Cemil Hoca’mın yazmış olduğu bu yazıyı, ona sormadan hemen paylaşmak istedim. Gerçekten güzel yazı, eline sağlık..
Bu şehre dört yaşında geldim.Burunlu , camları sürgülü , motoru hırıltılı bir mavi vabis otobüsle..Çoğu toprak tesviyeli yollarda o dönemin en lüks yolculuğunu yapmanın cakasını akranlarıma satarak.
Bu şehri on sekiz yaşında terkettim.Burunsuz 302 otobüsle ama artık çoğu asfalt olan yolları tüketerek.Çiçeği burnunda bir öğretmen ağırlığı ile caka satmanın küçüklük olduğunu bilmenin şuuruyla.
***
Siyah önlük üzerine beyaz yakayı ilk defa bu şehirde taktım, öğretmen okulu yıllarımdaki siperli şapkam gibi.Okuma yazma bilmeyen cahil bir adama, sadece okuma yazma öğretilirse onun okuma yazma bilen cahil bir adam olacağını bu şehirde idrak ettim.
***
İlk çocukluk aşkını burda yaşadım. Aşk sandığım şeyin geçici bir heves olduğunu ve ebedi olmadığını , zor da olsa kendime bu şehirde kabullendirdim..Bu yüzden belki de ilk defa bu şehirde gözyaşı döktüm.
Sonra başka sevgililerim oldu, kitaplarım, mandolinim, gitarım…
İlk şiirimi yazdığımda ne kadar büyük şair olduğuma kendimi bu şehirde inandırdım.Sonra yine bu şehirde Arif Nihat Asya ve Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu tanıdığımda hiç bir şey olmadığımı anladım.
***
Siyaset denilen çirkef şeyle de burada tanıştım.Vatanı kurtaracak olan içimdeki saf ama uçarı kahraman burada yeşerdi. Sonra bu cengaver nasıl öldü , inanın bilmiyorum.
***
Şimdi yine bu şehirdeyim..Yabancılık ve yalnızlık hissetmeden bu şehrin havasını soluyorum.Şehirde beni çeken ne var bilmeden.
***
Güneş günbatımına yarım mızrak yaklaştığında hep hüzünlenmişimdir.Çok garip şehir kendini akşama bırakırken içümde hüzünden eser yok..
***
Düşünmeden edemiyorum.. Acaba uzak şehirlerin akşamlarında zaman yine karakış mı?..
Cemil KUTLU