Fantastik ve bilim kurgu film açlığımı gidermek için uzun süredir izlemek istediğim Ender’s Game ( Uzay oyunları ) için bilgisayarımın karşısına geçtim. Yaşlı ve ünlü oyuncu Harrison Ford’un oyuncu kadrosunda olması da izlenebilirlik açısından insanda merak uyandırıyordu. Konu ve oyuncu açısından daha çok çocuklara hitap etse de ( ki zaten oyuncu kadrosunun neredeyse hepsi çocuk! ) işlediği kurgu ve vermek istediği mesajlar açısından büyükleri de kapsayan subniminal mesajlar içeren bir film ile karşı karşıya olduğumu hissettim! Amerikalı yazar Orson Scott Card‘ın 1980’lerde yazdığını ( sonrasında seri halinde yayınlandığını ) ve iki önemli bilim kurgu ödülü olan Nebula ve Hugo en iyi roman ödüllerine layık görüldüğünü de belirtmek lazım. Filmi izledikten sonra zaten seriye dönüştürülebilecek bir yapıda olduğunu söylemek doğru olur.
Yönetmen Gavin Hood‘u ”’X-Men Başlangıç: Wolverine” filminden tanıyoruz. O filmde pek başarılı bulunmamış hatta filmin dağıtımcısı tarafından ‘böyle bir film’ siparişi daha verilmemişti. 80’lerde ki kitap serisini alıp filme dökmek zor olsa da Hood bu işin altından başarı ile çıkmak için elinden geleni yapmış gibi gözüküyor: özellikle Gravity filmi ile Alfonso Cuaron’un teknolojisini taklit etmenin yolunu bulana kadar artık hiç bir başka yer çekimi olmayan uzay sekansı pek de aynı oranda tatmin etmeyecek gibi gözüktüğü halde. Savaş sahneleri etkileyici olsa da bilgisayar oyunlarını anımsattığı da bir gerçek: gerçi çocuklar açısından bakınca pek de sorun olmayacağını düşünmüş. Yine de uzay temalı yapılan filmlere baktığımız zaman gerçekten başarılı bir yapıt olmuş. Tabi ki ”Harrison Ford” ve ”Ben Kingsley” e ayrı bir parantez açmamız lazım onların tecrübesi ve birikimiyle tamamı genç bir kadrodan oluşan oyuncu ekibine ve filme ayrı bir tat ve zevk katmış. Kısacası ”Star Wars” ve ”Uzay Yolu” serisinden sonra yapılan en iyi olmasa da başarılı güzel bir film olmuş. Gavin Hood’dan bu filmi seriye dökmesini bekliyorum umarım bu gerçek olur.
Film alttan alttan Amerika’yı hem övüp hem de eleştirdi mi? diye düşündüm durdum filmi izlerken. Özellikle bir sahnede – daha filmin başlarında hem de – ağlayan bir kızın resmi vardı ekranda: bu kız bana vietnam’da ki Amerikan saldırısında ağlayarak kaçan çocukların olduğu resmi hatırlattı. Bunun dışında; filmin kurgusunda önem arzeden bir sahne de pearl harbor saldırısını hatırlattı bana. Kamikaze bir şekilde uzaylı bir gemiye saldırılması sonucu savaşın geçici olarak kazanılması ve sonrasında nihai saldırı ile uzaylıların yok edilmesi işlendi uzun süre filmde: sonrasında ise ‘uzaylıları anlama’ seansı başladı ki film akılda soru işaretleri bırakarak bitti, gitti. Bu sahneler acaba Amerikan savaş politikasına bir tepki mi? diye düşündürdü.
Seksenlerde yazılmaya başlanan bir serinin ilk kitabının beyazperde uyarlaması olan Ender’s Game: Uzay Oyunları, türün meraklıları ve serinin sıkı takipçileri tarafından beklenen bir filmdi açıkcası: neden böyle bir film için bu kadar beklenildi; bilmiyorum. Ama her şeyin bir sırası vardır değil mi! Orson Scott Card’ın kaleme aldığı bu bilim kurgu serisinin kitabın hayranlarını tam olarak tatmin edip etmediğini bilmiyorum ama okumayanlar açısından genellikle beğendiği söylenebilir. Tabii burada oyuncu performanslarının başarısının rolü büyük. Ender’s Game ( ismi çok ilginç değil mi? ) uzaylılar ile insanlar arasındaki savaşın ilk roundunda insanlığın galip gelmesinin ardından, yeni bir saldırının hazırlık safhasını ele alıyor. Dünya ” Formic ” adı verilen uzaylı ırkın muhtemel saldırısını önlemek adına her yolu deniyor ve çareyi gelişen teknolojilere çok çabuk uyum sağlayan çocuklardan ordular kurmakta buluyor. Aslında bu ‘ara kısım’ çok iyi işlenmiyor filmde ki ‘filmin sonu’ da çok çarpıcı bir şekilde sonlanıyor. Bu ordulara katılmak için savaş okuluna devam eden ve ailesinin son umudu olan Ender, Albay Graff’e göre de dünyanın son umudu oluyor. Çocuklardan oluşan ordular yer çekimsiz ortamlarda saldırıya hazırlanıp, inanılmaz gerçeklikteki simulasyonlarda birbirleriyle savaşırken, Ender sahip olduğu sağduyu, zeka, inisiyatif alma gücü vb. özellikleri ile kısa sürede kendisini gösteriyor, terfi ediyor ve sonunda kumandan olarak başa geçiyor. ( İnanılmaz belki de ama koskoca Dünya’yı o kurtarıyor! ) Ancak filmin uzun sayılabilecek 114 dakikalık süresine rağmen bütün bunlar öylesine hızlı olup bitiyor ki, bir an ipin ucunu kaçırıveriyorsunuz. Ama filmin finalinde, bunun da bilinçli bir tercih olabileceği fikri beliriyor kafanızda. Film sürekli şu iki fikri tekrar ediyor ve bu ikisi arasında gidip geliyor: İlki “Düşmanının varlığını onu iyi tanıyacak kadar kavradığında, onu sevmeye de başlarsın.” diğeri ise “Yılanın başını küçükken ezeceksin.” Ne ablası kadar merhametli, ne de abisi kadar şiddet yanlısı olmayan Ender, oyunu kuralına göre oynuyor ama insan her oyunu kazandığına sevinemiyor işte.
Çocuklar için fazla özgüven kokan, onların omuzlarına fazla yük yükleyen, savaşta her şeyin mübah olduğunu ortaya seren ilginç bir yapım: çocuklar başrolde oynasa da bence belirli bir yaş altı için tehlikeli olabilir. Yine de izlenilesi bir film diyebilirim.
İyi seyirler.