunun örnekleri olarak gösterilebilir. Müzikleri ise zaten bir çoğumuzun şuan bile dillendirdiği müzikler: mesela bang bang şarkısı ile hastanede sarışın katilin ıslık çalması sahneleri güzeldi ve müzik seçimleri de dolayısıyla doğru tercih olmuştu. Hastane gibi akustik bir ortamda ıslık çalmanın değişik bir keyif vereceğini düşünenlerdenim ve her zaman ben de yapmak istemişimdir. :)
Öldürücü Engerek Suikast Mangası olarak geçiyor bu katillerin oluşturduğu örgütün adı. Ve bu örgüte ait diğerlerini öldürmek için yola çıkan gelinimiz, her katille karşılaşmadan önce bize yönetmen aracılığıyla rakiplerinin geçmişini anlatıyor ki bu da kurguyu sağlamlaştırmak için güzel bir tercih. İçerisinde çizgi film ya da manga tarzında olan sahnelerin olması da garibinize gidebilir. Çinli oyuncunun olduğu bölüm neredeyse çizgi filmle anlatıldı ve bu sahneler hem karakterin geçmişi konusunda bize bilgi verdi hem de anime açısından filme değişik bir tat kattı diyebilirim.
Gelelim filmin en dikkat çekici karakterlerinden biri olan Hattori Hanzo‘dan bahsetmeye: ilk ismini duyduğumda aklıma hemen Kemal Sunal’ın yeşilçam sinemasında oynadığı Hanzo karakteri gelmişti. Gülümsemiştim ki kill bill filmiyle alakası olmayan bir karşılaştırmaydı. Fakat Hattori Hanzo karakteri günümüzde bir çok şekilde kullanılmakla beraber yönetmenin Japonlara bir saygı göstergesi olarak gösterilebilir. Ayrıca kurguyu daha da keskinleştirmek için de kullanılmış olabilir. Kendisi 16. yüzyılda yaşamış ünlü samuray ve ninja ustasıydı. Bir çok video oyunu, anime ve filmde kendisine karakter olarak yer verilmiştir. Bunlardan başlıcaları şunlardır. Kill Bill, Samurai Shodown, The King of Fighters serisi gibi… Ve ürettiği kılıç ile samuraylara da bir saygı duruşunda bulunulmuş diyebiliriz.
Final sahnesi, müziği ve karlar içerisinde iki güzel kadının karşılaşması ile bitiyor. Gelinliği ile kanlar içerisinde filmin başında karşımıza çıkan Uma Thurman bu sefer sarı elbisesi içerisinde – ki bu haliyle fransa bisiklet turunu ilk sırada bitiren biriymiş izlenimi veriyordu. – , bembeyaz karlar üzerinde beyaz elbisesiyle çinli katil ile dövüşmek için duruyordu. Uzak doğunun bembeyaz topraklarında Latin müzikleri eşliğinde bir film çekmek de herkesin harcı değildir herhalde. :)) Yönetmenin ustaca oluşturduğu karakterlerin eseri, kol ve bacakların havada uçuştuğu, bolca kan görebileceğiniz, efektlere pek ihtiyaç duymadan, diyalogları ve kurgusu ile hikayesinin ayakta tuttuğu bu filmi 1 kez olsun izlemek gerek…
Kill Bill bilinçli olarak içerdiği onca klişeye, absürdlüğe rağmen kesinlikle bir komedi filmi değil. Filmin güzelliği de bu noktada ortaya çıkıyor. Komedi değil ama sadece eğlendirerek kendini de ciddiye almıyor. Aykırı yönetmen Quentin Tarantino‘nun ‘Rezervuar Köpekleri’yle başlayan başarılı kariyerinin en önemli yapıtlarından biri olan film, uzakdoğu dövüş filmlerinden beslendiği estetik harikası bir yapım. Bu kült film mutlaka izlenmeli.