Nuh: Büyük Tufan filmini izlemeden önce ben de her Müslüman kardeşim gibi; ön yargılı bir şekilde bakmıştım olaya: yani, tarihi ve semavi dinlerin hepsinde anlatılan bir olayı ne kadar doğru anlatacaklardı acaba? diye merak ederek, ekran karşısına geçtim. Sonuç mu? Ne yazık ki senarist ve yönetmen filmi oluşturan konuyu sokakta yürüyen bir kaç kişiyi durdurup onlara soru sorarak öğrenmiş ve filme aktarmış gibi gözüküyor!
Tarihsel bir filmde iki konuya dikkat edilir: birincisi ve en önemlisi, filmin aktarmak istediği tarihi olayı ne kadar doğru, ne kadar saygılı ve inançlara ne kadar kıymet vererek, semavi kitaplara ne ölçüde uyarak aktardığıdır. Bu, filmin ve yönetmenin kalitesini belirleyecek önemli parametrelerdir. İkincisi ise, birinci maddede söylediklerimi teknoloji yardımıyla ne kadar görsel ve efekt ile başarılı bir şekilde sunup sunamadığıdır. Bu da bize yönetmenin hayal gücü ile zekasını gösteren ikinci parametredir. İşte bu tip filmlerde, bu iki kriter bize filmin başarısını ve belki de alacağı puanı gösterir. Gerçek bir sinemasever filme bu şekilde bakmalı ve odaklanmalıdır. Nuh: Büyük Tufan ( Noah ) filmini ben yazımda bu kriterler açısından ele alacağım ama öncelikle size film hakkında teknik bir kaç ayrıntıyı yazmak istiyorum:
Nuh: Büyük Tufan, başrollerde yer alan Russell Crowe ve Jennifer Connelly’nin birlikte rol aldığı üçüncü sinema projesi. İkiliyi daha önce ‘A Beautiful Mind’ ve ‘Winter’s Tale’ filmlerinde izlemiştik. Ayrıca A Beautiful Mind’da bu filmde de olduğu gibi bir çifti canlandırmışlardı. Başrol için düşünülen isimler arasında ünlü oyuncular Christian Bale ve Michael Fassbender vardı. Ancak bazı anlaşmazlıklar sonucunda rol Russell Crowe’a gitti. Nuh’un eşi Naameh rolü için Julianne Moore’un adı geçiyordu, sonrasında Jennifer Connelly’de karar kılındı. Tubalcain rolü içinse Liam Neeson, Liev Schreiber ve Val Kilmer gibi isimlerin üzerinde durulduysa da yönetmen Darren Aronofsky’nin kararıyla rol Ray Winstone’un oldu. 130 milyon dolarlık bir bütçeyle kotarılan film, bütçesinin yanı sıra hikaye ve oyuncu kadrosuyla da tam anlamıyla bir Hollywood blockbuster’ı olma özelliğine sahip. Aynı zamanda ünlü yönetmen Darren Aronofsky’nin şimdiye dek çektiği en yüksek bütçeli film olma özelliğine sahip. Zira Aronofsky’nin yer aldığı bütçesi en yüksek film, 35 milyon dolarlık ”The Fountain” filmiydi. Bunun yanısıra ”Black Swan” 13 milyon dolar, ”The Wrestler” ise 6 milyon dolarlık bir bütçeyle kotarılmıştı. Filmde yer alan onlarca türden hayvanın hiçbiri gerçek değil, hepsi bilgisayar ortamında yeniden yaratıldı. Yönetmen Darren Aronofsky ekibinin gerçek bir hayvan krallığı yaratmak zorunda kaldığını belirtiyor. Bu aşamada çalışan Industrial Light and Magic şirketiyse şirket tarihlerinin en karmaşık projesini gerçekleştirdiklerini açıkladı. Filmin çekimleri İzlanda, Meksika, California, New York ve Washington gibi çeşitli yerleri kapsayan geniş bir mekan yelpazesinde tamamlandı. Film İslami yönetimlerin olduğu Bahran, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’da sansür mekanizmasına takılarak, gösterimi tamamen yasaklandı. Öte yandan, yapım firmasının yönetmenden habersiz 3 ayrı versiyonu Hristiyan seyircilerin hassasiyetlerine dair önceden fikir almak için küçük ön gösterimler düzenledi. Yönetmen firmanın bu hamlesini öğrendiğinde çok sinirlendiğini ifade etti ve “Tüm sinema hayatım boyunca başıma böyle bir şey gelmemişti” açıklamasında bulundu. Sonrasında yapım firması bu üç versiyondan hiçbirinin gösterime girmeyeceğini, yönetmenin kurgusundan bizzat emin olduğu, kendi imzasını taşıyan versiyonun dünya çapında vizyona gireceği duyuruldu. (beyazperde)
Büyük tufan, sinema tarihinde beyaz perdeye nedense pek aktarılmadı: 1928 tarihli ve büyük tufan ile I. Dünya Savaşı’nı bütünleştiren Nuh’un Gemisi ve 1999 tarihli bir televizyon mini-dizisinden başka bu muazzam öyküyü odağına alan sinema filmi yok; ama tahmin edilebileceği üzere tufanın ve geminin kalıntılarının peşinden giden pek çok belgesel yapımı var. Zaten konu olarak daha çok belgesel türüne yatkın bir konu değil mi? Yine de böyle bir konu üzerinden film çekmek, cesaret işi! İzlerken her sahnesinde bir ‘kulp’ bulduğum bir yapım olmuş; başlayalım: Yılanın bir nevi ‘gömleğini’ bırakıp, ilerlemesi ve yasak elmayı yedirmesi sonrası: o gömleğin, adem soyu boyunca ‘doğurganlığın nesilden nesile aktarılması’ esnasında ritüel olarak kullanılması sorunsalı! Yani burada verilmek istenen mesaj: insanlığın devamına şeytanın yaptığı katkı mı? Dünyanın kaç günde kurulduğu esnasında kullanılan diyaloglara hiç girmeyeceğim! Film boyunca fedakar ve kendini işine kaptırmış ulu bir insandan, saçları beyazlamış bir deliye dönen peygamber tasviriyle anlatılmak istenen neydi? Hele ki son kısımda hem üzümü hem de şarabı bulması ve sonrasında sarhoş bir hale dönmesi yok mu! Bitmedi! Sanki bütün bu olanların (cennetten kovulma vs.) bir kadın olduğu tasviri yetmiyormuş gibi, annenin gidip büyük babadan çocukları için yardım istemesi ve büyük babanın kısır kıza dokunduğu an, kızın koşarak çocuğun kucağına atlaması komedisine ne demeli? Gülmemek için kendimi zor tuttum; hani senaryoya böyle bir kızı entegre ettiniz, kısır olduğunu da belirttiniz: bari tarihten ders alarak, daha akılcı bir şekilde, mesela Hz. Meryem’in gebe kalmasından örnekle daha ilahi bir mesaj vererek çocuk sahibi olmasını sağlamak mantıklı olmaz mıydı? İlla cinsellik girecek ya filme! Yönetmenin tüm olaylara insani açıdan bakıp değerlendirme çabasını anlamak çok güç: yahu tüm dünyayı neredeyse yok eden bir tufanı anlatıyorsun be adam! Hah, bir de filmde ilginç, taştan yaratıklar var: sanırım yönetmen, Nuh peygamberin kocaman gemiyi insan gücüyle yaptığına inanamamış olacak ki; böyle bir fantastik öğe katmak istemiş. Peygamberin diğer insanları gemiye almamak için çaba göstermesi ise tam anlamıyla bir tezatlık. Yine son bölümde kız çocukları öldürememesi de film boyunca yaratıcıya olan baş kaldırışın (film açısından değil yönetmen açısından) zirve yaptığı nokta olmuş diyebilirim. Her açıdan bakarsak bakalım; tamamen yaratıcıyı basite indirgeyip, olaya insani açıdan bakan ve değerlendiren: her şeyin ‘aşk’ temelli olduğunu varsayan, cinselliği ve birleşmeyi çok önemli bir amaçmış gibi gösteren yapım olmaktan öteye gidememiş. Geminin karaya vurması olayı ise zaten başlı başına bir saçmalık olmuş! Yüzdürülemeyen, kontrol edilemeyen ve bir kayaya çarpmış gemi nasıl bir sonraki sahnede dağın tepesinde ortasından ikiye ayrılmış halde: sormak lazım! Bu kadar olumsuzluktan sonra ve 130 milyon dolarlık bütçeyi de bildikten sonra: artık görseller hakkında konuşmaya da gerek yok!
Toparlamak gerekirse: verilmek istenen mesaj ile arka planda sinsi düşünceler olduğu hissi uyandırdı Nuh: Büyük Tufan bende. O yüzden semavi dinler açısından barındırdığı bir çok sorunu yazmak istemiyorum. Daha çok kendi içindeki tutarsızlıklardan bahsettim: görsellik ve oyunculuk açısından mükemmel olmasa da kötü değillerdi. Ama samimiyet yoktu filmde: koskoca tufanı gerçekleştiren yaratıcı sözleri yerine insaniyet açısından yaklaşılması tuhaf geldi ve bu bilerek yapıldığı için hoşuma gitmedi diyebilirim.