1. Anasayfa
  2. Sine Kritikler

Sinekritik: Ocean’s Eleven


1

oceans elevenBu sıralar seri filmlere kafayı taktım gibi, eskiden izlediğim fakat aradan uzun zaman geçen seri filmleri tekrar izliyorum. Ocean’s Eleven ve devamında çekilen filmlere geldi sıra. İlk film için öncelikle şu söylenebilir: Muhteşem bir kadro! Neredeyse ‘Eleven’ kelimesinin karşılığı olan hırsız çetesinin her bir elemanı ünlü ve tanınmış bir oyuncu. Tabii bunların içerisinde George Clooney ile Brad Bitt olunca daha bir izlenesi oluyor film. Aslına bakarsanız bu yakışıklı ve ünlü oyuncuları bu film dışında ‘Aramızda Casus Var’ filminde bir arada izleyebilirsiniz bir tek: o yüzden serinin 3 filminde yan yana onları izlemek bu da sinemaseverler için bir fırsattı.

Şık ve hareketli Danny Ocean, tam bir aksiyon adamıdır. New Jersey hapishanesinden şartlı salıverilmesinden önce bile bir planı vardır. Ki filmin ilerleyen sahnelerinde eski karısı Tess ile konuşurken – Ben ne yaptığımı biliyordum. – demesi bunu işaret ediyordu. George Clooney‘in bu ilk başlarda ki top sakallı ve arkaya doğru memoli tarzı taranmış saçları bana onun gençlik resimlerini hatırlattı. Bu adam şarap gibi yaşlandıkça daha karizmatik oluyor ve hapishaneden çıkarken giydiği o takım elbisesi de bir düğünden yani eski aşkından kaçışının bir karşılığını ifade ediyor. Ki takım elbise de ona çok yakışıyor. Hapisten çıktıktan sonra aklındaki planı uygulamaya koyacaktır, hırsızların kendi aralarındaki 3 kuralını uygulayarak – kimseye zarar verme, hak etmeyen kimseden çalma ve oyunu, kaybedecek hiçbir şeyin yokmuş gibi oyna – Danny tarihteki en incelikle hazırlanmış, sofistike kumarhane soygununun patronluğunu yapacaktır. Bunun için de en yakın arkadaşı ve güvendiği Rusty ( Brad Bitt ) ile planı uygulamaya geçirecekleri insanları bir araya toplamaya başlarlar. Brad Bitt gerçekten her role hemen uyum sağlayabilen biri ama bu tip rollerde daha bir güzel oynuyor sanki. Asıl patron Danny olsa bile Rusty yardımcı rolde gerçekten hiç sırıtmadan en az George Clooney kadar başarılı oynadı. Sakız çiğnemesi, mimikleri başarılıydı. 90 ların ünlü müzikleri ile Elvis Presley’den esintilerin yer aldığı film de Matt Damon ( ki sanırım ajan olarak doğmuş biri, bu roller için biçilmiş kaftan ) ,  Julia Roberts ile Ben Affleck in kardeşi Casey gibi bir çok oyuncuda var, siyahi oyuncuların en iyilerinden olan ve özellikle Hotel Rwanda filmindeki rolüyle ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu kanıtlayan Don Cheadle gibi bir çok ünlü oyuncu da yer alıyor. Bir gece yarısı Danny ve bu özenle seçildiği belli olan 11 kişi, Terry Benedict’in Los Angeles’da sahip olduğu üç kumarhaneden 160 milyon USD çalacaklardır. Asıl amaç belki de ekibin kalanı için para idi ama Danny eski karısını geri kazanmak istemektedir çünkü Danny’nin eski karısı Tess ( Julia Roberts ) ile çıkmaya başlayan Terry, kuşkusuz daha fazlasını da hak etmiştir. Danny istediği parayı ele geçirmek için hem hayatını hem de Tess ile yeniden barışma şansını riske atmaktadır. Yine de her şey Danny’nin sık elenip ince dokunmuş entrikasına uygun gelişirse iki arzusu arasında seçim yapması da gerekmeyecek ve sonunda istediğini yani karısını geri alabilecektir.

Hırsızlık filmlerinde genelde ayrıntılar ve kurgu çok önemlidir, izleyiciyi kurgudan koparmadan 2 saat boyunca ekran başında sıkmadan tutmak zordur: fakat bir çokları için gelmiş geçmiş en iyi soygun filmlerinden biri olarak gösterilen Ocean’s Eleven sıradan bir gir – çık soygununu teknolojik bir çok imkana başvurmadan, sadece basit bir ‘asansör boşluğunu’ kullanma yöntemini ön plana çıkartarak fakat zeka ürünü kandırma taktikleriyle bize anlatmaya çalıştı ve evet bir çok izleyiciye ‘yuh be kimin aklına gelirdi’ dedirterek sonlandı. Gerçek hayatta böyle bir şey olabilir mi? Basit ayrıntılar iyi irdelenseydi olamazdı. Fakat izlerken bu ayrıntılara önem vermiyorsunuz ki zaten bir film. Fakat zeka ürünü plana şapka çıkartmak gerek.

İlginç bir başlangıcı var filmin, direk konuya giriyor. Karakterleri tanıma gibi bir sorunla uğraşmıyor. Zamanla onları biz kendimiz tanımaya çalışıyor. Julia Roberts’in canlandırdığı Tess karakteri filmin kilit noktası ama bana göre böyle yakışıklı oyuncuların yer aldığı filmde daha güzel bir kadın oynayabilirdi. Yine de J. Roberts filmdeki ‘tek’ kadın rolünü sırtladı, sırıtmadı. Yönetmen koltuğundaki Steven Soderbergh‘in belkide filmografisindeki en iyi film budur bunu da belirtmekte fayda var. 2001 yapımı olan film 85 milyon dolarlık bütçesi ve sadece ABD hasılatı olan 185 milyon dolar ile büyük bir başarı elde etmişti.

Ben filmi izlerken hep o çalınan 160 milyon dolarlık kısım geldiğinde ‘acaba bu kadar oyuncuya kaç para ödendi?’ sorusuyla karşı karşıya kaldım. Aslında güzel bir soru: bence bütçenin büyük bir kısmı onlara gitmiştir.

Başladığı gibi yine hapishane önünde biten film son sahnede yer alan takiple filmin devamının olacağının da göstergesiydi.

İMDB puanı 7.7 olan film için benim puanım 8. iyi seyirler. :)

  • 0
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 1
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    be_enmedim
    Beğenmedim
Paylaş
İlginizi Çekebilir
Vali – Sinekritik

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir