Zamana Sorular – Tarih Unutmaz, bloğumda sizlere anlatmak/tanıtmak istediğim Turkuvaz Kitap’tan çıkan, siyaset bilimci, iletişimci, medya ve tarih alanında devletin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı görevinde iken Cezayir Büyükelçiliğine atanan Doç. Dr. M. Mücahit Küçükyılmaz tarafından kaleme alınan eserin adı. Bana göre tarihimiz ve tarih dersi milli eğitimimizin en önemli sacayaklarından biri olmalı: çünkü günümüzde nedense çok fakir ve çelişkiye düşmüş, sıradan bir tarih öğretiyoruz gençlerimize. Yazarın dediği gibi: “Hiç şüphesiz tarih, yeryüzündeki en iyi öğretmenlerden biridir.” (s.13). Bu önemli konuya farklı bir açıdan bakan yazarın eseri gerçekten önemli: bir solukta okunan yaklaşık 160 sayfalık eseri kitap siteleri üzerinde 75 TL gibi bir fiyata satın alabilirsiniz.
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı eseri yazar kaleme aldığında Cumhurbaşkanı Danışmanı idi. Kitabın ilk sayfasını çevirdiğimizde yazarın kısa bir biyografisi bizleri karşılıyor ve burada da Cumhurbaşkanı Danışmanı olduğu yazıyor. Ancak yakın bir zamanda Resmi Gazete’de yayımlanan kararla yazarımız Cezayir Büyükelçisi olarak görevlendirildi ve yeni görev yerinde ülkemiz için çalışmaya başladı. Kendisine başarılar diliyoruz. Bu kitabına benzer daha birçok eseri okuyucuyla buluşturacağına da inanıyorum.
Kitabın diğer sayfasına geçtiğimizde içindekiler kısmı bizleri karşılıyor: görüyoruz ki kitap içeriğinde 18 tane soru ile karşılaşacağız. Bu sorulardan bir tanesi çift: yani 19 ayrı başlıkta yazar konuları irdeleyecek ve biz de okuyacağız. Bu sorular içerisinde tarihe merak salan herkesin aklına gelen örnekler var: “Moğolları kim yendi? Yavuz niçin doğuya sefer etti? Menderes’i kimler astı?” gibi sorular bizleri bekliyordu.
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz Kitap İncelemesi
Önsöz kısmında ise Doç. Dr. M. Mücahit Küçükyılmaz, kitabı yazma hikayesini ve amacını anlattı: bu kitap “… gençlere hitaben yazıldı. Ancak sadece 2022, 2023 veya sonraki belirli bir dönemin gençlerine değil, her devirde yaşayacak olan, hayata atılıp medeniyetin inşasına katkıda bulunmak üzere hazırlanan gençlere…” (s.10) diyerek annesine, babasına ve öğretmenlerine ithafen yazdığı kitabı aslında bir nevi genç nesillere armağan ettiğini ifade etmiş oldu. Somuta dönüşen kitabının “Temennim odur ki, bu eser, bize, geçmişte aynı yöntemlerle hep aynı sonuçlara ulaşmış olanları gösterip ‘farklı’ olanı inşa etmenin yollarını bulmak adına mütevazı bir katkı sunabilsin.” (s.12) sözleriyle nihayete ulaşmasını da dilediğini yazar dile getirdi.
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitap bölümlerinin ilk cümlesinin “Hiç şüphesiz tarih, yeryüzündeki en iyi öğretmenlerden biridir.” (s.13) olması gerçekten doğru bir seçimdi. Ayrıca Anadolu topraklarına ilk adımımızı attığımız Malazgirt Zaferinin kahramanı Alparslan ile ilgili soruyla kitabına başlaması da anlamlı bir tercihti. Böyle bir konunun irdelenmesi de ayrı bir güzellikti: çünkü günümüzde Malazgirt Savaşı’nın tam olarak yapıldığı nokta hakkında hala kesin bir şey yok (Malazgirt ovasında yapıldığı biliniyor ama ovanın neresinde olduğu belli değil). Tarihimizi ne yazık ki çok iyi araştırmamış, yazmamışız: bunun yanında çoğu kitapta anlatılan bazı tarihi yorumlarında yanlış olduğunu biliyoruz. Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitapta da zaten bu çelişkili konulardan bahsedildi.
Tekrar edersek: günümüz tarihi eğitiminin eksik ve geçiştirmelik olması nedeniyle geçmişimizi çok iyi tanımıyor, bilmiyoruz. Bize tarihi olaylar net bir şekilde aktarılmıyor ne yazık ki; sadece gösterilmek istenen gösteriliyor, ayrıntılar atlanıyor. Halbuki tarihimiz ne kadar zengin değil mi? Tarihi olaylar hakkında sorulması gereken sorular sorulmamış: mesela tarihi “o an” nasıl oluştu? Arkası – önü neler oldu? Bu soruları bile soramıyoruz, soramadık, ta ki bu kitaba kadar… Bence tarihçiler tarihi olaylar hakkında bundan sonra şunu da sormalı: bu olay olmasaydı tarih nasıl şekillenirdi? Bu sorunun da sorulup, yorumlanması tarih bilimine ayrı bir zenginlik katacaktır diye düşünüyorum.
Burada araya girip şunu eklemek istiyorum: yayınevinin Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitap hakkındaki kapak tercihi neden coğrafi işaret benzeri bir harita oldu, onu çözemedim. Ayrıca kapakta yer alan + işareti de farklı yorumlamalara sebep olabilirdi, bu da gözden kaçmış sanırım. Ancak burada güzel bir tercihi de paylaşmak istiyorum: çoğu soru başlığının yer aldığı bölümlerde başlık altında ilgili konuyla alakalı Kuran-ı Kerim ayetleri paylaşılmıştı. Yazarın bu ayetleri paylaşması güzel ancak bir o kadar da üzücü: çünkü okuduğumuz ayetleri hayatımıza tatbik etmiyor, anlamıyoruz.
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitabımızı irdelemeye devam edelim: “Bizans Çaka Bey’den Nasıl Kurtuldu?” sorusunu yazarın irdelediği kısım da içimizi acıtan, yine masada kaybettiğimiz bir tarihi gerçeğin hikayesi bizleri karşıladı: evet, bir mektupla, sadece bir mektupla kardeş kardeşi vurmuş, kazanan Bizans olmuştu: “Bizans Çaka Bey’in kılıcından kurtulurken, Çaka Bey dindaşı, soydaşı ve damadı Kılıç Arslan’ın kılıcından kurtulamadı ne demiş atalar? … Unutmayın; düşman kör nişancıdır ama dost nereden vuracağını iyi bilir!” (s. 28). Böylelikle Çaka Bey’in bir mektupla Kılıç Arslan tarafından öldürülmesi, tarihin seyrini değiştirmişti: “Sonuçta çökmekte olan Bizans’ın ömrü 358 yıl daha uzadığı gibi, Türklerin tekrar İznik’i ve Batı Anadolu’yu fethetmesi de 250 yılı bulacaktı.” (s. 28). Bu soru başlığının ilk giriş kısmında verilen ayet, yaşanan durumu çok iyi özetliyordu: “Fitne öldürmekten beterdir.” (s.21).
Çaka Bey’le ilgili kısım anlatılırken bazı cümlelerin tekrara girdiğini de ekleyeyim, söz konusu bölüm daha da sadeleştirilebilirdi (41. sayfada tekrar var ve 56. sayfada olan 52. sayfada da var, gibi…). Ancak burada Bizans hakkında yazılan “… Bin yılı aşkın devlet ve diplomasi aklı devreye girdi. Bizans evvela Türk olan Kumanları yine Türk olan kardeşleri Peçeneklerin üzerine sürüp Levounion Savaşı’yla onları imha etti.” (s.33) ile “İznik’i ele geçiren ve çoğu Peçenek Türklerinden oluşan 40 bin kişilik ordunun başında Türk asıllı General Tatikios, yani Tadık bulunuyordu.” (s.32) cümleleri dikkatimi çeken diğer tarihi ayrıntılardı. Ayrıntı diyorum çünkü bunları bilmiyoruz, derslerde bunları anlatmıyorlar, bu ayrıntılar tarihi anlamak, yorumlamak için elzem olan şeyler…
Bu bölümde yer alan şu cümle ise biraz sert oldu gibi geldi bana: “Velhasılıkelam, tarihteki pek çok karakter gibi Kılıç Arslan’da, kafire karşı kılıç salladıkça şan ve izzet kazandı; Müslüman ile savaştıkça hem itibarını hem hayatını kaybetti.” (s.35). Neden sert geldi? Çünkü Osmanlı ve Selçuklu tarihi düşmandan çok dostla, kardeşle, aynı dine mensup olduğun milletlerle savaşan ecdadımızın tarihi olaylarıyla dolu: buna yazarın bir diğer eserine konu olan Yavuz Sultan Selim’in yaptığı savaşlar da örnek gösterilebilir. Yani “hem itibarını hem hayatını kaybetti” cümlesi Kılıç Arslan özelinde doğru olabilir ancak “tarihteki pek çok karakter” şeklinde girizgahla genelleme yapılacaksa bence çok tutarlı bir tespit olarak gelmedi. Burada tarihi konuda eksik bilgiyle bir çıkarım yapmış olabilirim ancak söylenen sözün gittiği yer çok iyi bir konum değil diye düşünüyorum.
Yazarın ünlü bir tarihçiye atıfla kurduğu şu cümleyi ben de bloğumda özellikle de bu yazımda paylaşmak istiyorum: “Büyük tarihçi İbnü’l Esir, Birinci Haçlı Seferi’nin İslam Dünyası açısından bir felaket olmasını Müslümanlar arasındaki iç çekişmelere bağlar. Yoksa zayıf değildirler, sadece, “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider” ayet tecelli etmiştir, o kadar.” (s.36). Aslında yazar burada anlatmak istediğini ya da anlatılmak isteneni daha önceki cümlelerinde şu sözle daha basit ve kısa şekilde özetlemişti: “Oysa mülk ve devlet şerik kabul etmezdi.” (s.14). Yani bir olursak, beraber olursak, bizleri yenebilecek kimse yoktu. Ben de buna inanıyorum ve şu tespite katılıyorum: “… Birlik için de yüzyıllardan bugüne Orta Doğu’da değişmez bir hakikat olarak şu dört şehrin birleşmesi gerekiyordu: Kahire, Musul, Şam, Halep.” (s.47) Günümüz açısından da değerlendirilebilecek, üzerine sayfalarca yazı yazılabilecek bir tespit değil mi?
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitabın bir sonraki sorusunun ana teması Kudüs şehriydi: günümüzde de sorunlara neden olan, katil İsrail’in soykırıma varan saldırılarına şahit olunan, Cuma namazı bile kılmasınlar diye Filistinli kardeşlerimize saldırıların olduğu Kudüs şehri nasıl fethedilmişti? Biliyor muyuz? Ya da yazarın yazdığı gibi “Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethettiği bilinir ama fetihten sonra ne yaptığı ve nelerle karşılaştığı hakkında pek konuşulmaz.” (s.45). Maalesef bilmiyoruz, okumuyoruz, öğrenmiyoruz.
Sadece savaşmayı değil adaletle yönetmeyi, idare etmeyi bilen bir kültürün devamıyız. İşte biz Kudüs’ü bu vasıflarımızla elimizde tuttuk ve Batı bunun farkında: “Fransız tarihçi Champdor’un deyimiyle, ‘İslam’ın en saf kahramanı’ Selâhaddin, Üçüncü Haçlı Seferi’ni durdurmayı sadece orduları ve kılıcıyla değil, adalet, tevazu ve ihlasıyla başardı.” (s.60). Tek başına bu sözler ve bu tespit bile günümüzde yaşananları açıklaması açısından yeterlidir. Selahaddin’in savaş dışında yaptıklarının anlatıldığı kısım gururla ve gözyaşlarıyla okuyabileceğiniz ayrıntılarla dolu…
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz 19 farklı soruya cevap veriyor
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitabın yazarı Küçükyılmaz’ın “Yine onu bekliyor” diyerek biz Türkleri işaret ettiği kadim şehir Kudüs’ün fethine mazhar olan Selahaddin’in şu sözleri hepimizin kulaklarına küpe olması gereken sözlerdi: “İttifak ederseniz, babanızın şahsından başka bir kaybınız olmaz. Lakin ihtilafa düşerseniz, başınıza gelecek felaketlerin en hafifi babanızın kaybıdır.” (s.61). Bölümün devamında anlatılanlar ışığında kaybettiğimiz Kudüs’te bir dönem “Philippe, ardından “Selâhaddin öşrü” adı altında halktan epey vergi topladı.” (s.59) cümlesiyle aktarıldığı üzere vergi toplandığını da öğreniyoruz.
“Moğolları kim çağırdı?” sorusunun irdelendiği 7. bölüm başlığının altında “Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc’ün Sedd’leri açılıp her tepeden dünyaya akın etmeye başlarlar” (Enbiya, 96. Ayet) şeklindeki ayetin paylaşılması dikkatimi çekti. Öncelikle yazarın tefsiri aldığı kişiyi bir daha incelemesini önermek istiyorum. Bunun yanında Moğolları Ye’cüc ve Me’cüc’e benzetmeye mi çalıştı, onu anlamış değilim. Ancak Bediüzzaman hazretlerinin bir eserinde Ye’cuc ve Me’cuc hakkında konuyu anlaşılır kılmak için Mançur ve Moğol kabilelerini örnek olarak verdiğini duymuştum. Herhalde benzer tercihten dolayı böyle bir ayet bölüm için seçilmiş olabilir diye düşünüyorum.
Ancak yazarın son tahlilde Moğolların dünyayı kasıp kavuran saldırıları sonucu yaşananları “Moğol felaketinin en büyük nedeni Allah’ın, sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun” emrine karşılık, içimizde şerre ve şerri çağıranların da bulunmasıdır. Zira hakikat tam olarak yine ayette buyrulduğu gibi tecelli etmiştir: insan hayrı çağırdığı gibi, şerri de çağırır. İnsan pek acelecidir.” (s.70) sözleriyle özetlediğini (yine bir ayetle), tespitinin bu yönde olduğunu gördük.
“Moğolları kim yendi?” başlıklı bölümde ise tarihi yine eksik öğreten bir eğitim sistemimiz olduğu için üzüldüm diyebilirim. Çünkü bize ne öğretildi? Memlukler, Moğolları tarih sahnesinden sildi değil mi? Peki, komutan kimdi? Bize hep derslerde “1260’taki Ayn Calut Savaşı’nda Moğol ordusu, Sultan Baybars komutasındaki Memluk ordusuna yenildi.” şeklinde öğretilirdi. Ancak “Sultan Kutuz’un hikayesini bilene pek rastlanmaz. Moğolları ilk kez kesin mağlubiyete uğratıp İslam dünyasından atan kişi olarak bazen Kutuz yerine Baybars’ın gösterildiği bile olur.” (s.71).
Yazarın da aktardığı üzere aslında Moğolları yenen Memluk Sultanı Baybars değil Kutuz’dur. Kutuz, savaşın akabindeki günlerde Baybars tarafından bir suikast sonucu öldürülmüştür. “Yani Sind Nehri’nde Moğol katliamında Hz. Musa misali kurtulan küçük çocuk yine Hz. Yusuf misali Mısır’a sultan olmuştu. Onun elinden hezimete uğrayan Moğollar bir daha bellerini doğrultamadılar.” (s.77) diyerek yazar Kutuz’un hikayesini özetliyordu. Hatta bu bölümün sonunda yazar, diğer bölümlerde yapmadığı bir şeyi yaptı, Kutuz’un ruhuna Fatiha diyerek bölümü kapadı: “O küçük çocuğun, o büyük sultanın aziz ruhuna binlerce Fatiha…” (s.78). Bence de tarihi gerçeklikler açısından adı hiç geçmeyen böyle biri varsa ve bu eğitim sistemine adapte edilemiyorsa: bu büyük bir eksiklik ve bunun karşısında yazarın bu tavrı alkışı hak ediyor.
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitabın 80. sayfasında Mehmet Akif Ersoy’un bir şiir dörtlüğü de okuyucularla paylaşılmış. Bunun yanında bloğumda daha önce yazdığım ve tarihi kitaplarda, eğitim sistemimizde adı bile geçmeyen Varsaklar konusunda bir cümlenin bu kitapta yer alması da hoşuma gitmişti: “Karamanlılar çerisinden Varsak, Tatar ve Türkmen’den sayısız kişiler toprağa düştü.” (s.81). “Bir Kara Budun Varsaklar” adlı kitabı da detaylıca okumuş, bloğumda ayrıntılı bir şekilde yazmıştım.
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitapta Osmanoğulları ile Karamanoğulları arasındaki çekişmeye de değinildi. Aslında çekişme demeyelim: bir tarafın sürekli sorun çıkarması ve Anadolu’da birliği tesis etmek için diğer tarafın sürekli “kendi kanından biriyle” savaşması desek daha doğru olur. Çünkü iki beylik arasındaki süre gelen hikayeyi “Nizam, güzellikle olmadığı takdirde zorla ama mutlaka sağlanmalıdır.” (s.79) sözleriyle özetleyebilirdik. Yazar Karamanoğullarının tavrını “Selçuklu Devleti yıkılırken en büyük beylik olan Karamanoğulları Türk-İslam birliğini sağlayacak bir umut olmak yerine, Osmanlı’yı arkadan vuran ve onun düşmanlarıyla ittifak yapan bir beylik olarak tarihe geçti.” (s.84) sözleriyle açıklıyor, “Karamanoğlu … Hükümdarlık neden bana değil de ona verildi, hasedinden çıkmadı.” (s.84) diyerek kibrin ne kadar kötü bir şey olduğunu üstüne basa basa söylüyordu.
Yavuz Sultan Selim, yazarın daha önce üzerinde çalıştığı, Osmanlı tarihinin en önemli padişahlarından biriydi. “Yavuz niçin doğuya sefer etti?” sorusunun sorulduğu bölümü aslında şu tek cümle çok basit bir şekilde açıklıyordu: “Batıya giden yol doğudan geçer.” (s.91). Yavuz’un nihai hedefinin Batı olduğunu, okuduğum tarih kitaplarından yaptığım yorumlarla tahmin edebiliyor, inanıyordum. Bunun yanında döneminde sürekli savaşlarla gündeme gelen Orta Doğu’nun sükûnete ermesi için yaptığı girişimleri haklı da buluyorum. Hatta günümüzde yine savaşlar nedeniyle sürekli hareketli olan bölge konusunda yazarın şu tespitini daha da açmasını beklerdim: “Göç hareketlerini yönetenin dünyayı yöneteceğini, göçe maruz kalanın ise yıkılıp gideceğini iyi bilen Sultan Selim…” (s.90). Üzerinde konuşulacak, günümüz perspektifinden değerlendirmeye alınabilecek bir cümle.
“Yavuz Pax Ottomana’yı nasıl kurdu?” başlıklı bölüm, Yavuz Sultan Selim’in ağzından “Ben Allah’ın emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardım etmek için zırh giydim, kılıç kuşandım.” (s.95) cümlesiyle başlıyordu. Osmanlı Barışı anlamına gelen bu terim, daha çok tarihçiler tarafından kullanılan bir tabir. Yazar, Yavuz hakkında bu terimi “Yavuz sayesinde Orta Doğu, Anadolu ve hatta Kuzey Afrika coğrafyası 1517 ile 1917 arasında Ridaniye Savaşı’ndan Balfour Deklarasyonu’na uzanan 400 yıl boyunca bir barış ve istikrar dönemi yaşadı. Onun kurduğu Kudüs merkezli bir siyasal düzendi.” (s.98) tespitinden ötürü kullandı. Bugün de ona layık bir devlet olma yolunda umarım Orta Doğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika coğrafyasında benzer sükuneti sağlarız diye dua ediyorum.
Bu kısımda yazarın yapmış olduğu bir tespiti de ayrıca noktası virgülüne dokunmadan paylaşmak istiyorum: “1000 yıla yaklaşan Selçuklu ve Osmanlı Tecrübelerinin bize öğrettiği en temel husus, Türkiye coğrafyasının her devirde hücum altında olduğu ve olacağı gerçeğidir. Haçlılar ve Moğollar tarihte kalmış efsaneler değil, fırsat buldukça işgal için gelen istilacı güçlerdir. Bu devasa tecrübe bize, bu coğrafyada ayakta ve hayatta kalmak için öncelikle zihinsel açıdan şuurlu ve uyanık olmak, fiziksel açıdan da kudretli olmak gerektiğini her fırsatta telkin eder. Birinci Dünya Savaşı bunun son tezahürüdür; Kurtuluş Savaşı girişimi yine bu tecrübe ve ruh sayesinde bertaraf edilmiştir.” (s.98). … “Türkiye, müthiş bir vizyonun sonucu olarak, Libya ile karasuları mutabakatını imzaladı, Kuzey Kıbrıs’ta kapalı Maraş’ı açtı. Ama Türkiye birbirinden ayırt edemeyen bir muhalif cehalete mücadele ediyor.” (s.99).
Bölümün devamı olan “Yavuz Pax Ottomana’yı nasıl kurdu (II)?” ile yazar Yavuz’un karakterine, stratejilerine, hayata bakış açısına, zihin dünyasına yer vererek biz okuyucuya onun düşünce dünyasını ve hareketlerini aktarmaya çalıştı. “Yavuz’un zihin dünyasında üç temel kavram vardı: Devlet-i ebed müddet, nizam- alem ve ila-yı kelimetullah.” (s.104) diyerek asıl amacının ne olduğunu çok kısa ve net bir şekilde özetledi. Yavuz’un dünyasını açıkladıktan sonra bu kadar çok sevilmesinin arka planını da anlatırken günümüzden de örnek vererek şu cümleyi kurdu: “Bu millet de tarih boyunca, ‘Haçlılar sizin kadınlarınıza, kızlarınıza ilişmez!’ diyen FETO elebaşı veya Diyarbakır Annelerinin acıları üzerine zafer işareti dikmeye çalışan köksüz iş birlikçileri değil, nizam ve istikrar kurucu büyük liderlerini takip etmiştir.” (s.109).
“Ayasofya kimin mülküdür?” sorusunun sorularak ayrıntılara girildiği bölümde dikkat çekici bilgiler vardı. Belki de çoğu okuyucunun ilk defa okuduğu bu ayrıntılar Ayasofya’nın kapatılması sırasında yaşanan gelişmeleri irdeliyor: Mustafa Kemal Atatürk’ün Ayasofya’nın kapatılmasına sebep olan kararnameyi imzalaması ve bu kararname üzerindeki imzaların sahte olabileceği iması ile birlikte aynı gün Atatürk soy ismini alan Mustafa Kemal’in bu soy isimle attığı ilk imzanın Ayasofya’nın kapatılması kararı olması olasılığı gerçekten ilginç ayrıntılar, üzerinde ayrıca inceleme yapılması gereken bir konu. Bu konuyu yazar yeteri kadar açıklayarak anlatmaya çalıştı ama bölümün finalinde Ayasofya’nın bizlere emanet olduğunu ve “Allah’ın mülkü” olduğunu ifade etti.
“Menderes’i neden astılar?” adlı bölüm gerçekten her Türk gencinin okuması gereken, okurken bazen sinirleneceğiniz hatta bazen sinirden güleceğiniz ayrıntılar ile sizleri şaşırtacaktır. Menderes’in ölümüne neden olan davada suçlandığı konular arasında ne var sizce? “Kırşehir’in il yapılması”! Gerçekten suçlamaya bakar mısınız? Üniversite öğrencilerini kıyma makinesine attırmak gibi ipe sapa gelmeyen suçlamaları bir kenara bırakıyorum: kitapta bahsedilen Samet Kuşçu konusunun ayrıca araştırılması ve okunması gerektiğini de belirteyim.
Tarihimizi doğru ve iyi bir şekilde bilmemek, aslında 15 Temmuz’u da doğru bir şekilde anlamamamıza neden oluyor bence. İlk bölümlerden itibaren tarihi gerçekleri farklı bakış açılarından irdeleyerek yazarla birlikte ilerlerken, hepimizin bizzat yaşadığı 15 Temmuz konulu bölümü okumak ayrı bir tecrübe oldu: çünkü, birçoğunu gözlerimizle gördüğümüz olayları yazarın kaleminden okumak ayrı bir tecrübe. Günümüzde hala tartışılan (neden tartışıyoruz onu da anlamış değilim, bu bir darbe!) 15 Temmuz ile ilgili yazarın tespitlerine sonuna kadar katılıyorum: “15 Temmuz darbe girişiminden sonra hakikate uyanmak yerine, ‘senaryo’ ve ‘kontrollü darbe’ gibi söylemlerle apaçık gerçekliği çarpıtmaya çalışmak artık iyi niyetle değil, ancak FETÖ sempatizanı veya daha kötüsü, üyesi olmakla telif edilebilir.” (s.135).
Tarihimizi daha iyi öğrenmeli, anlamalı, geleceğimize yön vermeliyiz
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitapta yazar “Hiç şüphe yok ki, 15 Temmuz darbe girişimi ile öncekiler arasında bariz farklılar bulunmaktadır. Bunların başında elbette bariz farklıklar bulunmaktadır. Bunların başında elbette milletin duruma el koyması geliyor. Peki, bugüne kadar darbeciler göründüğü zaman sessizce kenara çekilen millet, 15 Temmuz gecesi neden tam tersi bir tepki ortaya koydu ve destansı bir direnişe imza attı?” (s.137) cümlesini kurarak akademik kimliğini konuşturuyor ve darbenin tanımından darbe teşebbüslerine kadar ayrıntılı bilimsel açıklamalarda bulunuyordu. Terörist darbe çeşidini ise “Bu kavramı ilk kez FETÖ/PDY terör örgütünün 15 Temmuz’da teşebbüs ettiği darbe için kullanıyoruz.” (s.137) sözleriyle açıklıyordu.
Yazar devamında 15 Temmuz’un da bir haçlı saldırısı olduğunu şu sözlerle özetliyordu: “Tarih kitaplarına bakarsanız, size Haçlı seferlerinin 1096’da başlayıp 1272’de memluk Sultanı Baybars tarafından göğüslenen 9. Haçlı Seferi ile bittiğini söylerler. Oysa Kosova, Varna, Mohaç, Haçova, Çanakkale muharebeleri de birleşik Haçlı ordularına karşı verilen savaşlardır.” (s.139). Katıldığım bu tespiti şu şekilde de anlatabiliriz: 15 Temmuz’u destekleyen ülkelerin birçoğu düşmanımız olan ülkeler, zamanında Haçlı seferlerini organize eden ülkeler. Bu da darbe girişiminin bir haçlı saldırısı olduğunu gösteriyor ve bu şekilde anlamamızın bakış açımızı daha netleştireceğini gösteriyor.
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitap, tarihimizi anlamak, anlatmak adına alanında önemli bir eksikliği gideren ve bence devamının da yazılmasını istediğim bir eser olarak kütüphanemde yerini aldı. Bana kalırsa yazarın yeni görev yeri olan Cezayir’de yaşananlar başta olmak üzere Barbaros Hayrettin Paşa, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşananlar, Kıbrıs, Fatih Sultan Mehmet’in İtalya’yı fethi gibi birçok konuda da sorular sorulabilir, gerçekler yazıya dökülebilir diye düşünüyorum. “Ya öyle değilse” adlı kitaba benzer bir tarzda da bu sorular sorularak tartışılabilir, okuyucunun ufkunu açacak sinerjiler oluşturulabilir.
Yazar kitabın 17 ve 18. bölümlerinde 15 Temmuz özelinde kendi anılarından bahsettikten sonra FETÖ’nün siyasi ayağını isim vermeden dile getirdiği sorularla okuyucuya aktardığı kısımlar biraz daha öznel olarak göze çarptı ancak söylemlerinin, tespitlerinin yanında olduğumu da söylemek istiyorum. Ancak bu iki kısmın kitapta değil de ayrıca bir makale veya köşe yazısı olarak yazılmasının daha doğru olacağını da düşünüyorum. Aslında son bölümü de buna ekleyebiliriz. Kitabın sonunda kaynakça kısmında 25 adet kaynaktan bahsedilmiş ki bana göre az: daha fazla kaynak eklenebilirdi. Bir de kitabın hiçbir sayfasında dipnot yoktu, böylelikle kaynaklarda nerelerden faydalanıldığını göremedik, ayrıca Çaka Bey konusu çok kısa bir bölüm olmasına rağmen kaynakça kısmında Çaka Bey konusuna atıf yapan kaynak sayısı fazlaydı. Bu da bir çelişki. Kaynaklardan birkaçını almak için sipariş listeme eklediğimi de belirteyim.
Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitap genelde akıcı bir dile sahip, bilgilendirici, genel kültürünüze katkı sağlayacak içeriği ile dikkat çekiyor. Ancak yine de bazı imla hataları da vardı: örneğin “batı” yerine “Batı” yazmalıydı (s. 22), “Kılıç Arslanda” yerine “Kılıç Arslan’da” yazılmalıydı (s. 35), 32. sayfada İznik’in fethi 1331 olarak yazılmışken 41. Sayfada 1330 olarak yazılmıştı. Bunun dışında sade ve anlaşılır bir dile sahip eseri bir oturuşta okuyup, bitirebilirsiniz. Bazı verilen ayrıntıları eğer bilmiyorsanız Google üzerinde araştırma yapmanızı öneririm. Çünkü ek kaynak okumalarla birlikte kitabın doyumu daha da artıyor.
Velhasıl-ı kelam; Zamana Sorular – Tarih unutmaz kitabı bize gösterdi ki; tarihimizi doğru anlatmalı, doğru anlamalı, yazıya geçmeli ve öğrenmeli/öğretmeliyiz. Çünkü “Tarih bizi çağırmaktadır ve Türkiye’nin düşmanları her ne kadar tarihimizi tahrif etmeye çalışsa da tarihimiz bizim talihimizdir ve ancak bizi tarif eder.” (s.110). Zengin bir tarihi geçmişe, kutsal bir göreve, şanlı bir ecdada sahip olan gençler olarak uyanmalıyız, uyarmalıyız ve belki de biraz kendimizden utanmalıyız: çünkü hala tarihimizi net olarak bilmiyoruz. Bu konuda çalışmalar yapan yazarımızı da özellikle tebrik ediyorum.
Kitabın tanıtım videosu da şu şekilde:
Ben kitabı beğendim, devamının gelmesini de isterim. Tarihe meraklı, tarihimizi okumayı seven, gerçeklere aç gençlerimizin mutlaka okuması gereken bir eser olarak Zamana Sorular – Tarih Unutmaz adlı kitap hakkındaki yorumumu burada sonlandırıyorum. Yazımın devamında kitapta altını çizdiğim önemli cümleleri paylaşacağım.
Hepinize iyi okumalar.
“Rasyonalite ile ahlakın at başı gittiği bir ilerleme ancak gelişme sayılabilir.” (s.11)
“Gaznelilere karşı babası Çağrı Bey ile Tuğrul Bey komutasında gerçekleşen Dandanakan Savaşı’na (1040) emrindeki genç arkadaşlarından oluşan okçu birliğiyle katılıp savaşın seyrini değiştirdiğinde henüz 11 yaşında olan Alp Arslan, kısa ama parlak askeri geçmişi nedeniyle bir adım öndeydi.” (s.14)
“İmparator Aleksios’un anlaştığı bir başka Türk boyu olan Kumanlar, 29 Nisan 1091’ de Enez Yakınlarında meydana gelen Levounion Muharebesi’nde ani bir baskınla kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere Peçenekleri neredeyse tümüyle imha etti. Bizanslıların bu tarihi, uzun yıllar bayram olarak kutlanması Peçenek- Çaka ittifakından ne kadar çekindiklerini de gösterir.” (s.26)
“Abbasi Halifesi Kaim’in ünlü alim Maverdi’yi elçi olarak gönderip Şii Büveyhoğullarından kurtulmak için yardım istemesi ve Tuğrul Bey’in 1055 yılında ordusuyla Bağdat’a girmesi aynı zamanda Türklerin İslam’ın kılıcı ve koruyucusu olmasının da başlangıcı sayılır.” (s.38)
“Hıttin’de Haçlı ordusunu yok eden Selahaddin, dört ay sonra 2 Ekim’de Kudüs’ü fethettiğinde, onu 88 yıl önce bir kan deryasına çeviren Haçlıların aksine, merhametli ve adil bir hükümdar olarak şehre girdi. İntikam almadı, yağmaya müsaade etmedi, mabetlere zarar vermedi, sivillere dokunmadı, hatta fakir olanların kurtuluş fidyelerini bizzat kendisi ödediği gibi herkesi dininde ve yaşantısında özgür bıraktı.” (s.50)
“Cengiz Han’ın görmediği ve tanımadığı bir hükümdara hitaben yazdığı mektupta, Alaaddin Muhammed’e ‘Fazla samimi’ denebilecek bir şekilde ‘oğlum’ diye seslenmesi Harzem sarayında hoş karşılanmamış, bir tür vesayet tavrı gibi algılanmıştı.” (s.66)
“Bu trajedinin ortasından kurtulan 4-5 yaşlarındaki bir çocuk, Celaleddin Hazermşah’ın kız kardeşi Cihan Hatun ile amcazadesi Emir Memdud’un oğlu Mahmud’dan başkası değildi ve ilerde dayısının yarım bıraktığı işi tamamlamak ona nasip olacaktı.” (s.74)
“Osmanlı devleti yıkılıncaya kadar hazine dairesinde Yavuz’un mührü kullanıldı.” (s.92)
“İbn Kemal’in “ikindi güneşi gibi gölgesi uzun, ömrü kısa” olarak tarif ettiği kısacık saltanatına rağmen, Yavuz, Osmanlı padişahları içinde hakkında en çok eser üretilen kişidir.” (s.96)
“İdeal siyasal düzen mükemmel olan değil, işleyen siyasal düzendir. Mükemmel olan zihindedir, gönüldedir ve ütopiktir. İşleyen ise reeldir, hakikattir, herkesi yüzde yüz memnun etmez ama her kesimin bir şekilde dahil olduğu ve rıza gösterdiği sistemdir.” (s.103)
“Zayıflara, kadınlara, çocuklara derin bir merhamet olmakla birlikte, hata yapana, ihanet edene, ihmalkarlık gösterene karşı da tavizsiz ve sert bir tutum varıdır.” (s.105)
“Önemli kararlar arifesinde uzun istişareler yapar ancak karar verdikten sonra asla geri adım atmaz ve gevşeklik gösterenleri de affetmezdi.” (s.106)
“Fahri Kainat Efendimizin ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gavura bayramdır.” (s.130)
Çehov’un ünlü kuralı: “Piyesin başında seyirciye dolu bir tüfek gösterirseniz, onun piyesin bir yerinde mutlaka patlaması beklenir.” (s.141)
Bir Arap atasözü, “Bir olan asla iki olmaz. İki olan ise mutlaka üç olacaktır.” (s.143)
Zira batı önce kavramları icat etti, sonra içeriklerini bize ihraç etti. (s.153)